Nazan Gevher Çam: Sendikadan Şeffaflık, Hesap Verebilirlik, Sendika İçi Demokrasi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Gibi Beklentilerimiz Var

El Yazmaları’nın Notu: Geçtiğimiz günlerde Kadıköy Belediyesi işçilerinin ek protokol talebini dile getirdiği için 9 işçinin işyeri temsilcilikleri DİSK Genel-İş Sendikası tarafından ellerinden alındı. Temsilciliği elinden alınan işçilerden biri olan Nazan Gevher Çam ile yaptığımız röportajı siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.

 

Kadıköy Belediyesi işçilerinin ek protokol talebini dile getirdiğiniz için DİSK Genel-İş Sendikası tarafından temsilcilikleriniz elinizden alındı. Ek protokoldeki talepler nelerdir? Sendikanın sizleri görevden alma nedeni neydi?

Yeni toplu iş sözleşmesi için müzakere masasına Temmuz’da oturulacak. Müzakere sürecinin ne kadar süreceği, yüzde kaç zam alacağımız belirsiz. Bugün yüzde 124 oranındaki enflasyon karşısında, üç gün süren grevimizin ardından sendika genel merkezinin imzaladığı yüzde 8 zam ile geçinmeye çalışıyoruz. Bunun imkânsız olduğu aşikâr. Bu koşullar altında geçim sorunu ertelenemeyecek acil bir sorun. Bu nedenle Kasım ayından bu yana Toplu İş Sözleşmesi’ni (TİS) bekleyemeyeceğimizi, işçi ve işveren arasında bir ek protokol yapılarak ücretlerimizin enflasyon oranında iyileştirilmesi gerektiğini söylüyorduk. Bağlı olduğumuz Genel-İş Anadolu Yakası 1 No’lu Şube yöneticileri başkanın SODEMSEN’le görüşeceğini, beklememiz gerektiğini söylediler. Sonradan öğrendik ki öyle bir görüşme randevusu bile yok.

Şubenin eylemsizliğinin, ertelemeye eğiliminin nedeni bir temsilci toplantısına Genel-İş genel merkez yöneticisi Çetin Çalışkan’ın katılmasıyla açıklığa kavuştu. Çalışkan, TİS’ine 1 yıldan az kalmış yerlerde ek protokolden yana olmadıklarını yazıyla tüm şubelere iletmiş olduklarını söyledi. İnanamadık. Sendika bize açıkça dişimizi sıkmamızı söylüyordu. Bunu bir sendika söylüyordu. Gerekçesi ise daha kötüydü. Eğer ek protokol ile ücretlerimiz şimdi iyileştirilirse TİS’te arzu edilen bir ücret zammı alamayabilirdik. İmza attıkları yüzde 8 kimin arzu ettiği orandı bilmiyoruz, fakat ek protokol ile TİS’in iki ayrı şey olduğunu, bunun sadaka pazarlığı olmadığını üstüne basa basa vurgulaması gereken sendikaydı. Ek protokol ile ücretlerimizin normal bir seviyeye çekilmesi gerekiyor ki TİS’te onun üzerinden ilerleyelim. Bu kadar basit. Sendika basitçe “Şimdi verirse sonra vermez” dedi.

Hemen ardından DİSK’in 16 Şubat için yaptığı eylem çağrısında enflasyon nedeniyle AKP’ye yüklenip faturaları protesto etmekle yetinmesi, ücret zammı konusunda işverenleri muhatap almaktan kaçınması işçi tabanında öfke uyandırdı. Çağrının karşılık bulmadığı, o gün alanın boşluğundan da belliydi. Biz yine de işçinin talebini dile getirmek için o gün oraya gittik. Ek protokol istediğimizi ve bunu haliyle işverenden istediğimizi, sendikanın bizi yalnız bıraktığını söyledik. Birbirimizin dövizlerini sansürlemek aklımızdan geçmedi, herkes kendi sesiyle öfkesiyle oradaydı. O gün DİSK yönetimi diyebilirdi ki “Talebinizi, tepkinizi anlıyoruz, sendikanızla görüşeceğiz”. Bu kadar. Yapmadı. Onun yerine görmezden gelmeye devam etti, pankartlarımız zorla indirilmeye çalışıldı, başka konfederasyondan olduğumuz yalanı dolaşıma sokuldu. Bu kadar haklı bir tepkiye verecek cevapları olmadığı için çareyi bizi düşmanlaştırmakta, sonra da tasfiye etmekte buldular.

Kısaca görevden alınma nedenimiz, sendika bürokrasisini eleştirmemiz. Sendikadan şeffaflık, hesap verebilirlik, sendika içi demokrasi ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi beklentilerimiz var. Bunları beklemekle kalmıyor, gerçekleşmesi için çabalıyoruz. “Patron kızmasın, sendika genel merkezi kızmasın, ağzımızın tadı kaçmasın” diye sendikacılık yapılabileceğine inanmıyoruz. Bir sendikada gözetilecek tek çıkarın, işçinin çıkarı olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu ilkeler etrafında bir araya gelmiş temsilcileriz. Bu ilkelerin pek rağbet görmemesi nedeniyle, yaklaşmakta olan TİS süreci kimsenin tadını kaçırmadan geçsin diye de alelacele devre dışı bırakıldık.

Ek protokol konusunda şöyle bir gelişme var. Başka belediyelerdeki işçi arkadaşlara 300 TL, 500 TL gibi ek ücretler teklif edildiğini duyuyoruz. Geldiğimiz noktada bir haftalık mutfak masrafı bile değil bu. Belediyenin bütçesi nedeniyle enflasyon oranında zam yapılamayabilir, o zaman da mümkün olan en yakın oran hesaplanır. Kaldı ki söz konusu belediyeler taşra belediyeleri değil.

Sendikanın geçtiğimiz yılki Toplu İş Sözleşmesinde de Kadıköy Belediyesi işçilerinin direnişini ve iradesini hiçe sayarak belediyeyle anlaşmaya gittiğini biliyoruz. Genel-İş Sendikası’nın Kadıköy Belediyesi işçilerine ve onların temsilcilerine yönelik özel bir tutumu mu var?

Genel Merkez TİS Daire Başkanı en son burada katıldığı temsilciler toplantısında Kadıköy Grevi’nde neler yaşandığını izah etmeye çalışırken sendikada her şeyin genel merkezin bilgisi dahilinde ve onayıyla gerçekleştiğini ifade etti. Bu emek dinamiklerini bürokrasiye indirgeyen bir söylem. Kadıköy Grevi işçinin iradesinin sonucudur, genel merkez imza atmak zorunda kalmıştır. Grev sayesinde işçi hakları, emek politikaları yeniden ülke gündemine girdi. Geldiğimiz nokta Tekel Direnişi’ndeki, Gezi’dekine benzer bir atmosfere gebeydi. Bunu kim ister? Kadıköy Belediyesi işçisi sımsıkı kenetlenerek işte bunu başardı. Dolayısıyla Genel-İş’in bize yönelik özel bir tutumu olması anlaşılır, özel bir ilgiyi hak ediyoruz.

Genel-İş’teki şeffaflık sorununu, daha doğrusu şeffaflıktan uzak olma sorununu en çok dile getiren de biziz. Ek protokol meselesinde olduğu gibi sürekli adım atma, eyleme geçme yönünde baskı kuruyoruz, çünkü temsil ettiğimiz tabandan gelen baskıyı yönetime aktarmakla yükümlüyüz. Söz konusu özel tutumu yalnız böyle de hak etmiyoruz. Bağlı olduğumuz Anadolu Yakası 1 No’lu Şube, Genel-İş’in en yüksek sayıda kadın üyesi bulunan şubesi. Mor Liste de buradan çıktı. Silme erkeklerden oluşan kurullarla yönetmeye devam edemezsiniz diyerek iradi bir müdahalede bulunduk. Ardından hazırlanan toplu iş sözleşmesini toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle ele aldık, hazırladığımız maddeleri müzakere masasında savunduk ve çoğunu kazandık. O sözleşme her seferinde gelişecek bu anlamda. Ama yetmez. Sendikanın tüm karar alma mekanizmalarında herkesin eşit temsiline yönelik tüzük değişikliği yapılması gerekiyor. Ataerkiyle özdeşleşmiş bir örgüte diyoruz ki bu işi bugüne dek yaptığınız gibi erkek erkeğe yapmaya devam edemezsiniz, kabul etseniz de etmeseniz de geçti o günler. Çeşitli işçi kesimlerini, her birinin gerektirdiği yöntemlerle örgütleyip temsil etmediğiniz müddetçe üye ve itibar kaybetmeye devam edeceksiniz. Seçimlere indirgediğiniz demokrasiniz de meşruiyetiniz de inandırıcılığını çoktan yitirdi. Bizce onlar da farkında ama kaybedecekleri şeyi çok önemsiyorlar galiba. Ataerki için tehdit teşkil ediyoruz kısaca.

İşçi sınıfının Trendyol’dan Yemeksepeti’ne Farplas’tan Aliağa’daki Gemi Söküm İşçilerine uzanan bir genişlikte ayağa kalktığını görüyoruz. Belediye işçilerinin de bu sürece katılabileceğini düşünüyor musunuz?

Birkaç ay içinde alım gücü korkunç bir oranda azaldı, önümüzdeki aylarda durumun daha da kötüleşmesi bekleniyor. Hane bütçelerinin adapte olabileceği, bir süre -eski deyimle- kemer sıkarak atlatılabilecek türden bir yoksullaşma değil bu. Vakit geçtikçe de derinleşiyor. Tüm işçiler gibi belediye işçileri de huzursuz, 696 sayılı KHK sırasında kadroya geçirilmek bir yana mevcut haklarını da kaybeden belediye işçileri daha da huzursuz. Geçim sıkıntısı birincil sorunumuz haline geldi. Bu sorunun sendika tarafından görülmesi ve çözümleri için adımlar atması gerekiyor. Biz sendikalı ve DİSK’te örgütlü işçileriz. Bunun bir anlamı ve karşılığının olmasını elbette bekliyoruz. Bu karşılık eleştirdiğimiz zaman tasfiye edilmek değil.

Taban, eylemselliğe çoktan hazır. Bu eylemselliği örgütleme görevi geleneksel olarak, tanımı gereği sendikalarındır. Dolayısıyla gözler sendikada ama sendika dört ay boyunca bir şey yapmadı, yapmamakta da kararlı görünüyor. Bir şey yapmaktan kastım; TİS masasında üzerinden pazarlık edilebilecek, enflasyon oranında bir ücret zammı talep etmek. Biz belediye işçileri olarak dört aydır oyalanıyoruz, sendika bürokrasisini aşıp işverenle pazarlık aşamasına gelemedik. Öte yandan, bürokratik engelleri tanımayan fiili hareketlilik örnekleri görmeye başladık. Nasıl ki insan devlet için değil devlet insan içinse sendika da işçi içindir; gelinen noktada tam tersi gibi görünse de bu böyle. Dolayısıyla temsil ettiği işçilerin ihtiyaçlarına karşılık verme kapasitesini bu denli yitirdiğinde meşruiyetiyle birlikte geçerliliğini de yitirmesi muhtemel. Söz konusu devrimci bir konfederasyon olunca insan üzülüyor, yoksa örgütleri ilahlaştırmıyoruz çünkü aslolan işçidir. Koşullar uyarınca yeni örgütlülük biçimleri, yöntemleri üretme kapasitesine hayli hayli sahiptir.