2022 1 Mayıs’ına Giderken…

İçinde bulunduğumuz dönem, tarihsel sonuçlar yaratmaya gebe ve 2022 1 Mayıs’ı tam da böylesi bir sürecin içinde “genel” içeriğini kazanıyor. Üstelik, şimdiye dek önde olan diğer toplumsal dinamiklere ek olarak son 3-4 ayda yoğunlaşarak sivrilen işçi direnişleri, kendi bünyesinde taşıdığı özel kapasiteyle sürecin belirleyici gücü olarak inisiyatif alma potansiyelini taşıyor.

1 Mayıs yaklaşıyor.

2022 1 Mayıs’ı bizden neler talep ediyor?

Evet, küresel ve yerel düzeyde yaşanan toplumsal mücadelelere emek-sermaye uzlaşmaz zıtlığı perspektifinden bakarsak, içinde olduğumuz somut gerçeklik, önümüzdeki 1 Mayıs’a hangi içeriği, yani hangi gerilimleri, yoğunlaşmaları ve yönelimleri yüklüyor?

Bu içeriğin bir yüzü, her 1 Mayıs’ta geçerli olan genel içeriktir:

1 Mayıs, emek-sermaye uzlaşmaz zıtlığındaki taraflardan işçi sınıfının dünya çapında dayanışma ve mücadele günüdür.

İşçiler 1 Mayıs’ta dünyanın her yerinde bir biçimde harekete geçip “Biz varız!” der ve yapıp ettikleriyle birbirlerini görüp selamlar, üstüne yürüdüğü düşmanı sermayeye ise korku yaşatır!

Ancak, emek-sermaye zıtlığının uzlaşmaz niteliği, her 1 Mayıs’a, “genel” olan dışında sınıf mücadelesinin o yıla/o döneme özgü durumu üzerinden “özel” bir içerik de kazandırır.

Dolayısıyla, 1 Mayıs’ın “genel” içeriği de aslında her yıl o yıla özgü “özel” bir içerik üzerinden somutlaşarak gerçekleşir.

Dünyada 1 Mayıs

A-2022 1 Mayıs’ını özel bir dünya-tarihsel sürecin içinde yaşayacağız.

Küresel kapitalizm, ekonomik, ekolojik ve hegemonik krizlerinin iç içe geçtiği bir özel tarihsel sıkışmanın içinde ilerlerken, hegemonya alanında yaşanan krizin öne çıktığı, ABD ve Rusya’nın Ukrayna coğrafyasında hesaplaşarak konumlarını güçlendirmeye çalıştıkları bir andayız.

ABD, sürekli olarak körüklediği Ukrayna’daki savaş ortamının ürettiği fırsatlardan yararlanarak bir zamandır “stratejik özerklik” kazanma peşinde olan AB’yi yedeğine almak, Rusya’yı daha sonra parçalayabileceği bir zayıf konuma sürüklemek, bu süreçte dünya çapında kazanacağı inisiyatife dayanarak farklı coğrafyalarda farklı ittifak-bağımlılık ilişkileri kurmak ve böylece küresel düzeyde esas rakibi olan Çin’i yalnızlaşmış bir konuma sokmak istiyor. ABD’nin bir müddettir zayıflama hatta çözülme eğiliminde olan hegemonik küresel güç konumuna yeniden güç kazandırmak ve Çin’i zayıflatarak şimdi AB’nin olduğu gibi kontrolüne-yedeğine almak istediği açıktır.

Rusya ise, sürekli üstüne gelen ve nihayet hemen sınırlarının dibindeki Ukrayna’yı da içine katarak Rusya’nın içine uzanmak isteyen ABD liderliğindeki NATO’yu durdurmak ve bu süreçte kazanacağı itibarla Beyaz Rusya ve Ukrayna’yı da içine alacağı “büyük Rusya” coğrafyasını oluşturmak istiyor. Rusya’nın da mevcut hegemonya krizinde zorlanan ABD’yi hegemon güçlerden birisi konumuna itmek ve bu süreçte oluşan-oluşacak “çok kutuplu” yeni dünya düzeninde kendisini küresel kutuplarından birisi konumuna yerleştirmek, o arada Çin’le ilişkisindeki zayıf konumunu güçlendirmek istediği anlaşılıyor.

AB şu anın sıcaklığı içinde kişiliksizce ABD’nin peşine takılma acizliğini gösteriyor olsa da özellikle Almanya’nın olağanüstü artan silahlanma harcamalarının sağlayacağı askeri gücün Fransa’nın özel ihtirasıyla ortaklaşarak AB’yi “çok kutuplu” bir dünya düzeninin kutuplarından birisi yapma olasılığını hala barındırdığını saptayabiliriz.

Çin’in ise, hepsi ihtiraslarının peşinde olan ama yeterince güç sahibi olamayan rakiplerinin didişmelerinin güncel anı olan Ukrayna krizinde “Rusya’ya bakan bir tarafsız” konum üzerinden “sakin ve bilge güç” konumuna yerleşerek, hızla büyüyen ekonomik gücüne küresel meşruiyet üretmeye çalıştığını görüyoruz.

Tartışma alanına giren doların küresel hegemon para olma konumu üzerinden yaşanan gerilimler, ABD’nin konumunu sarsacak sonuçlar üretme olasılığını taşıyor.

İşte, Ukrayna’da yaşanan savaş, Sovyetler’in çözülüşünün hemen sonrasında “İmparatorluk” dayatmasında bulunan ama hedefine ulaşmaya gücü yetmeyen ABD’nin, yaşadığı başarısızlık yüzünden eski hegemon konumunun da riske girmesiyle oluşan kapitalizmin küresel hegemonya krizinin çözümü yönünde yaşanan gerilimlerin güncel momenti!

Savaş, olağanüstü bir sürecin içinde yaşandığı içindir ki, yıkım gücünün birden derinleşmesi, hızla etrafına saçılması ve hatta şimdi küçük gözüken bir olasılık olsa da nispeten “kontrollü” halinden çıkma potansiyelini taşıdığını belirmeliyiz.

Kapitalist dünya, yaşadığı çok yönü krizine çözüm bulamadıkça, kendisinin gerilimleri üzerinden on milyonların yaşamını yitireceği savaşı/savaşları kışkırtıyor.

Öte yandan, hegemonya krizindeki çözümsüzlüğün yanı sıra, ekonomik ve ekolojik krizler de kendi özerk kanallarında bir çözüme ulaşamadan sürüp gidiyor. Bu sürecin içinde, bir küresel düzen kaybı ya da anarşi, şimdi zayıf bir olasılık olsa da, güç topluyor.

Kapitalist devletler üzerinden yaşanan savaşlar, sermayenin yapısal açmazlarının ürünüdür. Küresel sermaye güçleri, bir türlü aşamadıkları bu açmazların yarattığı gerilimleri yöneterek kendilerine ait küresel-bölgesel güç toplamayı hedefliyorlar. Sermayenin dayattığı savaşlar, halkların dökülen-dökülecek kanları üzerinden yürütülüyor.

Tam da bu yüzdendir ki, dünya halkları, kapitalizmin kendi krizine çare bulabilmek hırsıyla dayattığı savaşlara karşı kendi yaşama hakkını korumak için acilen ayağa kalmalıdır.

İnsanlığın yaşama hakkına saldırarak yürütülen sermaye çakallıklarına karşı kenetlenmek ve dayatılan savaşa karşı halkların sermayeye karşı direnişini örgütlemek gerekiyor.

Sermayenin ırkçı-şoven milliyetçilik ya da inanç farklılıkları üzerinden kışkırttıkları başta olmak üzere, hiçbir savaşına asker olmamak gerekiyor. Tam tersine, kendi çok yönlü yapısal krizleri tarafından sarsılan sermaye egemenliğine karşı savaşılmalı ve bu savaş başta komşu halklar olmak üzere bütün halklarla uygun ortaklıklar kurularak yürütülmelidir.

1 Mayıs gösterilerinin küresel talebi, dünyanın farklı coğrafyalarında dayatılan haksız savaşlara karşı halkların yaşama hakkını savunan özel bir barış hareketini örgütlemek olmalıdır.

“Barış” farklı sınıflar tarafından farklı içerikle doldurulur:

Güncel kapitalist küresel gerçekliğin olağanüstü bir “değişim-dönüşüm”süreci içinde hareket ettiği, sistemin sürekli gerginlikler ve hatta kaotik durumlar ürettiği, savaş gerçeğinin yayılma eğilimi içinde olduğu; ve bu süreçlerin “failsiz” değil sermaye odaklı farklı güç alanları tarafından bilinçlice küresel yaşama dayatıldığı; eşitsiz güç ilişkileri üzerinden hareket eden sermaye güçlerinin ellerindeki bütün araçları kullanarak küresel yaşamı kendi açmazlarının ve krizlerinin gerilimleri içinde çırpınmaya mahkum etmeye çalıştığı koşullarda yaşıyoruz.

İşte, çok yönlü krizlerle akan güncel küresel gerçeklikte sürecin faili sermayeyi karşısına almayan bir barış hareketi hem sonuç üretemez hem de onca karmaşa içinde kaybolmaya mahkumdur.

Barış mücadelesinin “içi boş”-“içeriksiz” bir temenni ya da hoş sözlerle sınırlı kalmaması, kendisini var olan gerçeğin faili sermayeye karşı netçe konumlandırmasıyla sağlanır ve günümüzdeki karmaşada yolunu kaybetmeden sonuç alıcı bir barış mücadelesi ancak böylesi bir zemine-temele yerleşen özel bir barış hareketi tarafından sağlanabilir.

Bir kez ayağını sağlam zemine bastıktan sonra, sadece böylesi “ilkesel” bir “doğrulukla” yetinilmeyecek, güncel gelişmeler içinde elbette uygun taktik konumlanmalar keşfedilecek, o arada kendi dışındaki barış hareketleriyle, zaaflarına rağmen ortaklaşmalar sağlanacaktır.

İşte, 2022 1 Mayıs’ının “özel” içeriği böylesi bir küresel gerçekliğin içinden belirleniyor:

Emperyalist savaşa hayır, Halklar arasında barış! Sermaye düzenine karşı savaş!

B-Nesnel küresel-toplumsal gerçeklik, alışılagelen statükolarında tutunmakta zorlanan ve henüz nasıl sonuçlanacağı kestirilemeyecek bir değişim süreci içinde konumlanıyor. Süreç, çoklu olasılıklara açık bir hareket halinde. Böylesi dünya-tarihsel dönüşümler, kısa, orta ve uzun vadeye yayılan ve bir dizi sürprizi barındıran özel bir yapı taşırlar. İnsan/toplum iradesi, böylesi dönüşüm dönemlerinde, statükonun nispeten yerleşik olup temelden dönüşümlere direnme kapasitesinin yüksek olduğu dönemlere göre daha fazla sonuç yaratma kapasitesi kazanır.

Aslında mevcut durum yeni değil, birkaç on yıldır sürüp gelen özel bir dönemin içindeyiz.

Ancak, içinde olduğumuz özel dönemi oluşturan küresel kriz dinamiklerinin, son yıllarda gittikçe daha hızlı aktığını, daha zengin biçimlere büründüğünü, yeryüzünde daha geniş coğrafyalara saçıldığını ve daha yıkıcı sonuçlar üreterek hareket ettiğini saptayabiliriz.

Özellikle 2008 krizinden sonra bir türlü iç dengelerini oturtamayan kapitalist dünya ekonomisi, gittikçe daha ağır ve daha sık sonuçlar üreten ekolojik kriz ve kendisini artık gittikçe daha geniş coğrafyalara yayılan savaşlarla dışa vuran hegemonya krizi, birbirlerinden özerk alanlarda ama zengin dolayımlarla birbirlerini etkiledikleri “kapitalist dünya bütünselliği” içinde konumlanıyor ve bakışımlı bir “ortak” hareket halindeler.

Öyle görünüyor ki, sonrasında ne duruma dönüşeceğini kesin olarak bilemesek de, şimdi ve burada kapitalist dünya sistemi bir bütün olarak sarsılıp zorlanıyor, kimi “geçici” rahatlama-çıkış momentleri kalıcılık sağlayamıyor, esas olarak eğik bir düzlemde “aşağı” yönde hareket ediyor. Bu durum, siyasal alanda, var olduğu yerlerde burjuva demokrasisinin tasfiyesi yönünde bir eğilimi besliyor, dünyanın geri kalan yerlerinde de faşist ya da farklı biçimlere bürünen demokrasi düşmanı otoriter ya da totaliter rejimlerin alan kazanıp hâkim hale geldiğini görüyoruz.

***

Neoliberal dönemin sürekli alan kazandığı bir uzun dönemde, toplumsal yaşamın neredeyse tümünün sermaye birikim alanlarına dönüştürülerek her türlü ihtiyacın metalaştırılması, sermaye birikim süreçlerinin sürekli daha geniş alanlarda sürekli daha zengin biçimlere bürünerek olağanüstü güç kazanması sonucunu yarattı. Bu özel süreç, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması hareketinin güçlenmesi yönünde akmaya halen de devam ediyor.

Ama, sadece bu değil; siyasal alanda yaşanan demokrasinin güç kaybetmesi ve neofaşist iktidarların güç kazanması süreci sermayeye ek destek veriyor. Demokrasinin tasfiyesi süreci, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sermaye birikiminin hızını kesmeye güdülü olan toplumsal hareketleri devlet şiddeti ya da sivil çeteler yoluyla baskılayarak, sermayenin somut-tarihsel hareketinin önündeki “pürüzleri” temizliyor ve sermaye birikiminin “hızını” arttırıyor.

Bugün geldiğimiz noktada dünya nüfusunun %1’ i dünya zenginliğinin büyük kısmını gasp etmiş durumda ve aynı gerçekliğin öteki yüzünde, işsizlik, açlık, ekolojik felaketler ve savaşlardan oluşan bir cehennemde yaşamaya mahkûm edilen milyarlar var! Üstelik, sistemin doğal akışı, var olan cehennemi gerçekliğin daha da derinleşmesi yönünde!

Kapitalist sistem insanlığı felakete/felaketlere sürüklüyor.

Hatta, çok yönlü bir derin bakışla üstünde yoğunlaşırsak, şimdi Ukrayna’da öne çıkan ve yayılma-sıçrama potansiyeliyle dolu olan savaş-savaşlar gerçekliğinin, çok söylendiği gibi emperyalistler arası paylaşım savaşının özgün bir anı olduğu tespiti doğru olmakla beraber, önemli bir eksikliği barındırdığını da görebiliriz.

Evet, bir küresel paylaşım iradesi ve pratiği mevcut ama bu irade-pratik daha önce gerçekleştiği 1. ve 2. paylaşım savaşlarıyla aynı ortamda değil, günümüze özgü küresel kapitalizm koşullarında kendisini gerçekleştiriliyor. Çok yönlü krizlerle var olabilen, onları aşma çabaları sonuçsuz kalan ve tarihsel sınırları ufukta görülen günümüzdeki kapitalist dünya gerçekliğinin, şimdiki paylaşım heveslilerine yaptığı özel bir baskı var: Küresel düzenin kaosa sürüklenme potansiyeli!

Bu potansiyel, günümüz kapitalizminin özgün kriz dinamiklerinin hareketiyle ortaya çıkan somut gerçeklikler üzerinden güç biriktiriyor. Dolayısıyla, paylaşma heveslileri, ava giderken avlanabilir!

Hem kriz dinamiklerinin cehennemi sonuçlarının olası savaş koşullarında büsbütün kontrolden çıkarak küresel yaşama verebileceği ağır hasar, hem de ellerindeki nükleer silahların oluşturduğu dehşet dengesinin savaş koşulları içinde taraflardan biri tarafından bozulması riski; paylaşım sürecinde en başarılı olanın bile ancak “Pirus zaferi” kazanabileceğini, savaşan tüm tarafların ağır hasar alacağını, daha da ötesinde paylaşılmak için peşinde koşturulan hedeflerin savaş sürecinde ortadan kalkabileceğini gösteriyor.

Dolayısıyla, savaşan taraflar günümüz kapitalizminin özgün zayıflıkları tarafından baskılanıyor. Küresel kapitalist güçler açısından, paylaşım hedefini de kapsayan, ama savaşan küresel güç odaklarının kapitalizmin sürebilmesini de gözetmek zorunda kaldığı, çağımıza özgü bir “Küresel Düzen” savaşı süreci içinde olduğumuz tespiti var olan gerçekliği daha doğru açıklayacaktır.

Çin, tam da böylesi bir zeminde tutunarak kendisini küresel hegemonik güç konumuna sıçratmaya çabalıyor.

İşte, 2022 1 Mayıs’ı, devrimci-komünistler açısından, kapitalist sistemin kriz dinamiklerinin güncellikteki yıkıcı sonuçlarına ve insanlığa dayattığı felaketlere karşı küresel düzeyde anti-kapitalist bir direnişin örgütlenmesinin acilliğini vurgulamanın ve aynı sürecin içinde, tarihsel sınırlarının gözüktüğü bir durumda olan kapitalizmin tasfiyesini daha yüksek bir öz güvenle daha güçlü savunmanın günüdür.

Farklı kriz dinamiklerine karşı farklı direnişleri kendi ihtiyaçları üzerinden örgütleyebilmenin ve bu direnişleri sermaye sistemine karşı bir ortak zeminde konumlandırabilmenin yollarını bulmalı, günümüze özgü örgüt ve mücadele biçimlerini keşfedip hayata geçirebilmeliyiz.

Bu noktadan baktığımız zaman; 2022 1 Mayıs’ının “genel” içeriği de belirginleşiyor:

Evet, “Kapitalizm öldürür!” asla ajitatif bir slogan değil, tam tersine günümüz kapitalizminin her gün yeniden-yeniden üretip insanlığa dayattığı somut gerçekliktir!

“Şimdi sosyalizmin zamanıdır!” ise, mevcut cehennemden çıkışın yolunu gösteriyor.

Türkiye’de 1 Mayıs

A- Farklı işkollarından ve büyük çoğunluğu sendikasız olan işçiler, özellikle aralık ayından itibaren şiddetlenen iktidarın soygun politikalarına karşı mücadele bayrağını kaldırdı. İşçi sınıfındaki hareketlenme, öncesinde dağınık ve zayıf da olsa var olan işçi direnişlerini daha etkili olduğu bir üst zemine sıçrattı ve neredeyse unutulan işçi sınıfının ekmek kavgası ülke gündeminin ana konularından birisi oldu.

Sınıf mücadelesi bir yana, uzun on yıllar boyunca hâkim olan neoliberal dönemin saldırgan propagandasıyla işçi sınıfının kendisi-varlığı bile unutturulmuştu. Hızla yayılan işçi direnişleri, sermayeye karşı mücadele eden işçilere özel bir sınıf bilinci kazandırırken, zaten çoğunluğu işçileşmiş olan toplumsal güçlere de sınıflar ve sınıf mücadelesi gerçekliğini gösterdi.

İktidarın politikalarının kazançlarını neredeyse patlattığı sermaye güçleri ve aynı dönemde dibin daha dibine doğru hızla yoksullaşan halk gerçekliği, şimdi yaygınlaşan sınıf mücadelesi koşullarında, kendisini var eden “vahşi soygunu” göze batırıyor! Bu etkileşim, sermaye ve iktidarın ortaklaşarak halkı yoksullaştırdıkları çıplak gerçeğini kavrayan bir toplumsal bilinci yaratıp, güçlendiriyor.

İşçi direnişleri sürerken yaşanan 8 Mart süreci ve sokakları dolduran kadınlar, erkek egemenliğine ve onun temsilcisi olan iktidara yönelik direnirken, aynı zamanda halk hareketinin öncü alanlarından birisini parlatıyordu. İstanbul’da barikatları aşarak öfkesini haykıran, Ankara’da ilk defa binlere ulaşarak sokakları fetheden kadınlar, diğer birçok şehirde sokağa çıkan kadınlarla birlikte, bir müddettir sürüp gelen kadın hareketinin zirvesini daha da yükseltirken, bütün halk güçlerine de moral ve güç verdiler.

Kadınlardan bayrağı Kürt halkı aldı. Kürt halk hareketi, “bittiler, biz bitirdik” diye kibirle böbürlenen iktidar güçlerine cevaplarını olumsuz iklim koşullarına rağmen yüz binlercesiyle meydanları fethederek verdiler. 2022 Newroz’u Kürt halkının özgürlük arayışının bütün baskılara rağmen daha da geniş bir kitleselliğe ulaştığını ve yüksek moral gücüyle dolu olduğunu bir kez daha gösterdi.

O arada, egemen olarak düzene damgasını vuran Erdoğanist İslam’ın kendisini kalıcılaştırabilmek için ortaya koyduğu mezhepçi tutumlara-dışlamalara-asimilasyona ve laiklik düşmanı dayatmalara karşı Aleviler, kendilerinin var olma hakkını savundu ve bunu diğer halk güçleriyle ortaklaşarak yapma iradesini gösterdi. Aleviler, İstanbul’da binlerce kişinin katılımıyla neredeyse mitinge dönüşen bir basın açıklamasıyla tutumlarını herkesin de görebileceği bir konumdan ilan ettiler.

Aynı süre içinde yaşanan doğayı koruma odaklı direnişlerle, ormanları ve dereleri talan ederken en son zeytin ağaçlarına bile uğursuz elini uzatan iktidar-sermaye saldırısının önünde bedenleriyle barikat kuran köylüler ve her kesimden direnişçiler, halkın direnişinin başka bir alanını oluşturuyordu.

Pandemi sonrasında açılan okullarında yeniden doğrudan eğitim koşullarına kavuşan liseli ve üniversiteli öğrenciler de her iki alanda zaman zaman ortaya çıkan direnişlerle Boğaziçi direnişi sonrası açılan yeni hareketli dönemin kısmen zayıflayarak da olsa sürdüğünü ve her an yükselebileceğini gösteriyorlar.

Öyle oldu ki, işçiler, kadınlar, Kürtler, Aleviler, doğa savunucuları ve öğrenciler, çok kısa bir süre içinde adeta birbirleriyle omuz omuza bir halk festivali yaparcasına, bayrağı birbirine devrederek ve çoğunlukla da birbirlerini destekleyerek çok özel bir tarihsel dönem oluşturdular.

Halen de o dönemin içindeyiz!

İşte, 2022 1 Mayıs’ı kendisinden önceki bu özel tarihsel dönemin içinden çıkıp geliyor ve kendisinin yerel düzeydeki “özel” içeriği dönemin kurucu öznelerinin eylemiyle büyük ölçüde belirlenmiş oluyor.

2022 1 Mayıs’ı, işçilerin sermayeye karşı öfkesini, kadınların erkek egemenliğine karşı kurtuluş hareketini, Kürt halkının özgürlük arayışını, Alevilerin özgürce var olma iradesini, doğa savunucularının doğayı talan eden sermayeyi engelleme kararlılığını, öğrencilerin demokratik ve bilimsel eğitim yönündeki mücadelesini kendisinde birleştirip ortak bir toplumsal ve siyasal alana kavuşturabilmelidir.

Bu sürecin içinde olduğu koşullar, olası direnişçi toplumsal iradenin bürüneceği farklı biçimleri talep ediyor.

Ayrıca, yaklaşan seçimler, direnişçi toplumsal iradenin inşasının seçim sürecinde yürütülmesini koşulluyor.

Aslında kaybettiği halde binbir hile ve devlet şiddetiyle ayakta kalan iktidardaki koalisyon, yeni seçim yasasına yerleştirilen cinliklere bakılacak olursa yaklaşan seçimlerde de aynı yollarla seçimleri “kazanmayı” hedefliyor.

Çok açık ve net; iktidar asla normal bir seçim dönemi ve seçim günü yaşatmayacak, binbir darbe ve hileyle seçimleri ceplerine atmayı düşünüyorlar. İktidarın en büyük destekçisi de sistemin ve devletin yüksek çıkarlarını gözeterek her kritik anda iktidarın arkasında dizilen “restorasyoncu” resmi muhalefet!

İşte, elbette seçim sürecini de gözeten, ama içinde olduğumuz/dolayısıyla seçim sürecinin de içinde yaşanacağı kaotik ortamı ve onun kaosa sürüklenme potansiyelini kendi güncel duruşunun temeline yerleştiren, iktidarın gizli destekçisi resmi muhalefetle arasına netçe sınır çizen, önümüzde uzanan döneme son aylarda hızla yükselen toplumsal öfke ve enerjiyi arkasına alarak müdahale eden bir toplumsal ve siyasal güç alanının zamanıdır.

Evet, 2022 1 Mayıs’ı, iktidar ve resmi muhalefetten bağımsız bir halkçı iradenin hem ortaklaşmış haliyle hem de farklı biçimlere bürünmüş halleriyle oluşmasına destek olmalıdır.

Evet, aslında toplumsal desteği azalan ve bu durumun baskısıyla zayıf noktalarından çözülme belirtileri gösteren iktidardan korkmayan ve üstüne yürüyen bir halk iradesi!

Bu irade, eğer sadece bir iyi dilek olarak kalmayacaksa, kendisini oluşturan toplumsal güçlerin ihtiyaçlarını dillendiren ve o ihtiyaçların ele geçirilmesi için mücadele eden bir güncel duruşla kendisini gerçekleştirebilir. Süreklileşmiş ve özgün ihtiyaçlara göre farklı biçimlere bürünen hamlelerle faşizmin kurumsallaşması süreci kuşatılıp geriye püskürtülmeli, önümüzdeki süreç böylesi bir siyasal tutum ve pratik tarafından günbegün düzeyinde yapılandırılmalıdır.

Açıktır ki, böyle bir irade, aynı zamanda seçim sürecini ve seçim gününü de ciddiye alacak; ama, kendi yapısı gereği, seçimlere kadar yaşanacak dönemi sadece seçimlere umut bağlayıp ona hazırlanarak geçirmeyecek; tam tersine, yaşamın her alanında yürüteceği mücadelelerle bu dönemi devrimci tarzda yapılandıracaktır.

Aynı süreç, böylesi bir pratiğin yan ürünü olarak, olası bir restorasyon hükümetine karşı halk muhalefetini örgütlemenin yapı taşlarını şimdiden inşa edecektir.

B- Önce rejim krizi olarak başlayıp sonra devlet krizi düzeyine yükselen siyasal kriz, çözümsüz kaldıkça derinleşen ekonomik kriz, pandemi, orman yangınları ve sellerle toplumsal yaşamı derinden sarsan ekolojik kriz, şimdi içinde olduğumuz özel dönemde, özellikle geçtiğimiz aralık ayından itibaren aniden yoğunlaşıp yeni dipler yapan yoksullaşma koşullarında sürüyor.

Öte yandan, başta Kürtlerin ve Alevilerin özgürce var olma hakkı olmak üzere, çözülemeyen demokrasi probleminin yarattığı sorunlar da mevcut iktidar koalisyonunun sivri ucu olan Erdoğan tarafından dayatılan “Erdoğanist İslam’ın” günlük yaşamdan devletin örgütlenişine kadar her alanda hâkim olması hedefine doğru ilerlediği koşullarda yaşanıyor. Özgürlük arayışları, İslam’ın araçsallaştırılarak kullanıldığı yoğunlaştırılmış bir totalitarizm ve faşizmin kurumsallaştırılması süreciyle baskılanıp, boğulmak isteniyor.

Bu durum, özgürlük arayışlarının da güçlü olup teslim olmadığı günümüzde, birbirini kabullenemeyecek ve aslında birbirini yok etmeye yönelik özel toplumsal ve siyasal süreçlerin önünü açıyor.

Var olan resmi “ulusal birliğin” farklı yönlere doğru çözülmesi anlamında bir “ulus krizi” güç topluyor. Henüz kendisinden çok söz edilmeyen “ulus krizi”, yasaların hükmünü kaybedip keyfiliğin hâkim hale geldiği koşullarda, sadece iktidara değil “herkese” kendisini kendi gücüyle koruma ve özgürce var etme yönünde ivme veriyor.

Öte yandan, iktidardaki koalisyonun artık ancak şiddeti öne çıkararak ve binbir hileyle hükmünü sürdürdüğü, yasaların günlük ilişkiler dışında hükmünün kalmadığı, farklı kriz dinamiklerinin sürekli hareket halinde olduğu koşullarda, iktidarın bilinçli politikalarıyla yoksullaştırılan halk, yaşamını sürdürebilmek için gerekli asgari ihtiyaçları bile ancak mücadele ederek kazanabileceği gerçeğiyle yüzleşiyor.

İşte, başta işçi sınıfı olmak üzere bütün toplumsal güçlere yayılan mücadele süreci, kendisini var etmek ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için mücadele eden bir halk özneleşmesi sürecini yapılandırıyor. Özneleşme, kendi özgün süreci içinde hareket ettikçe, koparıp aldığı hakkını-haklarını koruyan, var olmayı sürdürebildikçe kendine güven kazanan ve mevcut kaotik politik koşullar tarafından kendi varlığını sürdürebilmek için kendisini iktidarlaşma yönünde ivmelendiren zengin iç dinamiklere sahip. Bu durum, özneleşme sürecinde, ekmek ve özgürlük için mücadele edildikçe, aynı zamanda halkçı-demokratik bir güç-iktidar alanının da inşa edildiği anlamına geliyor.

Sorun, şimdi oluşma aşamasında olan bu güç alanının henüz kendi bütünlüklü bilincine varamamış olmasıdır. O bilinç, oluşan güç alanının içindeki öncü unsurlar tarafından kendisine uygun örgüt ve mücadele biçimlerine kavuşturulmasıyla güç kazabilir. Ve en önemlisi de henüz farklı kanallarda akan halk hareketini ortaklaştıracak ve yüksek moralle yükleyecek siyasal hedefin/hedeflerin belirlenmesidir.

Ülkenin kaotik koşulları, her biri kendi çapında iktidara sahip olan farklı güç alanlarını yaratıyor. Bu güç alanları, mevcut düzenin ve onun iktidarının üstte olduğu ama farklı iktidar alanlarının da kendisini var edebildiği “çoklu iktidarlar” olgusunu fiilen oluşturuyor. Sistem içi ve sistem dışında farklı kanallardan akan bu farklı iktidarlaşma çabaları, süreç gerildikçe sistem yanlıları ve karşıtları doğrultusunda saflaşıyor.

Halk güçlerinin, kendilerini uygun bir siyasal ve örgütsel zemine yerleştirip mücadelesini güçlendirerek sürdürmeye ve bu mücadele süreci içinde kendi iktidarlaşma sürecini egemenlere dayatmaya ya da eğer “kendisi” olamazsa, farklı egemen blokların kendi aralarındaki iktidar savaşında kullanacağı araçlar olmaya yazgılı olduğunu saptayabiliriz.

İçinde bulunduğumuz dönem, tarihsel sonuçlar yaratmaya gebe ve 2022 1 Mayıs’ı tam da böylesi bir sürecin içinde “genel” içeriğini kazanıyor. Üstelik, şimdiye dek önde olan diğer toplumsal dinamiklere ek olarak son 3-4 ayda yoğunlaşarak sivrilen işçi direnişleri, kendi bünyesinde taşıdığı özel kapasiteyle sürecin belirleyici gücü olarak inisiyatif alma potansiyelini taşıyor.

Sermayenin egemenliği yerine halkın egemenliğinin inşa edileceği bir “Demokratik Cumhuriyet!” ve onun omurgası olacak bir “Demokratik Anayasa!” hedefi, bilinçleri güncelliğin ötesine sıçratacak ve bütün toplumsal güçlere hem güncel mücadelelerde hem de iktidarlaşma yönünde güç ve moral kazandıracaktır.

Şimdi, iddialı olmanın, soğukkanlı ve kurnaz bir cüretle davranmanın zamanıdır!

 

(Bu yazı Sendika.org sitesinden alınmıştır. )