Paris Komünü ve Ortak Lüks: Komün’ün Deneyimlerini Yaşatan Mücadele

“Bir gece, nasıl oldu bilmem, istasyonun önündeki hendekte ikimiz yalnız kaldık: eski zouave pontifical ile ben, ellerimizde de iki dolu tüfek … İstasyona o gece saldırmadıkları için çok şanslıymışız. Hendekte bir o yana bir bu yana gidip gelerek nöbet görevimizi yaparken karşılaştığımızda şunu sordu bana:

– Bu yaşadığımız hayatın nasıl bir etkisi oluyor sende?

– Valla, dedim, ulaşmak zorunda olduğumuz bir sahilin gözümüzün önünde belirmesi gibi bir etkisi var.

– Bende, dedi, resimli bir kitap okuyormuşum gibi oluyor.

Sonra Clamart’daki Versaylıların sessizliği içinde bir o yana bir bu yana gidip gelmeye devam ettik.”[1]

Alıntı Kristin Ross’un Ortak Lüks: Paris Komünü’nün Siyasal Muhayyilesi adlı kitabından. Alıntılanan diyalog Afrika kökenli bir kraliyet askeri ile Komün’e katılan öğretmen Louis Michel arasında komün esnasında geçiyor. Louise Michel Paris Komünü’nündeki anılarını anlattığı kitabında böyle bahsediyor yaşadıklarının uyandırdığı imgelerden. Sömürge halkına mensup ve kraliyetin askerliğini yürüten bir Afrikalı ile Fransız bir öğretmenin Avrupa’nın göbeğinde kurulan 72 günlük bir komünde buluşmaları ve yaşadıklarının hissettirdikleri ile ilgili dile getirdikleri yukarıdaki diyalog kadar pek çok “romantik ama bir o kadar da gerçek” olay var tarihte. Ama belki de bu hikâyeyi özgün kılan şey, 72 günlük bir deneyimin zamanla ve mekânla sınırlı olmayan etkisiydi. Nitekim Kristin Ross, bu alıntıyı aktardığı kitapta Komün’e geçmişte yaşanmış ve bugün bir ders çıkarılması gereken olmuş bitmiş bir olay gözüyle bakmak yerine, 72 günlük deneyimde inşa edilen kültürün bugün bir biçimde işçi sınıfının mücadelesinin içerisinde yer almakta olduğunu vurguluyor.

Geçmişte olmuş ve sona ermiş bir olaydan bahsetmek yerine kitabının isminde de yer alan başkaca ucu açık ifadeler kullanmayı tercih eder Kristin Ross: “Paris Komünü’nün Siyasal Muhayyilesi”. Evet, o bir muhayyilenin ete kemiğe bürünmesi ve dünyanın her yerinde her an verilen mücadelelere ilham kaynağı olan bir büyük tahayyül gerçekleşmesi idi.

O tahayyül orada icat edilmemiş, orada türetilmemişti. Sınıflı toplumlar tarihi boyunca ezilenlerin maddi yaşamlarının içerisinde üretilmiş bir maddi ve gerçek kurtuluş reçetesi idi. 72 günlük deneyimde komünarların başardığı şeyler sınırlı olsa da başarmak istedikleri şeyler halen milyonlarca insanın kurtuluş reçetesinin içerisinde.

Devlet aygıtını parçalayan ve yerine komünlerin özgür birliğinin iktidarını tesis eden, bürokrasiyi hedefe koyan ve yerine komünlerin demokratik karar alma ilkesini geçiren, uzmanlığı hedef alan ve hatta 72 günlük bir deneyimde bile çocukların eğitimi için politeknik bir eğitim modeli geliştiren bir deneyim idi komün. Üstelik yeni kuşakların politeknik bir pedagojiyle yetişmelerini beklemeden hemen o anda komünarların birçok becerisini geliştirme faaliyetlerini de yaşama geçirmişti. Tam olarak bu yüzden geçmişte 72 günlük bir zaman dilimi ile sınırlı olmayan bir tahayyülün, kapitalizm sonrasında kurulacak bir toplumun birçok nüvesini barındırıyordu komün.

Bürokrasiyi Parçalamak ve Politeknik Eğitim

Ross’un da ifade ettiği gibi Komün devlet bürokrasisine yönelik bir “sökme” eylemiydi.[2] Tepeden tırnağa örgütlenmiş burjuva diktatörlüğü aygıtı olan devletin kademeleri parçalanmış, yerine işçilerin ve köylülerin komünlerinin birlikte yönetimi getirilmişti. Bu yıkıcı ve yeniden kurucu faaliyet Komün’den sonra -1875’te- Marx’ın ve Engels’in yazacakları Gotha Programının Eleştirisi’nde siyasal olarak “proletaryanın devrimci diktatörlüğü” olarak formüle edilecekti. Daha önce 1847-48 Komünist Parti Manifestosu’nda geçen bu siyasal kavram Komün’de vücut buluyordu. 1875’te Marx ve Engels şöyle yazıyorlardı:

“Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinin diğerine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna siyasal bir geçiş dönemi de karşılık gelir ve söz konusu geçiş döneminin devleti, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.”[3]

Proletaryanın 1871’deki ilk diktatörlük deneyiminde ilk hedef okullardı. Komün’ün önüne koyduğu ilk görevlerden birisi kafa ve kol emeği arasındaki ayrımı aşmak amacıyla eğitimi bütünsel bir faaliyet olarak organize etmek oldu. İşçi sınıfının birçok ihtiyacının yanı sıra, ilk işlerden birisinin bu olması dikkate değer bir nokta. Marksizm’in kendisini erken dönem ve geç dönem olarak ikiye ayıran, bu dönemsel arasında Marx’ın “epistemolojik bir kopuş” yaşadığını ileri süren ve erken dönemdeki kimi Hegelci kategorilerin (yabancılaşma) daha sonra terk edildiğini de savlayan bir yorumun bir bakıma pratikte yanlışlanması değil midir bu yönelim?

Bir kısmı I. Enternasyonal üyesi olan Komünarların iktidarı alır almaz ilk iş olarak silahlarını, kendilerini sarıp sarmalayan işbölümüne, uzmanlaşmaya, kafa-kol emeğinin ayrımına, bürokrasiye yani temelde yabancılaşmaya karşı çevirmeleri belki de Komün’ün en radikal faaliyetiydi. Yabancılaşma kapitalist maddi yaşamın bir unsuruydu ve Komün’ün doğal hedefiydi.

Ross’un Komün’ün trajik bir biçimde dağıtılmasından ve Komünarların büyük bir bölümünün kurşuna dizilmesinden sonra sağ kalmayı başarabilenlerin tanıklıklarına ya da Komün esnasında yazılan anılara/kayıtlara dayanarak yazdıkları bu radikal faaliyetin içeriği hakkında oldukça bilgi veriyor.

Komünarlar radikal bir pedagojiyi kısa sürede yaşama geçirdiler. Komün’e kadar çocukların üçte biri dini okullara gidiyor, üçte biri ise hiç okula gidemiyordu. Komünarlar dini okulları kapattılar. Komün sonrasındaki Üçüncü Cumhuriyet’e atfedilen laik eğitim aslında tarihteki ilk işçi iktidarının uygulamasıydı. Eğitim faaliyeti bununla sınırlı değildi elbette. Bütün çocuklara laik ve kamusal eğitim vermeye başladılar. Örneğin Komün’ün son haftalarında, Mayıs ayında Cizvitlerin elinde olan ve sadece 12 yaşından büyük erkek çocuklarının kabul edildiği bir meslek okulunu dönüştürerek edebiyat, fen, çizim, ahşap, kil, heykel derslerinin uygulanmasını öngördüler. Daha önemlisi bu okulun bileşimiydi. Okuldaki öğretmenler yalnızca daha önce öğretmenlik mesleğini icra etmiş kişilerden oluşmuyordu. Yapılan iş çağrısında eğitim faaliyetinin öğretmen olmak isteyen kırk yaş üzeri tüm işçilere açık olduğu vurgulanıyordu.[4] Yani belli bir alandaki uzmanlaşmanın eğitim yoluyla parçalanması öngörülüyordu.

Ross’un aktarımına göre Komünarlar bugün halen Fransa’da uygulanmakta olan çocuk bakım kurumunun ilk uygulayıcısı ve ilham kaynağı idiler. Burada ilham aldıkları kişi muhtemelen ütopik sosyalist Fourier idi. Siyah/koyu renk elbiseler giymeleri yasak olan bakıcılar kreşlerde dönüşümlü olarak çalışıyordu. Buradaki dönüşümlülük ilkesinin nedenini tahmin etmek zor değil. Kimsenin rutin ve standardize edilmiş sıkıcı bir iş faaliyetinde boğulmaması ve herkesin başka yeteneklerini de geliştirmek için fırsat bulması için yapılmış bir uygulama idi bu. Kreşlerin işçi sınıfının yaşadığı mahallelerde açılması öngörülmüş, bu kreşlerdeki eğitim içeriğinin tamamen değiştirilmesi planlanmıştı. Plana göre dini her türlü öğe eğitim müfredatından çıkarılacak ve yerine hayvanların, ağaçların resim ve heykelleri konulacaktı. Bugünün gözünden eleştirebileceğimiz bir “kuşhane” fikri de Komünarların gündeminde idi.

Başkalarını sevme ve onlara saygı duyma, adalet duygusu, herkesin ortak çıkarını gözetme gibi ilkelerle bezeli eğitim faaliyeti aynı zamanda politeknikti. Kendisini bir şair, bir devrimci ve bir nakliye işçisi olarak tanımlaanın mümkün olduğu ve bugün dilden dile çevrilen Enternasyonal Marşı’nın da şairi olan Eugene Pottier’in de yazarları arasında yer aldığı L’Atelier gibi işçi sınıfı dergilerinde çoklu eğitim talebi sıklıkla dile getiriliyordu. Çocuğun atölyeler ile okul arasında serbestçe gidip gelmesi, aletleri ustaca kullanabilmesi, üstelik kitap da yazabilmesi hedeflenmeli, belli bir mesleğe (yani uzmanlaşmaya) yönlendirilmesi reddedilmeliydi. Zanaatkârlar da sanat faaliyetleri, bilim ve kültürel faaliyetleri gerçekleştirebilmeliydi. Böylece kafa ve kol emeği birleşmeliydi.

Uzmanlaşmayı, bürokrasiyi ve bürokratik devlet aygıtını ortadan kaldıran ve yerine işçilerin/köylülerin özgür komünlerinin yerine geçmesi gerektiğini savunan bu gerçek faaliyet sadece Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde çıkmayacaktı karşımıza. Komün’den 46 yıl sonra, Temmuz 1917’de Finlandiya’da saklanmak zorunda kalan, tarihin gördüğü en büyük devrimci liderlerden birisi olan Vladimir İlyiç Lenin, Rusya’nın en karmaşık zamanlarında devrimin iktidar sorununa kafa yorarken, konu hakkında daha önce defalarca değindiği görüşlerini mavi bir defterde sistemleştiriyordu. Daha sonra Devlet ve Devrim olarak adlandırılacak olan o mavi defterde Lenin, çok hâkim olduğu Komün’e göndermeler yapıyor, Komün’den çıkarılan ve bugün halen geçerli olan derslerin bilimsel bir analizini yapıyordu. İktidarın ele geçirip geçirilemeyeceğine dair endişeleri kadar, her türlü gelişimden yoksun bırakılmış işçilerin iktidarı ne şekilde sürdürebileceklerine de kafa yoruyordu. Trajiktir ki kendisi bir bürokratizme karşı savaş lideri olan Lenin’in önderliğinde kurulan işçi devleti, kendisinin ölümünden sonra bir bakıma bürokratizme yenik düşecekti.

Komün Sonrası Yazın ve Ekolojik Toplum

Paris Komünü’nün uygulamalarının doğa ile kurduğu ilişkiyi gözlemlemek güç. 72 günde açığa çıkan sonuçlara bakarak doğa ile uyumlarını yordamak da güç. Yine de Kristin Ross Komün deneyiminin onu gözlemleyen William Morris, Peter Kropotkin gibi yazarlara ilham kaynağı olduğunu çarpıcı bir biçimde vurguluyor.

Peter Kropotkin Komün esnasında İsveç ve Finlandiya’nın buzul tepelerini araştırıyordu. Komün’de ortaya çıkan deneyimle birlikte 1871 sonbaharında kendisini toplumsal meselelere adamaya karar vermişti.

Tarım uygulamalarının yarattığı yoğun tahribatın bilincinde olan Kropotkin Komün’de açığa çıkan dayanışma ve yardımlaşma aracılığıyla ayakta kalma ilkesini Darwin’in çokça istismar edilen güçlü olanın ayakta kalma ilkesi ve Malthus’un buradan türetilen sosyal Darwinist teorisine güçlü bir itirazda bulunuyordu. Ross’un aktarımına göre odağını topluma çeviren Kropotkin, en güçlünün hayatta kaldığı bir gladyatörler savaşı yerine, organizmaları zorlu, hatta genellikle acımasız çevre koşullarının tam karşısına yerleştiren bir mücadeleyi öne çıkarıyordu. Kropotkin organizmaların hayatta kalabilmek için çeşitli işbirlikleri geliştirdiklerini ileri sürüyordu. Daha sonraları Kropotkin bu savını geliştirecek ve Paris Komünü’nü tıpkı doğada olduğu gibi, en zorlu koşullarda kurulan işbirliğinin bir örneği olarak tanımlayacaktı.[5]

Dikkat çekici nokta, Kropotkin, doğa-toplu ikiliğinin ötesine giden bir yöntemle doğa ve toplumun ontolojik bir birlik içerisinde olduğunun bir ipucunu yakalamışa benziyor. Anarşist yazının yanı sıra Marksist yazında bu yaklaşıma paralel bir yaklaşım yaklaşık 100 yıl sonra György Lukács tarafından geliştirilecekti. Lukács tamamlanmamış eseri Toplumsal Varlığın Ontolojisi’nde bu ikiliğin ötesinde bir varlık problemi ortaya koyarak, doğa ve toplumun birlikte uyumunun temelini sağlam bir biçimde ortaya koyacaktı.

Komün’e geri dönecek olursak, Komün’ün etkilediği bir diğer Kuzeyli yazar, William Morris’ti.

Yaşadığı çağda henüz kapitalizm ile tam olarak tanışmamış Finlandiya’ya gerçekleştirdiği ziyaretteki izlenimleri, komüniter birçok özelliğini barındıran bu toplumun, geleceğin toplumuna dair birçok ipucu barındırdığını belirten Morris, doğa ve toplumun birlikte evrimi konusunda yazdığı ütopik romanı Gelecekten Anılar ile bilinir ülkemizde.[6]

Ama Morris’in Paris Komünü’nü işlediği eser Umudun Yolcuları adlı manzum eseridir.[7] Ross’a göre iki ümitsiz aşığın çıktıkları devrim yolculuğunu anlatan bu eseri özel kılan şey, Morris’in Finlandiya’da doğa ile iç içe yaşayan komüniter toplumlar ile Paris Komünü’ndeki işçilerin yaşantısı arasında kurduğu benzerlikler. Komüniter toplumlar ile proletaryanın devrimci hareketinin buluşma zorunluluğu aslında bakarsanız bugün Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya kadar birçok coğrafyada keşfedilmeyi bekliyor. Yer yer de bu birlik sağlanıyor.

İşte Paris Komünü 151. yıl dönümünde bugünkü mücadeleye bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşacak birçok konuda ışık tutmaya devam ediyor.

Kristin Ross’un Komün deneyimlerini harmanlayan bu son derece çarpıcı incelemesi tekrar tekrar okumaya değer bir başvuru eseri olma niteliğini kısa sürede elde etti. Göğü fethetme amacıyla çıkılan bu zorlu yolda, Komünarlar’ın düşlerini gerçek kılma hikâyelerini anlatan yazarlar iyi ki varlar.  

[1] Louise Michel’in La Commune: Historie et Souvenirs [1898] adlı kitabından aktaran Kristin Ross, bkz: Ortak Lüks: Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi, Metis Yay. İstanbul, 2016, çev:Tuncay Birkan Sy:22,

[2] Ross, A.g.e., sy 51

[3] Gotha ve Erfurt Programları’nın Eleştirisi, Karl Marx & Friedrich Engels, Yordam yay 2017, çev: Erkin Özalp, sy 39

[4] Ross, a.g.e., sy 53

[5] Ross, a.g.e., sy. 87

[6] Bkz, William Morris, Gelecekten Anılar, çev. Ekin Bodur, Ayrıntı Yay, 2002

[7] Bkz, William Morris, Umudun Yolcuları, çev. Buket Akgün, Otonom Yay., 2007