Putin Kılıcını Attı!

Ukrayna’da yakılan savaş ateşi, atılan odunlarla harlanıyor. ABD ve İngiltere’nin özel çabalarıyla alevlenen Ukrayna’daki savaş hali, Rusya’nın işgal girişimiyle yeni bir seviyeye ulaştı.

Ukrayna’nın çeşitli kentlerini bombalayıp Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetleri ile Belarus’tan Kiev’e doğru saldırıya geçen Moskova kılıcını ortaya attı. Putin’in kınından çıkardığı kılıç, 21. yüzyılın başından itibaren küresel güçler arasında derinleşip genişleyen hegemonya krizinin ekonomik alanı kapsayıp aşarak sıcak askeri savaş noktasına ulaştığını imliyor.

Hegemonya Krizi Kapitalizmin Krizi

İnsanlık tarihinde daha önce gerçekleşmemiş bir gerçekliğin içindeyiz: Bir üretim biçimi (kapitalizm) bütün dünyaya yayılarak egemen hale geldi. Hatta, sermayedarlar ve onların kalemşorları “tarihin sonunu” bile ilan etmişlerdi. Fakat 2007’de finansal alanda uç verip 2008 ve 2009’da bütün piyasalara yayılan kapitalizmin ekonomik krizi, bu sefil hayalleri sönümlendirdi.

Kimi zaman krizden çıkış ışığı göründüğüne dair söylemler ortalıkta uçuşsa da, kâr oranlarının düşme eğiliminin süreklileşmesi ve artı-değerin realize olması için tüketimi kışkırtmayı amaçlayarak açılan sınırsız kredilerin geri dönüşünde yaşanan “aksaklıkların” çöküşler yaratmasıyla bir anda sivrilen kapitalizmin krizi derinleşmeyi sürdürüyor. Sermaye kuruluşlarının da itiraf ettiği üzere, tünelden çıkış hâlâ gözükmüyor.

Bütün dünyadaki piyasaların pürüzsüz şekilde işlemesi için ortaya konulmuş olan ABD’nin imparatorluk hamlesinin Irak ve Afganistan’da yaşadığı başarısızlık ve ek olarak, ABD sermayesinin krizden etkilenerek ekonomik güç kaybına uğraması küresel düzende çatlaklara yol açtı.

Bu çatlaklardan da, ucuz, nitelikli ve kitlesel iş gücünü (Çin), katma değeri yüksek meta üretimi ile finansal gücünü (Almanya) ve petrol ve doğalgaz gibi değeri yüksek kaynaklarını (Rusya) kullanan ülkeler kafalarını uzatarak küresel güç ilişkilerinde kendilerine ait bir yer talep etmeye başladılar.

Ancak, krizin çözülemeyip süreklileşmesi, pastanın diğer güçleri de içine alacak şekilde büyütülmesini ya da var olduğu kadarıyla nasıl paylaşılacağı konusunda uzlaşma sağlanabilmesini giderek daha fazla engelliyor.

Bu nedenle, bütün küresel güçler paylaşım masasında kalabilmek, keselerinin büyüklüğünü korumak ve mümkünse genişletmek için çabalıyorlar. Bu güçler, artı-değerin kaynağına (yani çeşitli ülkelere ve bölgelere) bizzat yerleşip buralardaki zenginliklere el koyma ve kendi sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda bağımlılaştırılmış piyasalar oluşturmayı hedefliyor: Eskimeyen “yeni” emperyalist politikalar!

Dünyadaki pazarların sınırlılığı ve kapitalizmin yol açtığı ekolojik kriz de küresel güçler arasındaki savaş ateşinin sürekli artmasına neden oluyor.

Sonuçta, kapitalist üretim biçiminin var olmasında ortaklaşmış olsalar da dünya pastasından pay alma konusunda anlaşamayan küresel güçler arasındaki savaş ve hegemonya krizi giderek derinleşiyor ve derinleşecek.

Putin’in Hamlesi

Küresel güçler alanındaki tahtını kimseye bırakmak istemeyen ABD, SSCB’nin dağılmasının ardından zengin enerji kaynakları ve sosyalizmin mirası olan nitelikli iş gücüne sahip olan Rusya’nın tekrardan küresel güç olamaması için uzun süredir çaba gösteriyordu. Berlin Duvarı’nın yıkılması sürecinde Sovyet liderlerine verilen NATO’yu “doğuya doğru büyütmeme” sözü “tutulmadı” ve Rusya’nın çevrelenmesini hedefleyen hamleler sürekli yapıldı. “Renkli devrimler” ve eski Varşova paktı ülkelerinden NATO’ya yeni üyelerin alınmasıyla çevreleme tam bir kuşatmaya dönüştü.

Ukrayna’da Neonazilerin iktidarına verilen destekle, kuşatma hamlesi Rusya’yı doğrudan darbeleme stratejisine evriltilmek istendi. Moskova ise, Kırım’ı ilhak ile Donetsk ve Lugansk’taki bağımsızlık ilanlarıyla, kendisini darbeleme stratejisini kısmen boşa çıkartmayı başardı. Şimdi gerçekleştirilen Ukrayna’yı işgal girişimi, Rusya’nın savunma pozisyonundan hücum pozisyonuna geçerek kuşatmayı yarmaya yöneldiğini gösteriyor.

Putin’in oligark arkadaşlarının servetlerinin toplum nezdinde tepki görmesi ya da enerji fiyatlarındaki yükselişe rağmen Rusya ekonomisinin krizini atlatıp güçlü kılacak noktaya sıçrayamamış olması gibi iktisadi nedenler, Rusya’nın “saldırıya” geçmesinin önündeki engelleri oluşturuyordu. Keza, Suriye’deki ve Karabağ’daki askeri konumlanması, Kazakistan’a askeri birliklerinin girişi, Belarus’ta Lukaşenko’ya verdiği dolaylı askeri desteği ve Kırım’ın Ukrayna’dan “geri alınması” gibi olgular da, aslında sınırlı bir ekonomik güce sahip olan Rusya’nın ekonomik ve askeri gücünün sınırlarını daha da zorluyordu.

İşte bu engeller ve gücünün sınırları, Rusya’nın yeni bir askeri hamle yapmasını beklenmedik kılmaktaydı. Ek olarak, Batı sermayesinin yaptırım sopasını sallaması ve bunun zaten sıkıntılı durumdaki ekonomiyi daha da zora sokacak olması “beklenmemeyi” arttırmaktaydı.

Ancak, kendisini geriye çeken gerçekliklere rağmen şimdi yapılan ileri hamleyle başlatılan işgal girişimi, Rusya’yı boğmaya başlayan kuşatmayı yarma ihtiyacını karşılıyor. NATO silahlarının, SSCB’nin dağılmasının ardından verilen sözlerin hiçe sayılarak Rusya’yı tehdit edecek konumlara yerleştirilmesi, Moskova’ya geri adım atacak yer bırakmıyor. Ukrayna’da mevzi kaybedilmesi, Rusya’nın Karadeniz ve Avrupa’dan tecrit edilerek “sıradan” bir bölgesel Asya gücü seviyesine düşürecekti. Ayrıca, zengin tarım toprakları, doğalgaz ve petrol ihracatı için kavşak noktası olması gibi stratejik ve ekonomik nedenlerle Ukrayna Rusya için ekonomik açıdan da resmen kırmızı çizgi oluyor.

Öte yandan Ukrayna’daki adım, şayet başarılı olursa, Rusya için bir “yayılma fırsatı” olma olasılığını da barındırıyor.

İlk olarak belirtmeliyiz ki, Karabağ, Kırım ve Kazakistan’da kendisini kuşatma girişimlerine karşı koyabilme gücünün olduğunu gösteren Rusya, Ukrayna krizinde “Batı”da oluşan çatlakları da kullanarak ileri bir adım atıyor ve yarma harekatını başlatıyor.

Putin’in konuşmalarına hâkim olan tema da bu “ilk” adımlar.

Putin’in öncelikle kendilerine yönelik hamlelere ve tutulmayan sözlere vurgu yapması savunmadan saldırıya geçiş için meşruluk sağlamayı amaçlıyor. Sırbistan’dan Irak’a, Libya’dan Suriye’ye kadar ABD’nin hegemonya hamlelerine işaret etmesi ise, ABD’nin Ukrayna’ya olası karşı hamlesinin meşruluğunu şaibeli hale getirmeyi ve Rusya’nın dünyanın başka bölgelerindeki “ABD-zedelere” destek vermesinin önünü açıyor. Keza Neonazileri silmeye ve SSCB’nin Nazi Almanya’sına karşı savaşına yönelik vurgu da, dünyada kendisine destek verebilecek güçleri ve verilecek desteğin “ideolojik” meşruiyetini sağlamayı hedefliyor. Nükleer güce yapılan özel vurgu da, Putin’in kendisiyle savaşa girmeyi niyetlenenlere verdiği gözdağı.

Putin, çok yönlü hamlelerle yeni alanlara yayılım yaparak kuşatmayı yarmayı önüne koymuş durumda.

Nitekim Washington Post’ta çıkan yazıda[1] da görüldüğü üzere, Putin’in konuşması sonrasında, Rusya’nın eski Sovyet ve Doğu Bloku coğrafyasına doğru açılmayı hedeflediğine dair iddialar Batı’ya hâkim olmuş durumda. Hiç de haksız değiller!

İşte, ikinci olarak da, en bayağı haliyle savunulan Rus milliyetçiliği üzerinden açıkça “yayılmacı” hedefler güdülüyor.

Öte yandan, “En iyi savunma saldırıdır” düsturu ve “Leningrad sokaklarının verdiği ders”, Putin’i kişisel olarak cesaretlendirmiş olsa da, rakiplerinin bazı ekonomik ve siyasi durumlarının da bu cesareti desteklediğini düşünebiliriz.

İşgal girişimini kınayarak ekonomik yaptırımlarla yetinen Almanya ve Fransa’nın Rus enerjisine bağımlılıkları ve ek olarak, Rusya’nın ABD-İngiltere tarafından kuşatılmasının aynı zamanda Washington-Londra hattının AB üzerinde de hegemonya kurması anlamını taşıyor olması, Moskova’nın elini güçlendiriyor. Putin, tam da bu noktalardan hamle yaparak Batı’nın çatlaklarını derinleştirmeye çalışıyor.

Çatlakların derinleşerek Batı’daki güç yoğunluğunu azaltması, Rusya’nın kuşatmayı yarıp eski Sovyet ve Doğu Bloku coğrafyalarına dönük yayılmacı politikalarının yürüyebilmesinin de anahtarı.

Bütün bunlara Çin’in Avrupa ile olan ilişkilerini ve Moskova’ya olan desteğini de eklediğimizde, Rusya -aşırı iyimser olmakla birlikte- kendi çıkarlarına uygun bir yeni durum yaratmayı olası görmüş olmalıdır. ABD’nin yaşadığı hegemonya krizi ve Almanya’yı küresel güç haline getiren ekonomik gücünün Rusya ve Çin’le olan bağlantısı, Putin’e hayaller kurma imkanını veriyor.

İşte, Putin, hayallerini gerçekleştirebilmenin yolunu açmak için kılıcını kınından çıkardı.

Moskova’nın sınırlı ekonomik gücü, Çin’in vereceği ekonomik ve siyasal desteğin boyutları ve ABD’nin devasa niteliğini koruyan askeri gücü ise, Putin’in hayallerini gerçekleştirebilmesinin önünde duran büyük engeller.

Quo Vadis NATO?

Birkaç aydır savaş tamtamlarını çalmaktan bıkmayan ABD ve İngiltere’nin, Rusya’ya işgal girişimine tepkisinin “şimdilik” kınamak, sert ekonomik yaptırımlarda bulunmak ve Ukrayna’ya askeri yardım etmekle sınırlı kalması ise, kapitalizmin ekonomik kriziyle bağlantılı olan küresel hegemonya krizinin tekrar tekrar ortaya koyduğu bir gerçekliği yeniden öne çıkardı.

Afganistan’dan çekilme, Suriye’de dosyayı bölgesel güçlere devretme, Irak’ta İran’ın etkisini kıramama, Karabağ’da kendisine yanaşan Paşinyan’ın yenilmesini engelleyememe durumlarında kendisini gösteren bu gerçek, şimdi de Zelenski’nin yardım çığlıklarının Washington’da hoş bir seda olarak kalmasıyla öne çıkıyor. Zaten, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in “Ukrayna’da NATO askeri yok, gönderme planımız yok, ancak Ukrayna’yı destekliyoruz” demesi durumu netçe özetliyor.

ABD’nin askeri hareketini sınırlamasının bir nedeni, devasa askeri gücünü hareket ettirecek “devasa” ekonomik güce sahip olamaması. Trump’ın “Suriye’de kalırsak faturayı Suudiler ödesin” [2] vecizesinden ifadesini bulduğu üzere, ABD askeri harekatlarını irili ufaklı müttefiklerinin maddi desteğiyle yapmaya çabalıyor.

NATO’nun “yeni” üyeleri ve Rusya’nın yakın komşuları Litvanya, Estonya ve Letonya, Rusya’ya yönelik yapılacak hamlelerde ABD’nin kullanmak istediği “aracılar”. Fakat onların da sınırlı güce sahip olması, ABD açısından Ukrayna’nın NATO üyeliğini olmazsa olmaz kılıyordu. Ayrıca, güneydeki Gürcistan ve Azerbaycan ile NATO üyelik müzakereleri yürütülmesi de gösteriyor ki, ABD NATO aracılığıyla Rusya’yı kuşatıp darbelemek istiyor. Fakat, NATO’nun “aracılığının kapasitesi” ne kadar yeterli?

Soğuk savaşın bitmesiyle NATO’nun “ideolojik meşruiyeti” tartışmalı hale gelmişti. Ek olarak, özellikle Almanya-Fransa ekseninin “stratejik özerklik” peşinde koşması, NATO’nun ana üyeleri arasında hegemonya savaşımına yol açmış ve Fransa devlet başkanı NATO’nun “beyin ölümünü” [3] ilan etmişti. Almanya ve Fransa’nın NATO’dan ayrı olarak PESCO (Daimi Yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması) yapılanmasını sürdürmesi de NATO’yu zayıflatıyordu. Dolayısıyla, NATO’nun acil olarak Ukrayna gibi yeni can suyuna ihtiyacı vardı. Bu doğrultuda temkinle ilerleniyordu, bakalım Rusya’nın hamlesi ne sonuç doğuracak.

Batı’nın “Kınamaları” ve Yaptırımları

Irak işgalinden beri ABD’nin “yancısı” pozisyonundan ayrılmayan İngiltere ise, Ukrayna meselesine canhıraş saldırarak eski günlerine bir nebze de olsa kavuşmanın derdinde. Bunun için Polonya üzerinden Ukrayna ile ayrı bir iletişim kurmaya çalışarak inisiyatif almaya bile kalkışan Londra’nın, ABD desteği olmadan başarılı olması pek olası değil. Ayrıca, Polonya ve Ukrayna’ya komşu olan Belarus’un asker gönderebileceğini söylemesi ve Rusya’nın Belarus’tan Ukrayna’ya girme girişiminde bulunması da, İngiltere’nin Polonya planlarına da net bir “mesaj”! Nitekim bütün savaş şehvetine rağmen Boris Johnson’un sonuçta sadece “büyük ekonomik yaptırımlarla” yetinmesi, İngiltere’nin kapasitesinin sınırlarını ortaya koyuyor.

Almanya ve Fransa hattının ise “vaka-i adiyeden” sayılabilecek bir kınama ve bankacılık ile savunma sanayini (petrol ve doğalgaz değil!) etkileyecek ekonomik yaptırımlarla sınırlı kalması, hem onların gücünün sınırlılığına işaret ediyor, hem de ABD’nin Avrupa’da kurmak istediği hegemonya çabasına karşı olduklarını gösteriyor. Berlin ve Paris’in; Rusya ve ABD-İngiltere arasındaki gerilimde bir adım geri durarak kendilerinin olası güç kaybını engelleme ve oluşacak ekonomik fırsatlardan yararlanma gibi “sinsi” niyetlere sahip olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Halkların Barışını Savunmak

Küresel güçlerin Ukrayna’yı savaş alanına çevirerek birbiriyle karşı karşıya gelmekten çekinmemeleri, emperyalist paylaşım savaşının en üst seviyede yaşanmaya başladığına işaret ediyor. Sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda yürütülen savaşlar, dünya halkları açısından büyük tehlike taşıyor. Ekonomik alanda yoğunlaşan paylaşım savaşımının askeri alana sıçradığı bir dönemin başlangıcındayız. Savaş coğrafyalarının, küresel güçlerin karşılıklı hamleleriyle giderek büyüyeceği ve tekmil dünya halklarının savaşa sürüklenebileceği bir zaman dilimine girme olasılığıyla yüzleşiyoruz.

Üstelik, küresel güçlerin cephanelerinin ulaştığı yok edici boyut, dünyadaki bütün canlı yaşamı tehdit ediyor.

Emperyalist paylaşım savaşına ve onun getirdiği şovenist söylemlere karşı halkların barışını ısrarla savunmak yaşamsal bir önem taşıyor. Kapitalizmin bizlere sunduğu savaş cehenneminden kurtuluşun tek yolu halkların aralarında kurulacak barış köprüsüdür.

Dipnotlar

[1] https://www.washingtonpost.com/opinions/2022/02/21/ukraine-invasion-putin-goals-what-expect/?fbclid=IwAR2To0jEEQ6NeNqgxT4U-957q6lhpqEddojr8ouGMb-vJ1CYcvCke1U2uJc

[2] https://tr.sputniknews.com/20180405/trump-abd-ordusu-suriye-suudi-arabistan-masraf-karsilanma-1032921942.html

[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50342428