Fiilen Millet İttifakı’nı Desteklemek ya da Bir Çıkış Yolu Örgütlemek

Bunca yolsuzluk belgesine, vurgun belgesine, hırsızlığı, talanı kanıtlayan bunca tanığa ve belgeye rağmen, faturalar, bordrolar ve etiketlerin ülkenin en çok konuşulan belgeleri olmaları, bu iktidarın yozlaştığına ve el değiştirmesi gerektiğine dair manipülatif Millet İttifakı propagandasına karşı sosyalistlerin bir zaferi midir? Herkes geçim derdini, herkes zamları, herkes faturaları konuşuyorsa, işçi sınıfı sokağa çıkıyorsa, gençler geçim ve barınma derdiyle isyan ediyorsa, bu, sosyalistlerin bir başarısı olarak değerlendirilebilir mi? Millet İttifakı’nın yozlaşmış iktidar kurgusu tutmuyor mu? Millet İttifakı’nın karşısında düzen karşıtı, halkçı demokratik bir muhalefet mi beliriyor?

Doğrusunu isterseniz iyimser bir yorum yapmak güç. Ülkenin her yerinde sosyalistler gün doğmadan yola çıkıyor, gece geç vakte kadar canla başla çalışıyor, direnişler örgütlüyor, yayınlarını dağıtıyor, sanal âlemde propagandasını yürütüyor şüphesiz. Ancak yoğun çalışma temposu, çalışkanlık, fedakârlık, fedailik ne yazık ki tek başına yeterli olmuyor. Temel bir yönelim, temel bir program, bir buluşma zemini olmayınca her gün gerçekleştirdiğimiz bu fedakâr faaliyetler Millet İttifakı’nın büyüyen gücüne güç katmaktan ileri gitmiyor.

Geçinemiyoruz deyince Kılıçdaroğlu’ndan farklı ne söylemiş oluyoruz? Fatura ödemiyoruz deyince peki? Maaşlara zam istiyoruz deyince, temel tüketim maddelerine yapılan zamlar geri alınsın deyince ve yoksulların temel ihtiyaçları karşılansın deyince nasıl bir farkımız oluyor?

Aslında bakarsanız sadece ve sadece Millet İttifakı’nın hegemonik söyleminin içerisinde yer almış oluyoruz. Niyetimiz hiç öyle olmasa da niyetten bağımsız olarak fiilen düştüğümüz nokta bu oluyor. Bu acı durumla yüzleşmeliyiz. Her gün, her saat, her an halkın seçeneğini inşa etmek niyetiyle çıktığımız bu yolda, dönüp dolaşıp, AKP-MHP koalisyonu karşısında güçlü bir alternatif olarak beliren Millet İttifakı’nın seçim endeksli politikasının aparatı oluyoruz. Nedeni açık, çünkü programımız yok. Bu vesileyle birkaç ay önce alevlenen program tartışmasına geri dönmemiz gerekiyor.

Uzun bir sürece yayılan halk direnişlerinde, ekonomik krizin ağırlaşmasıyla birlikte ekonomik taleplerin öne çıktığı bir döneme girildiğini görüyoruz. Görünüşe göre bu durum böyle devam edecek. Proleterleşme arttı, milyonlar mülksüzleşti, ücretli çalışma oranı arttı. Bu olguya eşlik eden şey ekonomik kriz oldu.

İşçi sınıfının zaten irili ufaklı başlayan direnişlerinin birden havza havza yayılmaya başladığına tanık olduk. İşçi sınıfının en güvencesiz kesimini oluşturmanın yanı sıra, pandeminin yaygınlaştırdığı yaşam biçiminin ciddi bir şekilde kitlesini arttırdığı kurye-kargo çalışanları isyanların başını çekti. Ama durum onlarla sınırlı değil ve bunlara eşlik eden bir sanayi işçileri bölüğü var. Tekstil ve metal sektörlerine yayılan direnişlerin ağırlığı yine ekonomik temelli.

Talepler Birikirken

İşçi direnişlerine eşlik eden bir diğer dinamik ise kabarık faturalara karşı sokağa dökülen kendiliğinden gelişen halk eylemleri oldu. Görünüşe göre halkın en yakıcı gündemi olan geçim derdi artık sokağa taşıyor. Dolayısıyla ekonomik kriz Kasım ayında yeni bir evreye girerken genellikle sokağa taşmayan tepkinin artık sokağa inme eğiliminde olduğunu söylemek yanlış değil.

Ekonomik talepler daha önceki halk güçleri direnişlerindeki siyasal taleplerin (Boğaziçi direnişi, kadınların yıllara yayılan direnişleri örneğin) ardından geldi ve aslında bu siyasal talepler halen ajandada duruyor.

Birikimleri küçümsememek gerekiyor, bunların kolektif ajandada her zaman var olduklarını da unutmamak gerekiyor. Kapitalist bölüşüm ilişkilerinin kitlelerce keşfedilmesi süreci en azından pandemi ile başlamıştı, çıplak bir kapitalist devlet gerçekliği geniş kitlelere teşhir oluyordu. Bu süreç devam ederken ekonomik kriz patladı. Baştaki şok halinin yerini kendiliğinden direnişler aldı.

Deneyimler de Birikiyor

Eylem deneyimleri önceki deneyimlerle kaynaşıyor. Talepler taleplere ekleniyor. Bütünün parçaları tamamlanıyor, resim belirginleşmeye başlıyor.

Bütün dediğimiz şey, halkın taleplerinin içerisinde konumlanmak kaydıyla varılacak olandır. Varılacak olan, bu düzenin aşılmasıdır. Nesnel olarak tam olarak buradayız ve daha birkaç ay önce sosyalist soldaki önemli bir tartışma konusu olan “bir programın gerekli olup olmadığına” dair tartışmada finale geliyoruz herhalde.

Bütün bu talepleri kendiliğindenliğin akışına bırakıp, direnişlerde içimizi mi rahatlatacağız? Yoksa tüm bu talepler bütünün bir siyasal programla buluşması için mücadele mi edeceğiz?

Çıkış Yolu Önermek

Bizim tercihimiz ikincisi. Krizler ortamında egemen sınıfların tüm tahakküm biçimlerinin sorgulandığı ve geniş kitlelerce tartışıldığı bir dönemde, bir çıkış yolu önermemek büyük bir siyaset hatası olacaktır. Şimdi önceki dönemlerden çok daha fazla yakınız bir ortak programa.

Bu ortak programın çok bileşenli bir özneyi hedefleyeceği çok açık. İşçi sınıfının öncülüğünde, kapitalist tahakküm biçimlerinin ve ondan beslenen diğer tüm tahakküm biçimlerini karşısına alacak bir öznenin inşası için yarın çok geç olabilir.

Git gide daha karmaşık bir duruma doğru gidiyoruz. Söylediğimiz her sözün, attığımız her adımın karşılık bulduğu bir dönemdeyiz. Tarih bu teveccühü her zaman yapmaz.