Dilim Dimağım Kurumasın Diye: Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın Yolunca Gitmek

Paul Auster’in 20. yüzyılın panoramasını anlattığı “4321” adlı kitabı; kadere razı kılan “keşke”lerin değil; başka yaşamların da mümkün olabileceğini anlatan, iradeli “acaba”ların romanıdır.

Dört ayrı yaşantı olasılığı kurgulanarak aynı kişinin yol ayrımları ve buralardaki seçimleriyle “kendi kaderini” belirlemesi anlatılır. Romanın başkahramanı Archie Ferguson “keşke”leriyle tek bir yazgıya mahkûm değildir. Yazarın ünlü “ya öyle olmasaydı” sorusuyla cevaplar bulan, farklı yaşamların özgün kişilikleri olasılıkçı bir belirlenimle kurgulanıp yaratılmıştır.

Doktor Hikmet Kıvılcımlı deyince de “seçimleriyle” kendi kaderini belirlemiş özgün bir devrimci kişilik gelir aklıma. Dostoyevski romanlarından fırlamışçasına tutkulu ve dramatiktir; batar, rahatsız eder saflaştırır; sınır çeker çaltı dikeni[1] misali.

Steinbeck, “Gazap Üzümleri”inde Tom Joad’ı anlatırken, nasıl ki onun karakterinin şekillenişini yaşadığı coğrafyaya, ayrılıklara, kavgalara, yürek sızılarına kısaca “tek tek” olaylara bağlıyorsa; Kıvılcımlı’nın da devrimci kişiliğini savaşlarda, göçmenlik ve babasızlık koşullarında, yoksulluk, kahramanlık, işkence ve mahpuslukta şekillendirdiğini duyumsuyorum.

Gerçeğin Devrimciliği

“Realite gülüm daima ağır basan realitedir”[2]  derken gerçeğin gözünün içine bakarak yolunu çizer, onun üzerinde inşa eder komünistliğini Kıvılcımlı.

15’inde Yörük Ali Efe’nin yanında elinde mavzer kurtuluş savaşı saflarında, 19 yaşında Tıbbiye öğrencisi iken TKP’nin Gençlik Komitesi’nde örgütlü bir devrimci, 25’inde partisinin merkez yönetiminde bir partili. 

“Nasıl olsa bana işkence yapacaklar” diyerek gözaltına alınırken hep teyakkuzdadır, işkenceye hazırlar kendini. 22,5 yıllık hapis hayatında, devrimci teori ve pratiğinin  “kızıl profesör”[3] ünü yetiştirir.

Marx ve Engels’in “biricik bilim” olarak benimsedikleri tarih bilimi(tarihsel materyalizm) O’nda “Tarih Devrim Sosyalizm” ile Antika toplum gerçekliğini, Türkiye orijinalitesini aydınlatan “Tarih tezi” eserine dönüşür. 

“Olanı olduğu gibi görmek” der, Kıvılcımlı, belki de onun “gerçekçiliğini” anlatan en damıtılmış sözüdür. Gerçekçi olduğundandır ki; Türkiye sınıflar yapısının “antika toplum gelenekli” yapısını sezer. 

Henüz 1930’larda genç bir komünistken, Türkiye’de işçi sınıfının varlığını ve öncülüğünü görür, kadının sınıf mücadelesindeki rolünü ortaya koyar. Dönemin sosyalistlerinde dahi “Doğu sorunu” diye ağızda gevelenen meseleyi “Doğu sorunu Kürt sorunudur” açıklığında cesurca dile getirir.[4] İşte böylesi hakikatlerin üzerinde kişiliğini oluşturur, Hikmet Kıvılcımlı.

“Günlük Anılarım” Kitabı

Kıvılcımlı’ya dair duygu ve düşüncelerimi özetleyen, O’nu canlı biriymiş gibi, yanı başımda etiyle kemiğiyle duruyormuş hissi veren kitabı “Günlük Anılarım” olmuştur.

Halk arasında gelenektir, ölüm döşeğinde biri için beklenir; duyulmak bilinmek istenir, ölmeden önce neler söyleyecek diye.

Kanserli bir idamla yargılanan, 12 Mart 1971 darbesinin Faşist Mahkemeleri’nce aranırken; tedavi olmak ve yeni döneme dışardaki yoldaşlarıyla “hesaplaşarak hazırlanmak” için yurtdışına gitmeye çalıştığı zaman dilimi içinde tutar günlüklerini. Ölümünden sonra “Günlük Anılar” adıyla kitaplaştırılır ve 1971 yılının (4 Nisan- 2 Ekim) tarihleri arasındaki altı aylık zaman dilimini kapsar.

Anılarını okuduğunuzda “yıkılıp yeniden yapılma” gibi bir gerilimin içinde bulursunuz kendinizi. Bir devrimcinin “iç dökmeleri”, siyasi, biyografik bir anlatı olmasından çok, “edebiyat” eseri özellikleri taşır adeta, günlük notları. Yaşar Kemal’in doğa tasvirlerindeki “ayrıntılı” ve her şeyi “adıyla çağıran” imgelemini bu kitapta da görürsünüz.

7 Mayıs 1971 Cuma tarihli günlüğü-ki bu kanımca en tipik olanıdır- şu tasvirli cümleyle başlıyor: “Gece, ay, ben ve İshak kuşu. Gah uzaklaşıyor, penceremin önündeymişçesine gah yaklaşıyor. O sustu mu aylı gecelerin kolektif aşıkları su şairleri kurbağalar, hiç değilse anlam, benzetiş çatlatacağız diye kafa patlatmıyor.” Bakar mısınız şu metaforlara; kurbağaları “su şairleri”, geceleyin yalnızken duyumsadığı o çoğul anı da “gecenin kolektif aşıkları” deyişine. Bunları, edebiyatın imgelem süzgecinden geçirmeden edemiyor insan.

Aynı tarihli günlüğünde bir imgeleme pınarı fışkırır adeta. Kanser acısı içinde “1. Şube bıraktı, prostat aldı işkenceyi”[5] demediği bir zaman olsa gerek; kurbağaların alçalıp yükselen “gevrek gevezeliği” senfonik tını olurken kulaklarında, şöyle sürdürür sözcüklerini; “önce ay, ben ve İshak kuşu yalnızız sanmıştım meğer ne çok ‘gece dolusu’ yaşayanlar varmış…” 

İşte o an, o atmosferde nasıl “gece dolusu” içinde yaşıyorsa doğayı, Kıvılcımlı kişiliğinin de “devrim dolusu” bir hayatı armağan edişi dolaşıyor dimağımda.

Okunup Duyumsanası

Kıvılcımlı’nın anılarını, bir edebiyatçı okumalı, bir terapist hayli hayli okumalı diye düşünürüm hep.

Irvin Yalom “Varoluşçu psikoterapist” yaklaşımıyla çağımızın en ünlü terapistlerinden biridir. Onun bir başka yönü de kütüphaneler dolusu okuyup araştırarak, mesleki deneyimlerini yazıya döküp kitaplaştırmasıdır. “Ölümle yüzleşmek” kitabında kanser hastalarıyla yaptığı psikoterapi çalışmalarında “ölüm duygusunu” çözümlerken eline geçse mutlaka “günlük anılar” kitabını okurdu diye içimden geçiriyorum. 

Kanser acıları içindeyken şu cümlelerinin kitabına sinmemesi olmazdı mesela: “Şimdi kanserliyim, benden bunu saklamak istediler. Niçin? Umutsuzluk vermemek… Ne umutsuzluğu? Kanser bende neyi değiştirdi? Ölmezken ölür mü oldum? Saçma. (…) Ben ölümden korkmuyorum. Korku gereksiz bir süs.”

Günlük Anılar sadece “edebi” ya da “psikolojik” değeriyle değil bir devrimcinin ölene dek nasıl dirençli, umutlu yaşaması gerektiğini anlatmasıyla da seçkin bir yere sahip… Her satırında yaşamının her anına politik yaklaşımın, olağanüstü bir iradenin, inatçı bir üretkenliğin sinmiş olduğunu görebiliyoruz. 

İnsan Ateştir

“İnsan ateştir yanarken yakar” diyerek yaşamının son anına kadar proletarya ve devrim için mücadele eder, öğrenir öğretir.  “Proletarya devrimciliğine tam, kırıp ölür ama bükülmez çelik sertliğiyle” girer.  Eleştiri özeleştiriyle geliştirir komünistliğini. Kendini aşarak yeni kapasitelere yönelir militan kişiliğinde. Zaaflarıyla yüzleşir, yoldaşlarının hatalarını “doğrudan” dile getirir. Ne var ki partili yoldaşlarında böylesi bir “açık yürekliliği” göremez çoğu zaman. Bu konuda şöyle söyler: “Ben kusurlarımı ‘nişangâh’ yaptım; herkes kendi kusurlarını unutturmak için  ‘beni nişangâha’ çevirdi” 

Şövalyelikle dervişliği uzlaştıran gönlüyle 1. Şube işkencelerinde düşman bilinciyle eyleyip davranmış ser verip sır vermemiş bir komünisttir Kıvılcımlı. 

Yol Ver Ölüm

Hastalığı iyice ağırlaştığında Kıvılcımlı ölümle yüzleşir ve onunla konuşur. 

Ölüme; “Ben ağrılar sancılar yumağıyım; ben insan değil acılar oturağıyım” diye dert yanarken hemen arkasından “Yol ver ölüm, bak inkılap dev gibi dimdik ayakta” olduğunu vurgular. Çünkü o Fuzuli’nin “Mihneti zevk etmedir alemde hüner” dizesini hayat felsefesi yapmıştır. 

Her ne kadar, Hikmet Kıvılcımlı “trajedimden” başka bırakacak şeyim yok dese de O, Türkiye Devrimci Hareketi tarihinde özgün, yaratıcı bir zirve kişilik olarak hafızalardadır; insanlığa büyük bir devrimci miras bırakmıştır. 

Ölümünün 50. Yılında O’nu düşünürken uzun bir yol geliyor aklıma. 

Yürüdükçe kendime vardığım, vardıkça kendim olduğum bir yol. Ya da “yağlı bileği taşı”nda keskin bir bıçak… İçinden geldiği gibi “açık sözlü” yaşamanın; çelikten bir iradeyle teorinin pratikle bütünleşmesi geliyor…

“Zamansız Zamanın” Devrimcisi 

4321 romanıyla başladık onunla bitirelim.

“İki başka dönemin arasındaki zaman anlamında ‘tuhaf bir fetret devri’ demişti büyükbabası, yani nasıl yaşamanız gerektiği hakkındaki tüm kuralların pencereden fırlatılıp atıldığı zamansız bir zamanın…”[6]

Şimdilerde, kapitalizmin çoklu krizlerinin derinleştiği, halkların devrimci direnişinin mayalandığı “her şeyin mümkün” olduğu bir zamansız zamanlardayız.

Kıvılcımlı’yı sevgi ve saygıyla anarken diyorum ki; kendi zamanımın, kendi tarihimin devrimcisi olma yolunda; “Dilim dimağım kurumasın” diye onun yolunca gitmeliyim.

Dipnotlar:

[1]  Çaltı, çaltı dikeni; bahçenin kenarlarına konulan bir tür diken. Kıvılcımlı nın bir dönem yazdığı derginin adı.

[2] Günlük Anılar, Hikmet Kıvılcımlı, Sosyal insan Yayınları

[3] Hâkimin 4 yıl ceza vermesinden sonra “dört yıl kızıl proföser olmak için yeter” dediği söze atfen.

[4] İhtiyat Milliyet Şark Kuvvet: Kürt Sorunu/Hikmet Kıvılcımlı

[5] 4321, Paul Auster, Can Yayınları

[6] 4321 Paul Auster, A.g.y.