Egemenlerin Savaşı Harlanırken Halkçı Seçenek de Uç Veriyor

Dünyada kapitalizmin krizi derinleştikçe küresel güçler arasında şiddetlenen hegemonya savaşları, her zamanki gibi Orta Doğu’yu da etkilemeyi sürdürüyor. Fakat bu etkileme, önceki dönemlere nazaran önemli bir farklılık barındırıyor. Daha önceki dönemlerde küresel güçler, zorunda olmadıkça, belirli bir düzeyi aşmadan ve bölgeye doğrudan müdahil olmaktan imtina edip bölgesel ve yerel güçler aracılığıyla birbirleriyle olan mücadelelerini sürdürmekteydiler. Şimdi ise küresel güçler sermayenin krizinin yanı sıra hegemonya krizinin de yayılması nedeniyle bölgeye daha fazla müdahil olmak zorunda kalıyorlar. Böylece küresel, bölgesel ve yerel güçlerin iç içe geçtiği, yereldeki siyasal mücadelenin küreselleştiği bir dönemden geçiyoruz ve Orta Doğu coğrafyası bu dönemin de en üst düzeyde tanığı olmaya devam ediyor. 

Kapitalizmin krizi dolayısıyla dünya çapındaki hegemonyasını önemli bir oranda kaybeden ABD, Biden ile birlikte hegemonyasını restore etme çalışmalarına hızlandırıyor. Bu bağlamda ilk olarak Çin’i hedef seçen Sam amca, karadan kuşatmaya çalıştığı Pekin’i denizden de kuşatmaya çabalıyor. Pasifik Komutanlığı’nın adını “Hint-Pasifik Komutanlığı” olarak değiştiren ve 2 bin uçak, 200 savaş gemisi ve denizaltı ve 370 bin personel ile Çin’i kuşatan ABD, başta Güney Kore ve Japonya olmak üzere bölge ülkelerini Çin’e karşı mücadelesinde ardına diziyor.[1]

Çin’e yönelik artan hamleler, ABD’nin başta Ortadoğu olmak üzere kimi cephelerden Pasifik’e güç kaydırmasına neden oluyor. Güç kaydırdığı cephelerde ise başta Rusya ve AB olmak üzere diğer küresel güçlere alan ve inisiyatif kazandırmak istemeyen ABD, müttefiki olduğu bölgesel ve yerel güçlere inisiyatif tanırken küresel güçlerle de “sınırlı” anlaşma içerisine girmekten de kaçınmıyor. Lübnan, Azerbaycan, İran, Irak ve Suriye’deki son gelişmeler buna işaret etmekte. 

Lübnan’daki Ateş ve Öfke 

Geçtiğimiz günlerde Lübnan’da iç savaş yıllarını hatırlatan görüntüler meydana geldi. Barışçıl bir şekilde gerçekleştirilen gösterilere açılan ateş sonrasında olay yerine intikal eden silahlı milisler, onları izleyen siviller ve yerde yatan ölüler Lübnan’ın siyasal dengelerinin hassaslığını tekrar aşikâr etti.  

Gösterilerin nedeni ise 2020 yılının ağustos ayında Beyrut limanında gerçekleşen patlamaya dair soruşturmayı yürüten yargıç Tarık Bitar’ın Hizbullah’a yakın kişilerin ifadesini almak istemesi. Hizbullah ve Emel hareketi bunun hukuki değil siyasi bir adım olduğunu iddia ederek harekete geçtiler. Limandaki patlamanın da ilk olarak Hizbullah’ın limanda sakladığı cephaneler yüzünden olduğu iddia edilmesinin ardından savcının bu hamlesi “ihalenin” Hizbullah’a yıkılmak istendiğini gösteriyor. Buna karşılık uzun bir süredir çatışmalı olduğu Emel hareketini de yanına çekebilmiş olması Hizbullah’ın Lübnan’da artan gücüne işaret ediyor. Hıristiyan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın Emel ve Hizbullah üyesi 6 kişinin ölümünden sonra ulusal yas ilan etmesi de bunun bir başka işareti.  

Diğer yandan Emel ve Hizbullah’ın ölümlerden geçmişten bu yana İsrail ile arası iyi olan Hıristiyan Lübnan Güçleri Partisi’ni sorumlu tutması, İsrail’in Lübnan’daki inisiyatifini arttırdığını gösteriyor. ABD’nin bölgedeki en önemli ve güçlü müttefiki İsrail’in, Washington Pasifik’e daha çok yöneldikçe boşluğunu dolduracağı ve Lübnan’da da bunun ilk yoklamalarını yaptığı görülüyor. İsrail’in başta Hizbullah olmak üzere kendine karşı olanları tahrik ederek Lübnan’a tekrardan askeri güçle girerek egemen olmayı hedefliyor. 

Fakat Hizbullah’ın artan silah gücünün yanı sıra son yıllarda çeşitli eylemlerle sokağa dökülen Lübnan halkı hesapların kolay kolay tutmayacağına işaret ediyor. Dolayısıyla Lübnan’da mezhebe dayalı yerleşik siyasal düzen üzerinden hamleler yapılsa da Lübnan halkının bu düzene karşı artan öfkesi önümüzdeki süreçte oldukça belirleyici olacaktır. Hatta siyasal düzenin özneleri arasındaki olası şiddetli çatışmalar, Lübnan halkının yerleşik siyasal düzeni yıkmasına neden olması da önemli bir olasılık olarak önümüzde duruyor. 

İran’dan Etkiye Tepkiler 

İsrail’in bölgedeki bir diğer hamlesi ise alışılmışın dışında Azerbaycan’da gerçekleşti. SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan ile ilişkilerini sessizce geliştiren İsrail, İkinci Karabağ Savaşı sırasında ve sonrasında Azerbaycan’a yaptığı askeri yardımların yanı sıra İran sınırına yakın yerlerde üsler elde ettiğine dair de “iddialar” bulunmakta.  

Öte yandan geçtiğimiz günlerde Azerbaycan’ın iki İranlı kamyon şoförünü gözaltına alması, İran ile Azerbaycan arasındaki gerilimi de hızla arttırdı. 

İsrail’in kuşatma hamlelerine çoğu zaman sert yanıtlar veren İran, Azerbaycan aracılığıyla yapılanlara da sessiz kalmadı. Azerbaycan sınırına yığdığı askerlerle yaptığı tatbikatla sadece İsrail ve Azerbaycan’a değil Türkiye’ye de mesaj veren Tahran yönetimi, kendisine yönelik her tehdidi ciddiye aldığını gösteriyor ve karşı hamlesini de yapıyor. Karabağ savaşında alınan zaferin “sarhoşluğuna” kapılarak, çoğu zaman Rusya-İran-Türkiye arasında yürüttüğü denge politikasında Türkiye’ye ağırlık vermeye başlayan Azerbaycan’a yönelik İran’ın yeni hamleleri hızla gerçekleşti. Azerbaycanlılara yönelik özellikle Türkçe propaganda faaliyetlerini arttıran ve din kardeşliği üzerinden halk üzerinde yumuşak güç kullanmaya çalışan Tahran, İran Millî Güvenlik Komisyonu üyesi Fedâ Hüseyin Malikî’nin “İsrail, İran’a bir kurşun atarsa İlham Aliyev ilk kurban olur” sözleriyle de sert güç kullanmaktan çekinmeyeceğine işaret ediyor. Dolayısıyla Tahran, bölgesel güçlerin yumuşak karnına yönelik saldırılarına karşı özel önlem almakta. Bunlara ek olarak doğusundaki Afganistan’dan gelecek tehlikelere karşı Taliban rejimiyle ile uzlaşan ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olarak da Çin ve Rusya’nın desteğini alıyor İran. Yapılan hamleler İran’ın kuşatmanın baskısını hafiflettiğini göstermekle kalmıyor, karşı hamle yapmaya da niyetli olduğunu imliyor. 

Irak Seçimleri 

Geçtiğimiz hafta düzenlenen Irak seçimleri de başta İran ve ABD olmak üzere küresel ve bölgesel güçlerin mücadelesinin yansıdığı bir başka alan oldu. 

329 sandalyeli Meclis’te Şii lider Sadr’ın partisinin 73 sandalyeyi kazanarak birinci parti olduğu seçimde eski Meclis Başkanı Muhammed Halbusi’nin Takaddüm Partisi ikinci, eski başbakanlardan Nuri el-Maliki’nin Kanun Devleti Koalisyonu ise üçüncü parti oldu. İran’ın desteklediği Haşdi Şabi gruplarının yer aldığı Fetih Koalisyonu 14 vekil çıkarabilirken eski Başbakanlardan Haydar İbadi ve Şii dini lider Ammar Hekim’in ittifakı ise 4 sandalye kazanabildi.[2]

Yaptığı zafer konuşmasında “yabancı devletlerin müdahalesinden bağımsız milliyetçi bir hükümet kurma” sözü veren Sadr, İran ve ABD arasında denge politikası izlemeye devam edeceğinin sinyalini vermiş oldu. Bununla birlikte İran yanlısı Şii partilerin oylarını korumakla birlikte sıralamada geride kalmaları Irak halkının İran’a bir mesajı olarak da okunmalı. Diğer yandan 2018’deki seçimde yüzde 44 olan katılım oranının bu seçimde yüzde 41 olması da halkın seçimlere olan güvenini gösteriyor.  

Sonuç olarak Irak’ta küresel ve bölgesel güçler arasındaki denge durumu devam etmekle beraber kurulacak hükümet konusundaki tartışmaların sürüyor olması, çatışmalı durumun bir yandan süreceğine işaret ediyor. Buna karşılık seçimlerde 97 kadının meclise girmesi, Irak’ı sarsan 2019 Ekim protestolarının yıl dönümünde halkın sokağa çıkması başka bir seçeneğin, halkçı seçeneğin de filizlenebileceğini ortaya koyuyor. Irak’ta da çatışmalı durumun süreklileştirdiği yoksulluk, halkçı seçeneğin güç kazanma ihtimalinin hiç de düşük olmadığını bizlere fısıldıyor. 

Suriye ve Arap Ülkeleri 

Son yıllarda Orta Doğu’daki savaş halinin merkezi olan Suriye yeni gelişmelere gebe. Esad iktidarının devrilmesinden ümidi kesen bölge ülkeleri, Suriye’yi tekrar Arap dünyasına alma çabası içerisinde. Başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere İran ve Esad karşıtı Arap ülkeleri Şam ile ilişkileri tekrardan kurma çabası içerisindeler. Suriye’nin yeniden imarında ortaya çıkacak pastadan pay kapma kaygısının yanı sıra İran’ın bölgede artan nüfuzunu engelleme arzusu bu çabalara yön veriyor. Suriye yönetimini, her ne kadar daha önce defalarca kez denenmiş olsa da havuç ile yanlarına çekmeyen çalışan Arap ülkeleri Rusya ile de ilişkileri geliştirmeye çalışıyor. ABD’nin bölgede yarattığı “boşluğu” Rusya ve Suriye ile ilişkileri geliştirip doldurmayı ve böylece İran’ın sızmasını engellemeyi istedikleri görülüyor. Fakat bu isteğin, İran’a bilenmiş İsrail ve Esad’ı devirmeye yeminli Türkiye’nin sürekli hamleleri karşısında gerçekleşme ihtimali büyük bir soru işaretini barındırıyor. 

Suriye ise Arap ülkelerinin “desteklerini” doğrudan reddetmemekle birlikte faydalanmaya da çalışıyor. Suriye Dışişleri Bakanı Mikdad’ın ‘Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısındaki askerlerini çekmesini’ istemesi ve ‘Asıl düşmanımız Arap ülkeleri değil, İsrail oluşumu’ ifadesini kullanması Şam’ın bazı lütuflardan yararlanmak istediğini ortaya koyuyor. Böylece Şam yönetiminin oluşan boşluklardan faydalanarak yaşamını sürdürmenin yanı sıra güç kazanmayı da hedeflediği görülüyor. Rusya’nın da Arap ülkelerinin gösterdiği bu teveccühü geri çevirmeyen Şam aracılığıyla ABD’nin boşluklarını iyi ilişkiler geliştirerek doldurmaya çalışmakta. Çin de Rusya’nın bu çalışmalarını maddi gücüyle destekleyerek hem kendi kuşatmasını arkadan dolanarak yarmaya çalışıyor hem de “düşmanının” hegemonya alanındaki boşluklarını genişletmeyi hedefliyor. 

Son günlerde yaşanan gelişmeler, küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki hegemonya ve güç savaşımına yeni bir hız vermekte. Savaşımlar, güçler arasındaki ilişkileri karmaşık ve iç içe bir hale getirmekle birlikte günün sonunda herkesin kendi çıkarını esas aldığı bir durumu da oluşturuyor. Küresel, bölgesel ve çoğu yerel güçler kendi çıkarlarını esas alarak savaşımlarını sürdürürken Orta Doğu halklarının kendi çıkarlarını esas alacağı bir durum da uç veriyor. Pandemi öncesinde kendisini açıkça gösteren bu durum, pandeminin yıkıcılığı karşısında gücünü kaybetmişti. Fakat yaşanan son gelişmeler doğrultusunda egemen güçlerin yaşadıkları krizlerin derinleşmesi, Orta Doğu’da halkçı bir olasılığın her zaman mevcut olabileceğini ortaya koyuyor. Önümüzdeki süreçte egemenler arasındaki savaşım kadar Orta Doğu halklarının vereceği mücadelenin de belirleyici olmaya başlaması oldukça mümkün.  

Dipnotlar

[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/cin-abd-cekismesinin-dunyaya-faydasi-var-mi-makale-1538065

[2] https://m.bianet.org/bianet/dunya/251952-irak-secimleri-sii-siyasetciler-sonuclari-tanimiyor