Hava Dönüyor, Rüzgâr Bizden Yana Esiyor Ama…

Şu bir gerçek. Rejimin bunalımı şiddetleniyor. İktidar güçleri her geçen gün kan kaybediyor.

Yolda, sokakta herkesin canı burnunda, illallah ediyor. Milyonlar, krizi iliklerine kadar hissederken, yaşanılan krizin muhatabını da gayet iyi biliyor.

Ekonomik, siyasal, toplumsal enkazdan kaynaklı müthiş bir meşru öfke var. Dahası, bu öfke artık ciddi bir değişim ve dönüşüm talebiyle var oluyor. Dahası, bu talep kendisini sadece pasif duruşlarla ya da seçim/sandık bekleyişi ile ifade etmiyor. İşçilerin direnişleri, fiili grevleri, iş yeri işgalleriyle, emekçilerin, kadınların, gençlerin, doğa ve yaşam savunucularının sokak eylemleriyle kendi ifadesini buluyor.

Demokrasi ve laiklik ilkesini bayraklaştıran eşit yurttaşlık talep eden Alevilerin hareketliliğiyle, 8 Mart’ta iriliğini diriliğini bir kez daha gördüğümüz kadın hareketinin gücüyle, 21 Mart’ta ülkenin doğusundan batısına tüm kentlerde faşizmin karşısında halkın barajı niteliğini taşıyan Newroz duruşuyla, 25 Mart’ta ekolojistlerin iklim grevi eylemlikleriyle kendisini ifade ediyor.

Enflasyon rekor zirvelere yerleşirken, devletin manipülatif istatistik kurumu TÜİK’in açıkladığı sözde rakamlar bile ekonomik yıkımın şiddetini gösteriyor. Açıklanan rakamlar emekçi sınıfların mahvolmuş hayatlarında ifadesini bulurken, memleketin her kesiminde ortak duygudaşlığı bütünlüyor.

Düşünün; siyasi iktidarın kendisine bağlı birlikler halinde örgütlediği ve adeta bir polis devleti inşasına giriştiği polisler bile kopuş emareleri taşıyor. Sendikalaşıyor, hakkını aramaya soyunuyor… En son “Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” değişikliği ile birlikte polis teşkilatında iyiden iyiye gün yüzüne çıkan tepkiler birbirleriyle buluşmaya başladı.

Ekmek, adalet ve özgürlük arayışı dört bir yanda farklı biçimlerde kendi ifadesini buluyor ve karşılık üretiyor.

Bu kritik dönemeçte, özellikle 8 Mart ve 21 Mart parçalı bir şekilde kendisini ifade eden halk güçlerine moral gücü kazandırdı ve 1 Mayıs’a kitlesel ve güçlü gidişin yolunu açtı. Evet, hava dönüyor. Rüzgâr bizden yana esiyor. Ama… İşte o ama’nın ardında bir boşluk var. Zira bizden yana esen bu rüzgârı kalıcılaştıracak ortak bir mekanizmanın, siyasal programın ve öznenin örgütlü bir güç olarak ortada olmadığı gerçeği yüzümüze vuruyor. Vursun da.

Gerçeğin Öteki Yüzü

Şeytanın avukatlığını yaparak, gerçeğin öteki yüzünü okuyacak olursak; şu da bir gerçek. 

Az buz değil. Karşı karşıya olduğumuz çoklu kriz ve enkazların asli muhatabı ve sorumlusu olan Erdoğan AKP’si tarafından biat sopasıyla yirmi yıldır yönetilmeye devam ediyoruz. Baklayı masaya yeniden koyup hatırlatmış oldu Mahir Ünal Hazırlıklarımızı tamamlamamız 19 yıl sürdü, asıl şimdi başlıyoruz” diyerek. Ki bakla da değil, AKP’nin rotası ve parolası tam da buydu esasında.

Geçtiğimiz günlerde, MetroPOLL Araştırma’nın kurucusu ve yöneticisi Özer Sencar, son anketler ışığında Artı Gerçek ile yaptığı röportajında Erdoğan’ı hala şapkasından çıkaracağı tavşanlar olan bir seçim makinasına benzetmişti ya hani. Haklı.

Yirmi yıllık iktidar pratiğinde her kritik dönemeçte ha gitti ha gidecek, ha düştü ha düşecek denen Erdoğan ve şürekâsı, iktidarda kalabilmek için her türlü yola, yönteme başvurdu, tekelinde bulundurduğu devlet aygıtlarının tüm imkanlarıyla taarruza geçerek yürüttüğü seçim kampanyalarından bir biçimde galip gelmeyi becermiş oldu, zira. Elbette, muhalefetin de hakkını yememek gerek burada. Çünkü sadece Erdoğan’ın devletin olanaklarına yaslanarak seçim üstadı oluşu değil, ana akım muhalefetin muhalefetsizliği de her defasında Erdoğan’ın ana dayanaklarından olagelmiş ve işini kolaylaştırmıştı vesselam.

Seçim Yasasın İşaretleri

Ve işte bugün de iktidarın tabanındaki erime ve kopuşlara rağmen, kamuoyu yoklamaları AKP’nin hâlâ en fazla oyu alan parti olduğunu gösteriyor. Krizi fırsata çevirme kabiliyetinde, Rusya-Ukrayna savaşını oy oranlarına yansıttığı anlaşılıyor.

İçerisine girdiğimiz fiili seçim atmosferinde önümüze şapkadan çıkarılan yeni tavşanlar getiriliyor. Seçim yasası değişiyor, bir baskın seçim olasılığının da her an kapımızı çalabileceği bir durum gündemimize giriyor.

İçeride ve dışarıda kan kaybeden siyasi iktidar, devletin bekasından devşirilen kendi bekaları için hem içeride hem dışarıda çok yönlü hamlelerle faşizmin inşasını hızlandırarak, topyekûn toplumu adım adım bir girdaba doğru sürüklüyor.

Ukrayna’nın işgali sürerken, “ara bulucu” rolüne aday olarak, içeride-dışarda itibar kazanma hesabının sökmesi pek olası gözükmese de kanlarının son damlasına kadar çabalıyorlar.

Bir yandan HDP kapatma davasının olası sonuçları hesaplanırken, bir yandan seçim yasası ile ittifakları etkisiz hale getirerek hem altılı koalisyonun içerisi dinamitlenip hesapları dağıtılmak isteniyor hem MHP’yi kurtarma operasyonu yapılıyor hem de HDP’nin kapatılması durumunda, ortada kalan milletvekillerinin başka bir parti ile seçime girmesine engel olmaya çalışıyorlar. Aynı şekilde, şayet HDP kapatılırsa müşahitleri de sandıklarda olamayacak ve Kürt illerinde türlü hilelerle sonuçlarla dilediğince oynamak serbest olacak. Evet hepsi olasılıklar dâhilinde.

Demem o ki gerçeğin tek bir yanına odaklanmak bizi olasılıkçı ve çok yönlü hazırlık ve müdahaleden uzak tutarak, ha düştü ha düşecekler rehavetine düşürebilir. Gerçeğin tek bir yanına odaklanırsak pekâlâ şunu diyebiliriz: evet kaybediyorlar ve yenilecekler. Söz konusu seçim yasası da zaten normal yollardan seçim kazanma ihtimallerinin kalmadığını apaçık gösteriyor. Bu sebeptendir ki, çeşitli hilelere başvurarak, evvelki deneyimlerinden biriktirdikleri seçim cambazlıklarını ve de elbette devletin olanaklarını sonuna dek kullanarak iktidarda kalmanın yollarını arıyorlar.

Kabul. Aslında bu yasa ne kadar sıkıştıklarının göstergesi. Tabandaki erimenin, oy kaybının, kopuşların onlar da gayet farkındalar. Ama her türlü müdahaleye alan açan, alicengiz oyunlarına hileli ve baskın seçime izin verecek olan seçim yasası düzenlemesiyle ön almaya çabalıyorlar. En azından getirdikleri düzenlemeyle milletvekili dağılımını kendi lehlerine çevirme hesabındaki seçim aritmetiğinin bir yanı bu.

Velhasıl-ı yüzümüze vuran gerçeğe, yazının başında ifade ettiğim bizden yana esen rüzgârı kalıcılaştıracak ortak bir mekanizmanın, programın ve öznenin örgütsüzlüğü gerçeğine dönerek ve üçüncü seçeneğe işaret ederek bitirelim.

Sorumluluk tümüyle üçüncü seçeneğin inşası için yola çıkan siyasi partilerdedir. Bilincine varalım. Yaparsak olacak; evet kaybedecekler ve yenilecekler, yapmaktan imtina ettiğimiz ve bıraktığımız tek bir boşlukta ise elbet o boşluğu tamamlayacak siyasi aktörler olacaktır. Üçüncü seçenek, ortak mücadelenin inşasına bugünden başlayarak, şimdilerde bizden yana esen rüzgârı kalıcılaştıracak adımları kuvvetlendirerek yol yürümeli. Üçüncü seçenek parlamentarizme indirgenmemiş, halkı sadece seçimin/sandığın edilgen bir nesnesi olarak gören statükocu siyasete karşı halkın özneleşmesine zemin açacak bir siyasal zemini açmaya çalışan halkçı bir seçenek olarak kendisini yapılandıracak. Halkın siyasetin merkezine yerleşeceği, siyasetin öznesi haline geleceği, asla ve asla salt seçimlere sıkıştırılamayacak bir seçeneğin ittifakı olacak üçüncü seçenek.

Öte yandan içerisinde bulunduğumuz yol ayrımında yaklaşan seçimlerin kritik bir özellik taşıdığı gerçeğini gören bir yerden, halk iradesinin seçimlere yansımasını gündelik yaşamın bizzat içinde adeta bir örgütlenme seferberliği yaratarak sağlam örgütlenmiş bir zeminle garanti altına alınabileceğini bilerek davranacak da bir ittifak olmalı. Seçim yasası gündemi, bunu bize bir kez daha hatırlatmalı ve harekete geçirmeli.