Beceriksizlikten Öte İflastan Az Beri

Gün geçmiyor ki iktidarın bir “beceriksizliğine”, devlet kurumlarının yetersizliğine tanık olmayalım. Günlük rutin içerisinde sıradan herhangi bir olayda bile bunlara tanık oluyoruz. Fakat sıradanlaşan beceriksizlik ve iflaslara karşı halk, tanık olma halini aşma çabalarını sürdürüyor.

Sadece Beceriksizlik mi?

Yazın yaşanan sel felaketi ve yangınlara AKP-MHP iktidarının müdahale edememesi/etmemesi ile başlayan beceriksizlik tartışmaları kar yağışıylarının ardından yaşananlarla daha da artmış durumda. Troll ordusunun uzun zaman sonra sosyal medyada gerçekleştirdiği organize saldırılara rağmen “beceriksizliğin” üzeri örtülemedi. Halkın nazarında iktidarın beceriksizliği kanıksanır bir hale geldi.

Peki bu durum sadece beceriksizlikten mi ibaret?

AKP’nin son yıllarda yaşanan tasfiyelerle Erdoğan etrafında kümelenmiş çekirdek bir grubun partisi haline gelmesi, “yetenekli” ve “becerikli” kadro sayısında bir düşüşe yol açtı. MHP ile ittifak yapılsa da bu düşüklüğün giderilemediği ortada. Dolayısıyla nitelikli ya da popüler deyimle liyakatli kadronun yetersizliği haliyle “beceriksizliği” getiriyor.

Fakat bu buzdağının küçük bir yüzü. Esas yüzünü ise “halk düşmanlığı” oluşturuyor.

İktidarın başındakilerden tutalım, cepteki  telefonu soran dayılara kadar uzanan nobran tavır; halkı biat etmesi gereken, elde ettiği her nimet için iktidara şükretmek zorunda olan insan topluluğu olarak tanımlıyor. Ayrıca “halk”, devletine bağlı “millet”ten farklı olarak ötekiyi de temsil ediyor. AKP-MHP sözcülerinin sürekli millet, milli gibi kelimeleri kullanması da aslında bunun işareti. Ve milletin hak ettiği zenginlik, hizmet vb. şeylere halkın ulaşma hakkı yoktur onların nezdinde. Böylece Türkiye toplumu millet ve halk olarak iki ayrı ulus olma sürecinde hızla ilerliyor.

Orman yangınlarına günlerce uçak gönderilmemesinden hak arayışında bulunan istisnasız herkesin terörist ilan edilmesine kadar çeşitli biçimlerde ortaya konan tavır, kar yağışında da ortaya çıktı. İktidar açık bir biçimde kendisinden olmayanların yolda kalmasını, soğuktan donma tehlikesi geçirmesini umursamayarak topu “halkın seçtiği” belediye başkanlarına attı. “Seçiminizin bedelini ödeyin” tavrı, devletin despotik karakterinin iktidar tarafından ne kadar içselleştirildiğinin de bir kanıtı. Ve devletin halkın değil iktidarın milletinin devleti olduğunun da…

İflasa Az Kala

Kar yağışı, önceki “felaketlerde” olduğu gibi, devlet kurumlarının işlevini yitirdiğini bir kez daha gösterdi. Devlet kurumları olan Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) arasındaki yetki ve sorumluluk tartışması, halkın can güvenliğinin önüne geçti. Uzun zamandır süre gelen devlet krizinin bir yansıması olan bu tartışma, devletin en temel işlevlerini bile yerine getiremeyecek noktaya geldiğini gösteriyor.

Devlet kurumları, yaşanan her krizi kendi güç alanını genişletme ve “karşıt” gücünün alanını daraltma fırsatı olarak görüyor. Bu nedenle de olaylara yaklaşımları halka hizmet vermek yerine “bu fırsattan nasıl yararlanırız” oluyor.

Örneğin son kar yağışında KGM’nin, kendi yetki alanına girmediğini iddia edip birçok noktaya müdahale etmeyerek İBB’yi zor durumda bırakmaya çalışması, onların yetki alanını gasp etmeye yönelik bir hamle. Daha öncesinde Soylu’nun ithamları ve ardından Erdoğan’ın “İstanbul’u geri alacağız” sözleriyle birlikte ele alındığında bu hamle hiç tesadüf değil.

Ve bu durum aslında devlet kurumlarının bütünlük halinde çalışmak yerine birbiriyle savaş halinde olduğunu gösteriyor. Devlet kurumlarının halka karşı esas görevlerini yerine getirmekten vazgeçerek birbirleriyle rekabete girmesi, iflasın eşiğinde olduklarını açıkça ortaya koyuyor.

Öte yandan orman yangınlarında ve kar yağışında halkın gösterdiği dayanışma ve mücadele, halkın devlet kurumlarının iflasa doğru gittiği bilincini edindiğini gösteriyor. Halk yaşanılan felaketlerde artık devletin kurumlarının gelmeyeceğinin ya da çok sonra geleceğinin farkında olarak sürecin çözümüne doğrudan müdahil oluyor. Dayanışmayı büyüterek verilen mücadelelerin sadece felaketlerle sınırlı olmadığını da son günlerde Trendyol işçilerinin, metal işçilerinin mücadelesine verilen destekte görüyoruz.

“Halk”ın canını kurtarmak için başladığı mücadele onu tanık olmaktan özne olmaya doğru itiyorken, sosyalistlere ve devrimcilere de tarihsel rollerini oynamaya çağırıyor.