Peki, Türkiye’deki Savaşta Ölen Çocuklar?

Savaş, kendinden önce ve sonraki her şeyin üzerini siyah bir perdeyle kapatır. Ağızdan çıkan her şey daha söylenirken, yazılırken buharlaşır. 

Haftalardır ana gündemimiz savaş. Rusya Ukrayna savaşı ile birlikte gördük ki dünya artık başka bir sürece girdi. Hegemonya savaşlarının şiddetleneceği, iktidarların kazanmak uğruna onulmaz adımlar atacağı ve halkların ölüme, açlığa, savaşın getireceği yoksulluğa sürükleneceği belli. 

Dünyanın belli bölgeleri de, özelliklede Orta Doğu coğrafyası, emperyalist emeller uğruna, onlarca yıldır kan gölüne döndürülmüş durumda. Önceki gün açıklandığına göre Yemen’de son 7 yıldır süren iç savaşta en az 10 bin çocuk ve on binlerce insan daha hayatını kaybetti. 

Bu gibi emperyalist savaşların kazananı değişse de kaybedeni hep halklar ve elbette işçi sınıfı oldu, oluyor. O halkların içinde en çok da kadınlar ve çocuklar zarar görüyor. Savaşı çocuklar çıkarmıyor ama en çok onlar yara alıyor. Üstelik savaşın iki tarafının çocukları da farklı biçimlerde zarar görüyorlar. 

Özellikle son haftalarda Ukraynalı çocukların yaşadıkları ile ilgili videolar, fotoğraflar düşüyor. Bunların medyada gösterilme biçimi ve toplumsal algıya etkileri ayrı bir yazı konusu olarak burada kalmakla birlikte savaşın oradaki çocukların yaşamlarında telafisi zor travmalar, yaralar açtığı ve türlü hak ihlallerine sebep olduğu bir gerçek. 

Ukrayna’da savaş ortamında en az 29 çocuk hayatını kaybetti. Sadece bu da değil ama, çocuklar yaralanıyor, kaçmaya çalışırken kayboluyor, kaçırılıyor, ihmal ve istismara maruz bırakılıyor, tedavi olamıyor, çalıştırılıyorlar. Şimdilerde milyonlarca insan yerinden edilmiş durumda, binlercesi sığınaklarda yaşamaya çalışıyor. Çocuklar da. Gidebilenler de gittikleri ülkelerde ayrıca zorluklarla karşılaşıyorlar. Gelişmiş kapitalist devletlerin, söz konusu Suriyeli, Afgan ya da Afrikalı çocuklar olduğunda kapanan sınırları, kapılarını nasıl açtığının da altını çizmek lazım belki burada. Tabii ki Ukraynalı çocukların güvenli yerlere ulaştırılıp yaşamlarına devam etmeleri en yakınlarındaki Batılı devletlerin sorumluluğu, ama aynı sorumluluğu tüm dünya çocukları için taşıyorlar, hem de tüm devletler. Uygulamıyorlar, o ayrı! 

Uluslararası sözleşmelerin nasıl da işlerine gelince uygulandığını tekrar görmüş olduk böylece. Sınıfsal ve etnik ayrımcılığın en açık hallerini de yeniden gördük. Göçmen ve mülteci politikalarındaki ikiyüzlülüğü de. 

Biraz da Yakına Bakalım

Savaşın gündem olması, orada yaralanan ya da ölen çocuklar için çağrılar yapılması, savaşı çıkaranlara karşı lanetler okunması kadar doğal bir şey yoktur herhalde. Tabiri caizse “insanlık tek yürek” olur! Ama her yerde, her çocuk için değil…

Ülkemizde nerdeyse 40 yıldır Kürtlere karşı yürütülen savaş her geçen gün şiddetleniyor. Kürt illerinde özel bir savaş yürütülüyor, çatışmalar dinmiyor, savaş gerçeği halkın yaşamının ortasında var gücüyle duruyor. Terörle mücadele adı altında koca bir coğrafya ve halk ölüme, yoksulluğa mahkûm ediliyor. Ve evet, tabii ki çocuklar da. Ama bize göre Batı’nın Doğu’ya karşı ikiyüzlü olduğunu söyleyenlerin çoğunluğu, ülkenin Doğusundaki savaşı, çatışmaları, bir halkın taleplerini, yaşadıklarını, çocuklarını, yaşanan acıları görmüyor. Kim bilir belki, bir “helallik” ile geçeceği sanılıyor. 

Kürt çocukları savaş ortamının içinde yaşamaya, oynamaya, okumaya çalışıyor. Kimisi şans eseri bu kadarını başarıyor. Ama hepsi değil! 

Diyarbakır Barosu geçtiğimiz hafta “Zırhlı Araç, Mayın ve Çatışma – Savaş Atığı Kaynaklı Çocuk Hakkı İhlalleri” başlıklı bir rapor yayımladı. 2011-2021 yılları arasını kapsayan ve çocuk ölümlerinin hangi yıllarda özellikle arttığının altını da çizen rapora göre en az 67 çocuk, zırhlı araç çarpması ya da savaş materyalleri, atıkları nedeniyle hayatını kaybetti. Binlerce çocuk da yaralandı, sakat kaldı. 

Son 10 yılda 22 çocuk, zırhlı araç çarpması sonucu hayatını kaybetti, 27 çocuk yaralandı. Yine aynı rapora göre mayın ve çatışma/savaş atıkları nedeniyle bölge illerinde 45 çocuğun öldüğü, 126 çocuğun ise yaralandığı ifade edildi. Raporda, Akdeniz ve Ege’de de toplam 9 çocuğun savaş atıkları nedeniyle yaralandığı görülüyor. 

Raporda özellikle çözüm süreci masasının iktidarca devrilmesi sonrasında ölüm ve yaralanmaların hızla arttığı görülüyor. Çözüm süreci boyunca da bu bölgelerde mayın ya da diğer savaş atıklarının temizlenmemesi sebebiyle çocuklar oyun alanlarında ölüme sürüklendi. Ve bu hala sürüyor. Üstelik Türkiye’nin, imza attığı bir sözleşmeye göre bu ay bölgedeki tüm mayınları temizlemesi gerekiyordu. Buna dair en ufak bir adım yok. 

Özellikle de 15 Temmuz ve sonrasında OHAL ile birlikte Kürt illerinde şehir merkezlerinin tamamına yayılan “güvenlikçi” politikalar, kentleri kent sakinleri için olduğu kadar çocuklar için de tehlikeli hale getiriyor. Hatta çocuklar için çok daha tehlikeli hale getiriyor diyebiliriz. Şehrin sokaklarında hızla dolaşan zırhlı araçlar varken, boş alanlarda, arazilerde ya da tarlalarda patlayıcı maddeler olabilecekken çocuklar nerde oynasınlar?  Peki biz zırhlı araç çarpması ya da mayın patlaması sonucu bu kadar çocuğun öldüğü bir ülkede savaş yok diyebilir miyiz? O çocuk da dikkat etseymiş diyebilir miyiz? Cizre-Sur sürecinde yıkılan kentlerde ölen çocukları yok sayabilir miyiz? Ölü bedeni buzdolabında saklanan 10 yaşındaki Cemile’ye, bedenine silahlar doğrultularak kıyafetlerini çıkarması söylenen o kız çocuğuna yapılanların en ağır savaş suçlarından olduğunu inkâr edebilir miyiz?

Ölümler ve yaralanmalar sonucunda neredeyse hiç ceza verilmediği gerçeği de apaçık ortada üstelik. Devletin yargısı bu kazaları basit trafik kazası olarak değerlendirip ya hiç ceza vermiyor ya da erteliyor, para cezasına çeviriyor. Savaş politikalarına ek bu cezasızlıklar da ölümlerin önünü açıyor. 

Ukrayna’dan Yemen’e, Suriye’den ülkemize; savaşlarda çocuklar ölüyor, öldürülüyor. Sebep olmadıkları savaşın bedelini canlarıyla ödüyor dünya çocukları, ülkemizdeki başta Kürt çocuklar olmak üzere diğer tüm çocuklar. 

Nupelda ile Ayaz’ı, Miraç’ı, Muhammed ve Furkan’ı, Ceylan’ı ve Uğur’u… Hepsini hatırlayalım ama devletin savaş politikaları yüzünden öldüklerini asla unutmayalım. 

Şimdi bu savaş çığırtkanlıklarına karşı ısrarla barış, hemen barış deme zamanı. Çocukları da bu barış sürecine dâhil ederek ama, yaralarını sarmakta kendilerinin de görev almasını, söz söylemesini sağlayarak. 

Bunca savaşın ortasında işçi sınıfı, halklar,  kadınlar, ekolojistler, gençler, inançlar, çocuklarla birlikte bir çıkışı inşa edeceğiz. Demokratik bir cumhuriyetin omurgası olacak olan Demokratik Anayasa, ikiyüzlü egemenlerin politikalarına, sözleşmelerine benzemeyecek. Çocukların tüm hakları, birlikte yazacağımız anayasa tarafından güvenceye alınacak, çocuk koruma politikası uygulanacak. İmkânsız değil, hele de ülkemizde direnen halk güçlerinin iktidarı her yerinden kuşattığı ve kendi seçeneği için sokakları doldurduğu şu günlerde, asla imkânsız değil. 

Barış ile ilgili bir çalışmada, barışın ne olduğu sorulan çocuklardan biri “Sabahları insanların birbirine günaydın demesi” demişti diye hatırlıyorum. Böyle sabahlar yakındır diyelim ve bitirelim. 

Bahsi geçen raporun tamamına şuradan ulaşabilirsiniz: https://bianet.org/system/uploads/1/files/attachments/000/003/577/original/baro-pdf-son_compressed-1-1646210881.pdf?1646229237