“Özenle” Korunan “Ortaklıklar” Sürerken “Pervanelerin” Ân’ı Yaklaşıyor

Geçtiğimiz haftalarda yaşanan gelişmeler şimdinin gelişmeleri içerisinde unutulmaya başlansa da siyaset ateşini harlayan kıvılcımlar olarak yerlerini aldılar. Siyasal, ekonomik ve devlet krizinin çözüleceğine dair elle tutulur bir ümidin olmaması ise bu ateşin bırakalım sönümlenmesini, kendisine yaklaşanın yanmayı göze alması gerektiğine işaret ediyor. Yapısı gereği bu ateşlerin müsebbibi olan sermaye sınıfı ve onunla bağlaşık olan siyasal özneler ateşle ve birbirleriyle dans etmeyi sürdürebilme becerisini gösterebiliyor.  

“Ortaklık” ve “İhtiyat” 

TÜSİAD’ın eleştirileri, Büyükelçiler krizi, döviz kurlarının yanı sıra benzin fiyatlarının yüksek oranda artması, faizin beklenilenden daha fazla indirilmesi, CHP’nin tezkereye hayır demesi gibi gelişmeler, sermaye kesimleri ve devlet klikleri arasında uzun zamandır süren çatışmaların bir üst düzeye taşındığını açıkça gösterdi. Kapitalizmin dünyada yaşadığı yapısal krize ek olarak Türkiye sermayesinin yaşadığı birikim krizinin derinleşmesi, sermaye kesimleri arasındaki çatışmaları şiddetlendirmeyi sürdürüyor. 

Dolayısıyla döviz kurunda veya faiz indiriminde yaşanan “küçük” gelişmeler, daralan pastadan pay alma sürecinde “büyük” önem taşıyor. Ayrıca bu noktadaki gelişmeler ekonomik alanda bir hakimiyet geliştirme ve pastasını büyütme gibi kaygıların yanı sıra uluslararası sermayeye yedeklenme açısından da gerekli.  

Finansal alanda yaşadığı krizden ötürü sıcak para akışının maziyi yad edecek biçimde düşük derecede olması hem uluslararası sermayeyi hem de Türkiye sermayesini artı-değerin kaynağına yani üretimde elde edilecek sömürüye yöneltmekte. Bu durum sermaye kesimlerinin işçi sınıfından elde edilecek mutlak veya göreli artı-değerin büyütülmesi konusunda “ortaklaşmalarını” sağlıyor. 

Ortaklık derinleşen kriz nedeniyle sarsıntılar geçirse de var olan zeminin kaybedilmemesi ve sermayenin ayakta kalmayı sürdürmesi hassasiyeti nedeniyle önümüzdeki süreçte de kimi sarsıntılara rağmen devam etme olasılığı taşıyor. Bu nedenle sermaye açısından ortaklık zemini sürdüğü ve bir denge sağlanabildiği sürece kısa süreli çatışmaların yaşanmasında hiçbir beis yok. 

Ekonomik alanda yaşanan kriz, öznelerin bağlaşıklığı nedeniyle siyasal alanda da yansımasını buluyor. Sermayenin yaşadığı krizle bağlantılı olarak siyasal özneler arasında yaşanan gerilimler de belli bir seviye ve zemin içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Her ne kadar AKP/Erdoğan iktidarı ölüm kalım mücadelesi olarak gördükleri için siyasal savaşımı zemini ve seviyeyi aşırı zorlasalar da “ortaklığı” bozmamak için bir noktada durmaya gayret gösteriyorlar. Büyükelçiler konusunda “taarruz” halinde olunduğuna dair söylemler eksik olmasa da atılan geri adım, TÜSİAD’ın eleştirilerine karşı “sert” çıkış yapılsa da perde arkasında görüşmelerin yapılması iktidarın “ihtiyatlı” tutumuna işaret ediyor. Diğer yandan Erdoğan’ın “gidici” olduğunu yüksek sesle söyleyen “muhalefetin” ise iyi-kötü polis taktiğini andırır biçimde tezkerede evet-hayır rollerini oynaması, büyükelçiler meselesinde “milli duygular” nedeniyle iktidarın çevresinde konumlanması da “ihtiyatlı” tutumun bir diğer göstergesi. Böylece siyasal alanda yaşanan çatışmaların da belli bir seviye ve zeminde kalınarak sürdürülmeye çalışıldığı görülüyor. 

Ölüm ve “Pervane” 

Ekonomik ve siyasal alanda ortaya konulan “ortaklık” ile gösterilen “ihtiyat”, yaşanılan son krizle birlikte insanlar ve canlı yaşamlar için gelecek vaat etmeyen kapitalizmin var kalma mücadelesiyle doğrudan bağlantılı. Kapitalizmin ideolojik olarak meşruiyetini dünya çapında yitirmeyi sürdürmesi, sermaye sınıfının ekonomik alanda meşruiyetini giderek kaybetmesi, siyasal alanda ise anti-kapitalist öznelerin (kimi zaman sağ ve sol popülist ve kimi zaman da ırkçı-faşist olarak) güç kazanması, “ihtiyat” gösterilmesi ve “ortaklığın” sağlanması konusunda itici gücü oluşturuyor. 

Bu durumdan muaf olamayan Türkiye sermayesi ise ortaklık sağlama ve özen göstermekle birlikte siyasal özneler ve devlet kliklerini de buna itiyor. Devlet fideliğinde yetişen, 12 Eylül ile başlayan ve AKP ile büyük oradan nihayete varan fidelikten bağımsızlaşma süreciyle özneleşen Türkiye sermayesi, var olan düzeni, seviyeyi ve zemini koruyan devletin varlığına ihtiyaç duyuyor. Ve devletin varlığını tehdit eden çıkışlara da “eleştirileriyle” hiza vermeye çabalıyor.  

Fakat bütün bu çabalar krizlerin derinleşerek devam ettiği ve yapısal bir nitelikte bulunduğu “ân”dan ötürü beyhude olma olasılığını da taşıyor. Sermaye düzeni giderek çürüyerek ölümünü erteleme ve bitkisel de olsa hayatını sürdürme konusunda inatçı olmayı sürdürüyor.  

Bu noktada onun ölümünün eceliyle olmayacağı, yeni yaşamı kurabilecek güçte olan bir özne yani işçi sınıfının eliyle olacağını vurgulamak oldukça önemli. Sadece kendisinde olmakla kalmayan, mücadelesiyle kendisi için olmayı da başaran işçi sınıfı ile kendi özgüllükleriyle (yani kendinde olarak) anti-kapitalist alanı oluşturan (anti-kapitalist olmalarıyla kendileri için olmayı başarabilecek) öznelerin mücadelesiyle, krizler silsilesi içerisinde canlı yaşamı ölüme sürükleyen kapitalizmin yıkılmasını sağlanabilir. Bunun için de sermayenin “ortaklıklarını” ve “özenini” çözmeye yönelik müdahaleler ve kendi zeminini oluşturma mücadelesi karşılıklı alternatif değil bir bütün olarak stratejik bir önem taşıyor. 

Bütünlüklü mücadele ise kapitalizmin ateşinin küle çevirmeye niyetlendiği işçi sınıfı ve onunla bağlaşık siyasal öznelerinin hem tarihsel varoluş hem de tarihsel bir fırsatı barındıran “ân”ı kavrayarak mumun karşısındaki pervane olmasıyla gerçekleşebilir ve bu “olasılık” oldukça gerçektir.  

Son sözü Kul Nesimi’ye bırakalım: “Şem’e düşen pervâneler, Gelsin bir hoşça yanalım, Aşka düşen divâneler, Gelsin bir hoşça yanalım.”