Krizin Sunduğu “Fırsat”: Komünist Özne

El Yazmaları’nın notu: Sosyalist solun mevcut krizinden ortak bir çıkışın sağlanması çabalarına katkı sunmak amacıyla, “Solun Krizi, Çıkış Arayışları, Mücadele ve Olanaklar” başlığı altında Türkiye Sosyalist Hareketi’nin çeşitli temsilcileri ve yazarlarına yönelttiğimiz çağrı çerçevesinde hazırladığımız dosyamızın on altıncı yazısını paylaşıyoruz. El Yazmaları yazarı Caner Malatya’nın yazdığı “Krizin Sunduğu “Fırsat”: Komünist Özne” başlıklı yazıyı ilginize sunuyoruz. Solun krizinin komünist öznenin inşası için bir fırsat olduğuna değinilen yazıda sosyalistlerin ittifakı meselesi tartışılıyor.

İnsanlığın yazılı tarihinin önemli dönüm noktalarından birini yaşamakla kalmıyor, içinde bulunduğumuz koşullar doğrultusunda eyliyoruz da. Fakat koşulların istediğimiz şekilde olmamasından olacak, hâlimizin beter olduğu hissiyatı ağır basıyor ve çoğu zaman melal içerisinde sadece yaşadığımızı “biliyoruz”, eylediğimizi değil.

Yaşamanın eylemeden daha ağır basması ise tarihi değiştirebilecek “özne” olabilme olasılığımızı arka plana atmamıza, kısmen belirleyen ama büyük oranda belirlenen “nesne” olduğumuz bilincine dair yanılsamayı aklımıza nakşediyor. Ve bunun müsebbibi olan, insanlık tarihine kıyasla oldukça kısa olan yaşamında kriz içinde debelenen kapitalizm de, alternatifsiz olduğunu ve yarattığı bu durumu canlı yaşamın dünyadaki sonunu getirene kadar sürdüreceğini her geçen gün meydan okurcasına ilan ediyor, “yaşamı” devam ettiriyor.

Kapitalizmin sunduğu “yaşam”ın alternatifsiz olduğu (ya da tek alternatifinin dünyanın sonu olduğu[1]) düşüncesinin kitleler nezdinde ağır basmasının en önemli nedeninin, sosyalistlerin yaşadığı kriz ve bu kriz nedeniyle tarihsel rolünü eyleyememesi sonucu alternatifliğini “gösterememesi” olduğu ortada. Yaşanılan kriz nedeniyle, sosyalistlerin bu rolü eyleyecek “özne” olmanın gerekliliklerini ortaya koyacak bir hâlin olasılığı umudunu ve iddiasını vermekten “şimdilik” uzak olması, kapitalizmin sunduğu “yaşamın” alternatifsizliğinin yanı sıra insanlarda “özneden” çok “nesne” oldukları yanılsamalı bilincinin edinilmesine yol açıyor.

Sosyalistlerin Krizi

Sosyalistlerin krizini çeşitli tarihlere (Stalin’in iktidarı alması, neoliberalizmin ortaya çıkışı, SSCB’nin yıkılışı) atıf yaparak tahlil etmek mümkünse de, yapısını ele alarak ortaya koymak (tabi ki tarihselliğini göz ardı etmeden) daha elzem.

Sosyalizmin krizinin kendisini en açık bir şekilde gösterdiği mesele “alternatif” olma meselesi. Kapitalizmin Bill Gates’ten Ali Koç’a kadar sermayenin çeşitli kesimleri nezdinde bile eleştiriye uğradığı, meşruluğunu yitirdiği bir zamanda sosyalizmin alternatif olamamasının ardında SSCB deneyiminin yıkılması, Çin’deki dönüşümler vb.’den çok dönemin güncelliğinde kitlelere kılavuz olacak bütünlüklü bir ideolojik ve teorik alternatifi yaratamamasında yatıyor. Dünyanın dört bir yanında kitlelerin, özellikle 2008 krizinden itibaren, sokakları zapt ettiği göz önüne alındığında, krizin praksisten çok teoride olduğuna işaret ediyor.

Bu teorik kriz, “sınıfsal olmayan” hareketlerin güç kazandığı dönemde özellikle kendini iyice açığa çıkardı. 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren daha da ön plana çıkan kadın, ekoloji, LGBTİ+ gibi hareketlerden kimi ulusal hareketler gibi doğrudan “sınıfsal olmayan” hareketlere kadar, yaşanan sistem karşıtı hareketlenmelere sosyalistlerin genel olarak indirgemeci ya da eklektik yaklaşımı söz konusuydu. Bu hareketlerin oluşturduğu kitleselliği eklektik bir şekilde “siyasal özneye” yani partiye katmaya çalışma, küçük kazanımlarla sonuçlansa da hareketlerin sosyalizme mesafeli durmalarına neden oldu. Diğer yandan bu hareketleri “burjuva” hareketler olarak nitelendirip anti-kapitalist niteliklerini göz ardı eden sosyalistler ise “yaşam ağacının yeşili”nden donuk bir fanusa iltica ettiler. Bu iki tarzın yanı sıra SSCB’nin yıkılmasıyla post-Marksist düşüncenin güç kazanması, “sınıfsal olmayan” anti-kapitalist hareketlerin buraya yönelmesine yol açtı. Fakat kapitalizmin bu “sınıfsal olmayan” hareketlere verebileceği “hakları” onlardan “esirgemesi”, bu hareketlerin yüzlerini tekrardan sosyalizme dönmelerine sağlamış durumda. Burada “hakların” verilmemesi keyfi durumdan çok, sermaye birikiminin güncel gereksinimiyle bağlantılı.

Kapitalizmin yapısal krizinin ulaştığı boyutlardan dolayı, sermaye daha çok sömürüye ihtiyaç duymakta ve emek-gücü sömürüsü buna yetmemekte. Bundan dolayı ekolojik talan, kadını eve hapsederek ev-içi emeğini ücretsizleştirme, ulusal azınlıkların yaşadıkları toprakları sömürge haline getirerek “ilksel birikim” elde etme gibi politikaları da izlemek zorunda. Böylece“ sınıfsal olmayan” hareketlerde var olan anti-kapitalist nitelik daha ağır basmakta ve bu hareketler kendilerini anti-kapitalist alanda konumlandırarak inşa etmekteler. İşte bu nokta sosyalistlerin hem krizini hem de “fırsatını” imlemekte.

Sosyalistler anti-kapitalist alanda konumlanan bu dinamiklerin özgünlüklerini korumalarını sağlayarak komünist bir özneyle dolayımlarını sağlayabilirse krizden çıkma fırsatını gerçekleştirebilir.

Bu dolayımın sağlanmasında ise işçi sınıfının öncülüğü esas nokta. İşçi sınıfının öncülüğü meselesi komünist bir ezber ya da amentüden değil, “üretimin” somut ve belirleyici gerçekliğinden dolayıdır. Tarihte hiçbir üretim biçiminin ulaşamadığı boyuta ulaşan kapitalizm, bütün şeyleri metalaştırmakla birlikte insanların neredeyse çoğunu da işçileştirmiş durumda.

Dünyanın çalışabilir nüfusunun çoğunluğu emek-gücünü satmak zorunda. Bu durum aynı zamanda “sınıfsal olmayan” hareketlerin ve onun öznelerinin “sınıfsallaşmasına” da yol açıyor. Ve “sınıfsallaşma”, bu hareketlerin komünist bir özneyle dolayım kurarak eklektik olmayan bir bütünleşmenin gerçekleşmesini sağlıyor.

Burada bu dinamiklerin özgünlüklerini koruyarak dolayımda bulunmaları, eklektik bir yapının oluşmasını engellemekle birlikte güçlerini kayıpsız ve yaratıcı bir şekilde komünist özneye katarak anti-kapitalist alanı güçlendirmelerini sağlıyor. Bu “özgünlük” kapitalizm sonrasındaki durumda da “konformizmin” oluşmasını engelleyerek devrimci dinamiklerin “uyanık” kalmasını da sağlama potansiyeli taşıyor.

Böylece devrim öncesinde ve sonrasında, devrimci dinamizmin “garantiye” alınması sağlanmakla birlikte içinde bulunulan somut koşullar doğrultusunda praksisin gerçekleşmesi imkanı doğuyor. Ve bu praksisten doğru komünist öznenin inşası da.

Öte yandan anti-kapitalist hareketlerin dolayımlarla ilişkileneceği komünist öznenin inşasında da “yeni durumlar” mevcut. Artık işçi sınıfının “mavi yakalı”lıkla sınırlı kalmayarak farklı renklerde yakalara kavuşması, komünist öznenin çeşitli örgütlenmelerle sınıfla bütünleşmesini gerektiriyor. Sadece sendikalar veyahut parti hücreleriyle sınırlı bir örgütlenmenin bu renkleri ve çeşitliliği kapsayamayacağı ortada olduğundan, sınıfın kendinde ve kendisi için sınıf olma praksisini sağlayacak, somut tarihsel koşullara uygun farklı örgütsel yapılanmalarla komünist öznenin kuracağı dolayımlar acil ve tarihsel bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Keza krizi aşmak için de gereken güncel hamleler de ancak aynı yönelim içinde olursa kalıcı ve sonuç alıcı olacaktır.

İşte, bu ahval ve şerait içinde komünist öznenin oluşması hem mümkün hem de acil bir gereksinim. Ve bu özne, esas olarak somut tarihsel koşullarla bütünleşmiş Marksist-Leninist bir parti ve onun kendisini içine yerleştireceği anti-kapitalist alan olacaktır. Bu da son günlerde özellikle Türkiye’de tartışılan “sol ittifak” meselesinin önemini ve ciddiyetini gösteriyor.

Bu nedenle çubuğu Türkiye’deki ittifak tartışmalarına bükmekte fayda var.

İttifak Meselesi

Kimi gazetelerde çıkan ve hızlıca yalanlanan “sol ittifak” tartışmalarının ateşi düşse de koru hala yanmaya devam ediyor. Korun yanmasını sağlayan ise yukarıda bahsettiğim somut tarihsel koşullar. Bu koşullar dünyada olduğu kadar Türkiye’de de komünist bir özneyi zorunlu kılıyor. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşanan devlet krizi, talan ve yağma üzerinden kurulan Türkiye burjuvazisinin yaşadığı birikim krizi, Aleviler ve Kürtlere yönelik bitmeyen inkar ve asimilasyon politikaları, kadınlara yönelik şiddetin fiilen soykırıma varması, ekolojik talan nedeniyle Anadolu coğrafyasının yaşanılamayacak hale getirilmesi vd. gelişmeleri ve buna karşı işçilerin, kadınların, halkların ve ekolojistlerin direnişlerini gözümüzün önüne getirdiğimizde komünist öznenin inşasında geç bile kalındığını, hatta halkın sosyalistlerin de önünde olduğunu görüyoruz.

Bu geri kalmada da, yukarıda bahsedildiği üzere, kriz halinin etkin olduğu ve olmaya devam ettiği görülüyor. Kriz hali, işçi sınıfının yanı sıra anti-kapitalist hareketlere de eklektik yaklaşmanın yanı sıra, ve belki de daha çok, sosyalistlerin birbirlerine yaklaşımında kendini gösteriyor. Geçtiğimiz yıllarda yıllarda kurulan ittifaklara baktığımızda bir sol-sosyalist odak yaratmaktan çok eklektik, kimi zaman “meclis aritmetiğine” sıkışan, tarihselliği oluşturan değil günü kurtaran bir yapıda olduklarını görüyoruz. Ve “yapısallığın”, içinde bulunduğumuz tarihsel anın ihtiyaçlarının dayatmasına rağmen ısrarla savunulduğu görülüyor. Bu “yapısallık” kısa vadede kimi kazanımları sağlama ihtimali olsa da orta ve uzun vadede (hatta kısa vadede de) tasfiyelere yol açma ihtimalini önemli oranda barındırıyor. Çünkü tarihsel koşulların zorunlu kıldığı praksisi gerçekleştiremeyen özne, o tarihsel koşullar ve bu koşullara uyum sağlamış özne tarafından nesne haline getirilerek tüketilirler. Bu tüketilme de öznedeki yanılsamalı nesne bilincini derinleştirerek özne olma praksisini ortaya koymasını belirsiz bir tarihe ertelemenin yanı sıra sadece nesne olarak yaşayabilme şansını tanır. Dolayısıyla özne olmada, özellikle komünist özne olmada ve eylemede ısrar, sadece yaşamanın getirdiği bir mecburiyet değil kendisi olarak var olabilmenin de zorunluluğudur.

“AKP ve başkanlık sistemi yıkılmalıdır” söylemini esas alarak kendisini bununla sınırlayan, fiiliyatta restorasyona yanlayan politik çizgi ise nesneleşme olasılığının ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor. Bir yanıyla bu söylem, halkın büyük çoğunluğunun rızasını alsa da, praksiste anti-kapitalist hareketlerle dolayım içinde komünist öznenin doğrudan inşasına değil de, bu inşanın restorasyondan gelecek kırıntılarla “kolay” olmasını sağlayacak zeminin yaratılması gibi yanılsamaları güçlendirme ihtimalini taşıyor. Hem kırıntılardan oluşan zeminin kayganlığı hem de kırıntıların esasen restorasyoncu özne tarafından belirlenecek olması “nesneleşme” gibi tehlikeli bir potansiyeli barındırıyor.

Diğer yandan bu söylem, AKP’nin son derece başarıyla uyguladığı neo-liberal ekonomi politikalara ve son aşamasına ulaştırdığı faşizmin kurumsallaşması sürecine karşı siyasal hatla bütünleştirildiği takdirde özneleşmeyi sağlayabilir. Bu siyasal hat, AKP iktidarı boyunca irili ufaklı direnişleri hiç bitmeyen işçi sınıfının öncülüğünde ve Türkiye sermayesinin uygulamaları nedeniyle dünyadaki benzerlerine nazaran kapitalizm karşıtlığı daha ağır basan anti-kapitalist alanların kendi özgün konumlarıyla özne olarak var oldukları demokratik cumhuriyet programıdır, bir siyasal ve toplumsal yönelimdir. Siyasal hattı oluşturan öznelerin anti-kapitalist niteliklerine rağmen buradaki “demokratik” vurgusu çelişkiyi ya da aşamacılığı işaret etmemekte. Siyasal alandaki despotik devlet yapılanması ve kapitalizmin bekası için bunun vazgeçilmez olması, anti-kapitalistlerin “demokratiklik” vurgusunu sahiplenmesinin bir çelişki değil gereklilik olduğunu gösteriyor.  Bununla birlikte kurulacak “demokratik” cumhuriyet, işçi sınıfı ile anti-kapitalist öznelerin öncülüğünde kurulup, onların kendinde ve kendileri için özne olmalarını sağlayacak zemini kırıntılardan değil praksisten doğru yaratacağı için, sosyalizme giden yolun ta kendisi olacaktır[2], uzun süre beklenilecek bir merdiven basamağı değil.

Dünyadaki ve Türkiye’deki somut tarihsel koşullar komünist öznenin inşasının yolunun çok açık olduğunu gösteriyor. İşçi sınıfının öncülüğünde ısrar, anti-kapitalist alanlarla kurulacak örgütsel dolayımlar ve ortaya konulacak mücadeleler, Türkiye özelinde demokratik cumhuriyet ve bu cumhuriyetin omurgası olacak bir demokratik anayasa talebi odağında oluşturulacak program bu yolu oluşturacak mihenk taşları olacaktır. Taşların döşenmesinde gösterilecek praksisin gereklilikleri ise Türkiye’deki komünist öznelerde potansiyel olarak fazlasıyla bulunmakta. Şimdi mesele bu potansiyeli gerçekliğe dönüştürecek özne olmanın iradesini ve ısrarını göstererek praksise dökmekte.

[1] “Kapitalizmin sonunu hayal etmek dünyanın sonunu hayal etmekten daha zor” demişti Fredric Jameson.

[2]https://elyazmalari.com/2020/06/16/fuwanin-lenin-elestirisi-baglaminda-marx-engels-ve-leninde-demokratik-cumhuriyet/