Madalyonun Öteki Yüzü

Geçtiğimiz günkü yazımda, olası kırılmalar ve sıçramaların alametlerini sokaktan okumaya çalışmış ve buna binaen madalyonun aydınlık yüzüne, yani halkçı olasılığa odaklanmıştım. [1]

Bugünkü yazımda ise daha ziyade içerisinde konumladığımız olasılıkçı tablonun öteki yüzüne, yani madalyonun karanlık yönüne odaklanarak birkaç noktayı öne çıkaracağım.

Olasılıkların savaşımınında yenişmeyi belirleyecek önemli anlar yaşanıyor. Söz konusu kırılmaları tetikleyecek çok yönlü hamlelerle sahnedeki tüm güçler tarafından karşılıklı olarak el yükseltiliyor.

Bu anlamıyla 23-24-25 Kasım eylemliklerinin belirleyiciliği ne denli önemli ve kritikse karşı cenahtan yapılan iç içe geçmiş son birkaç hamlenin de önemi var.

***

Pazartesi günü gerçekleşen kabine toplantısının ardından Erdoğan yaptığı konuşmadaki “kurdaki rekabet gücü, yatırımda, üretimde ve istihdamda artışa yol açar” ifadesiyle ihracata dayalı yeni bir iktisadi modele geçtiklerini ve bu iktisadi modelden asla ve kat’a geri dönülmeyeceğini beyan etti. Ki Erdoğan’ın yaptığı söz konusu açıklamaların ardından hemen ertesi gün 23 Kasım’da tarihi bir kur atağı yaşanarak, doların 13,5’u gördüğü rekorlar kırıldı.

Akabinde dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi, 23-24-25 Kasım’da ülkenin çeşitli şehirlerine sıçrayan, kimi yerlerde sol, sosyalist güçlerin çağrısıyla, kimi yerlerde ise kendiliğinden sokak protestoları gerçekleşti. Öfkesi sokağa sıçrayan halk gerçekliği en başta iktidarı panikletti ve korkuttu.

Öyle ki şimdi MGK eliyle, gelişecek sokak protestolarına karşı teyakkuzda olunacağı söyleniyor.

25 Kasım’da Erdoğan başkanlığında gerçekleşen yılın son MGK toplantısında verilen fotoğraf ve sekiz maddeden oluşan MGK kararları ekonomi politikasında uygulanan direktifin iktidarın güzergahının bildirgeye dönüştürülmesi mahiyeti taşıyor.

MGK’nın Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve siyasetinde oynadığı rol hepimizin malumu. Bugünün koşullarında MGK’nın devlet erkanındaki yeri eskiden olduğu gibi özerk ve ağırlığı olan bir ordu gücünü temsil etmiyor. Sadece biçim değil, nitelik de değiştirmiş vaziyette. Ki, Erdoğan iktidarı tam da bu kurumu içerip aşarak, ordu vesayetini tasfiye ederek, vesayeti yendik propagandalarıyla kendi iktidarını inşa etti. Erdoğan iktidarını Türkiye Cumhuriyetindeki diğer hükümetlerden ayıran en önemli nokta da işte burası idi.

Bugün geldiğimiz aşamada, MGK eskisi kadar güçlü ve ağırlığı olan bir kurum değil. Geçmişte olduğu gibi, siyasete müdahale etme misyonu yok, yitime uğramış durumda. Ve ama orası, iktidar parantezinde şimdilik yan yana duran güçler koalisyonunun toplantı üssü konumunda. Kararların güçler koalisyonunun yönünü ve güzergahını görmek ve göstermek açısından önemi var.

MGK kararlarıyla ne hedefleniyor peki? Askere iktidar tarafından savunulan ekonomi politikalarının koşulsuz uygulanmasının karşısında gelişen ‘tehditlerin’ nasıl bertaraf edileceği üzerinden, kendi durdukları yerden bir ‘olağanüstü hal’ ilanı yayımlatılıyor. 

‘Düşük faiz-düşük değerli TL’ politikasını ana düstur haline getirip, bu politikanın amentü gibi karşılanmasını ve buna karşı çıkan her sesin çatlak ses olarak kabul edileceğini ve herhangi bir karşı çıkışın devlete karşı bir kalkışma olarak görülerek, bir ulusal güvenlik sorunu olarak ilan edileceği ifade ediliyor.

Erdoğan’ın -üretim, istihdam ve cari denge odaklı ekonomik programdan geri dönmeyeceğiz- açıklamasını da bu anlamıyla bir inatlaşma ya da maceraperestlikten ziyade MGK kararlarıyla birlikte bir bütün olarak değerlendirmek, memleketin her adımında sınıfsal bir saflaşmaya doğru gittiği şu günlerde, iktidarın sert bir yönelime girdiğini ve ama bu yönelimin kendi çelişkileriyle birlikte atılmış bir adım olduğunu görmek gerek.

Kendi çelişkilerini bugün toplumsal dinamikler sokakta talepleriyle bir biçimde ifade ediyorlar.

Öte yandan bu bildirgenin ana çelişkisi Erdoğan iktidarının sıkışmışlığında yatıyor. Zira halkı tarihsel MGK imgesiyle tehdit ediyor, simgelerle hareket ederek bunu yapmaya çalışıyor.

Yine bu yönelime paralel olarak Lütfü Elvan’ın yerine getirileceği söylenen Nureddin Nebati’nin sosyal medya platformları aracılığıyla yaptığı açıklamalar ‘düşük faiz-düşük değerli TL’ politikasını parolalaştırıp, MGK kararlarından hareketle devletin bekası söylemine oturtarak kendi misyonunu oynayacağının beyanında bulunduğunu görüyoruz.

***

Geçtiğimiz yıl, 6 Kasım tarihinden itibaren Erdoğan iktidarı; fay hatlarının günden güne kırılganlaştığı bir zemine yerleşti.

Berat Albayrak’ın istifasıyla başlayan, Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan Merkez Bankası Başkanlığı’na kadar ardışık tasfiye süreçlerine, ekonomideki bürokrasinin temelden sarsılmasına, oradan Sedat Peker ifşaatlarına kadar uzanan derin bir kriz sarmalı içerisinde giderek sıkışıyor.

İşte o yüzden ayakta kalabilmek adına, savaşa ihtiyaç duyuyorlar.

26 Kasım’da, hemen MGK toplantısı ardına, çeşitli açıklamalarda bulunan Erdoğan, söz konusu iktisadi modeli ve yönelimi ekonomi kurtuluş savaşı olarak kavramsallaştırarak bu ihtiyaçtan doğru kendince el yükseltmeye girişti.

Diğer güçler tarafından sıkıştırılan ve acil bir çıkış kapısı arayan iktidar güçleri, nefes almak ve yeniden inisiyatif alabilmek adına bu süreci sert bir yönelime girerek bir savaş gibi yürüteceğini deklare edilmiş oldu.

Ve, bu savaşı ne kadar ve ne biçimde yürütebileceği belli değil.

23-24-25 Kasım eylemliklerinde de bir kez daha gördük ki ellerinde devlet şiddetinden başka aygıtları kalmamış ve sürekli bir sıkışma zorlanma ve çözülme vaziyetindeler. Asabiyetleri ve gardları düşük.

O yüzden de bugün, eskinin simgelerini geri çağırarak halkı tehdit araçlarını güçlendirmeye çabalıyorlar. Kendilerine karşı çıkanları ‘vatan haini’ ilan ederek, ‘devletin bekası’ söyleminin yeniden işlevli olacağı o eski güzel günlere geri dönüp en azından günü kurtarmayı becerecekleri bir acil çıkış kapısını ivedilikle açmak istiyorlar.

Ne var ki, an an kendilerinin ‘işgalci’ ve ‘vatan haini’ konumuna doğru sürüklendikleri memleketini savunan halk güçlerinin ise gerçek ‘yurtseverler’ olarak öne çıkmaya başladığı bir düzlem içerisindeyiz. 

Sokağa çıkmayın oyuna gelmeyin oyununun ise, meşruiyetini kaybettiği, sokak eylemliklerinin halkçı sıçramalara gebe olduğu ve bugün fiili meşru direnişler momentinin açıldığını görüyoruz.

İşte bu an, bu sınıfsal saflaşma döneminin eşiğinde, ileriye ya da geriye doğru sıçramaların yaşanabileceği özel bir an olarak karşımızda duruyor.

[1] https://elyazmalari.com/2021/11/27/kirilma-ve-sicrama-aninin-alametleri/