Hatırlama Bir Direniş Biçimidir : Katliamın 27. Yılında Gazi

12 Mart, hem sosyalistlere yönelik 1971’deki askeri darbenin hem de 1995 yılında Gazi Mahallesi’ndeki katliamın gerçekleştiği gün olmasından dolayı, Türkiye tarihi açısından oldukça kara günlerden biri. 12 Mart’ta gerçekleşen bu iki “olay”, devrimci ve halkçı hareketlerin kitlesel düzeye ulaştığında devlet güçlerinden görecekleri karşılığı ortaya koyması açısından “öğretici” de. 

12 Mart ve Sonrası

Bütün dünyayı sarsan 68 öğrenci hareketi, Türkiye’de kampüsleri aşarak toplumun önemli kesimlerine yayılmaktaydı. Bu dönemde kitlesellik kazanan sosyalist harekete 12 Mart 1971’de gerçekleştirilen askeri darbe ile ket vurulmak istenmiş, fakat sonrasında sosyalist hareket tekrardan toparlanarak “devrimci durum”u sağlayacak kadar güçlenmişti. Buna sermayenin ve devletin karşılığı 12 Eylül 1980 darbesi olmuş ve uygulanan faşist uygulamalarla sosyalist hareketi ancak durdurabilmişlerdi.

12 Eylül sonrasında devrimcilere yönelik faşizan uygulamaların yanı sıra sermaye yanlısı politikalar izlenmekle birlikte toplumun Türk-İslam sentezine göre dizayn edilmesine de girişilmişti. Fakat darbecilerin bu girişimleri, 1989 Bahar Eylemlilikleri ile başlayıp 1990-91 yıllarındaki işçi ve kamu emekçilerinin mücadeleleriyle zirveye ulaşan direnişle yenilmişti. Bu direniş sonucunda neoliberal politikaları uygulamak için iktidara gelen ANAP devrilmiş, bir kısım devrimci-demokratı da barındıran SHP’nin DYP ile oluşturduğu koalisyon iktidara gelmişti. 

SHP-DYP koalisyonunun da halkın taleplerine cevap olamaması, Kürt halkının yükselen mücadelesi ve Sivas Katliamı’nın ardından SHP’den başlayan kopuşlar halkın önemli bir kısmının, özellikle gençlerin ve Alevilerin, 90’larda toparlanarak yükselişe geçen sosyalist harekete ilgisini ve katılımını artırmıştı. Alevilerin ve gençlerin örgütlü mücadeleye katılımı sosyalist harekete yeni bir direngenlik ve dinamizm de kazandırmıştı.

80’lerin Sonu 90’ların Başı

Neoliberal uygulamaları hayatı geçirmek için alınan 24 Ocak kararlarının 12 Eylül darbesiyle gerçekleştirilmeye çalışılması, kentteki fabrikaların ucuz emek-gücüne ihtiyaç duymasına neden olmuştu. Köylerden sağlanan ucuz emek-gücünün kente akmasının yanı sıra yaşanan savaştan dolayı zorla boşaltılan Kürt köylerinden gelenlerle “kenar mahallelerdeki” nüfus oldukça arttı. Gazi, Okmeydanı, Güzeltepe, Gülsuyu gibi sosyalistlerin ve Alevilerin yoğunluklu olduğu bu mahalleler, ucuz emek-gücünün göçünü kapsayarak devrimci hareketlerin merkezleri haline geldiler. Böylece köyden kente gelenler hızlıca politikleştiler. 1987 yılında Gazi Mahallesi’ndeki halkın temiz su talebi, yapılan çeşitli zamları protesto etmek gibi nedenlerle defalarca kez sokağa inmesiyle başlayan ve öğrencilerin, işçilerin ve kamu emekçilerinin mücadelelerinin de katkısıyla Gazi Mahallesi “kurtarılmış bölgelerden” biri haline geldi. 

Devlet ise Gazi Mahallesi’nin “kurtarılmasına”, devrimci örgütlerin merkezi haline gelmesine ve devrimci örgütlerin kazandığı direngenlik ve dinamizme karşı saldırıya geçmekte geç kalmadı. Devlet, Alevilerin devrimci örgütlere gösterdikleri yoğun katılımı hedef alarak Alevi-Sünni çatışması çıkarmaya özellikle yöneldi. Böylece devrimci hareketlerin mezhep çatışması temelinde bölünmesinin yanı sıra Sünnilerin devrimcilerden uzaklaştırılarak Türk-İslamcı çizgiye çekilmesi de amaçlanmıştı. Hakeza önemli bir güç haline gelmenin eşiğindeki devrimci örgütlere vurulacak darbe ve verilecek mesaj açısından da Gazi’deki “operasyon” devletin varlığı açısından hayati bir önem taşımaktaydı.

Bu bağlamda devlet beslemesi paramiliter güçler, 12 Mart gecesi gasp edip katlettikleri taksicinin arabasıyla kıraathaneye saldırarak Halil Kaya isimli Alevi dedesini katlettiler. Kıraathaneden sonra mahallenin çeşitli yerlerini tarayan paramiliter güçler sokağa dökülen halka saldırmaktan da çekinmediler. Paramiliter güçlerin yerlerini polise bırakmasıyla ve de şiddetle birlikte halkın direnişi de büyüdü ve İstanbul’un diğer mahallelerine yayıldı. Polisin bütün şiddetine rağmen günlerce süren halkın direnişi, askerin devreye girmesiyle ve devletin Gazi halkının taleplerini kabul edip uzlaşmasıyla son buldu.

Tarih Tekerrürden İbaret mi?

Katliamın ardından Gazi Mahallesi’ne yönelik devlet şiddeti ve baskısı son bulmayarak günümüze kadar devam etti, ediyor. Fakat Gazi halkının da direnişi ve mahallenin “devrimci merkezlerden” biri olma özelliği sürüyor. 

Gazi’de uygulanan katliama benzer biçimler, daha sonraları devrimci ve halkçı hareketlerin yükselişe geçtiği her dönemde ve yerde uygulanmaya devam edildi. Roboski’den Suruç’a, Sur’dan 10 Ekim Katliamı’na kadar bunun çeşitli örneklerini görmekteyiz. 

Osmanlı’dan bu yana süreklilik gösteren despotik devlet yapısı, halkın özgürlük mücadelesine her daim katliamlarla karşılık vererek yaşamını sürdürebildi. Fakat despotik devlet yapısı, bir devlet krizi gerçekliği ile karşı karşıya ve artık halkın büyük bir çoğunluğu tarafından da meşruluğu sorgulanır hale gelmiş durumda. İşçilerin, kadınların, gençlerin, Alevilerin ve Kürtlerin despotik devlete karşı gösterdiği direnişler demokratik bir cumhuriyete kavuşabilme ihtimalimizin gerçekçiliğini göstermekte. Bu minvalde Demokratik Cumhuriyet talebi ve mücadelesi yükseltildiği takdirde katliamların tarihinin tekerrürünün önüne geçebilmemiz oldukça mümkün.

 

Bu yazı Özge Karbo ve Caner Malatya’nın ortak yazısıdır.