İYİ Parti: Masum Bir Popülist Parti mi, Neofaşist Bir Düzen Bekçisi mi?

İYİ Parti’nin çoğunlukla hitap ettiği kesim alt-orta sınıf, çoğu ücretli çalışan olan kentli milliyetçiler, krizde hayal kırıklığı yaşayan ve küçük mülklerini kaybeden ya da kaybetme tehdidiyle yaşayan borç batağındaki esnaflar ve artık son demlerini yaşayan küçük tarımsal üreticiler. Ancak gelin görün ki bu yükselen parti büyük yıkımlar yaşayan bu kesimlere yönelik ne söylemleri ile ne de programları ile olası bir AKP sonrası dönem için en ufak bir “demokratikleşme” söylemini dillendiriyor.

Ağızlarına doladıkları güçlendirilmiş parlamenter sistem sakızıyla büyük hayal kırıklığı yaşayan geniş kitleleri düzenin içerisinde tutmaya çalışan İYİ Parti, krizin yarattığı büyük yıkımın bedelini krizin sorumlularına değil de krizi yaratanların, ülkelerini tarumar ederek ucuz işgücü olarak ülkeye soktukları mültecilerin sırtına yıkmakta bir “sakınca” görmüyor. Her fırsatta mülteci nefretini körüklüyor, asıl odağı kaydırarak kitle manipülasyonu yapıyor.

Sadece emek cephesinde değil, katledilen kadınların öfkesinin ve kapitalist yağmanın doğa üzerindeki tahribatlarının yarattığı yıkıcı öfkeyi de yeni faşist söyleminin içerisine yedirecek birtakım toplumsal organizasyonları yaratmaya savunuyor. Kadınların büyük öfkesini ırkçı bir zeminde örgütlemek için “Türkçü Feminizm” gibi garabetli ama faşizmin düşünce evrenine çok uygun hareketlerin kurulmasına öncülük ediyor. Öte yandan yangınların, sellerin ve doğa tahribatlarının yarattığı toplumsal öfkeyi de yer yer eko faşist söylemlerle manipüle ediyor. Yangınların sebebinin “Kürtler” olduğuna dair iddiaları ısrarla sürdüren İYİ Parti mensupları, doğal yıkıma karşı oluşan öfkeyi böylece içermeye çalışıyor.

İYİ Parti’nin İtici Gücü

İYİ Parti hangi zeminde ve toplumun hangi kesimlerinde örgütleniyor? Biraz yakından bakarsak, finansallaşmış sermaye rejiminin büyük bir hayal kırıklığına uğrattığı alt orta sınıfların öfkesinden beslendiğini görürüz. Alt orta sınıflardan başta esnaf, kimi yönetici kademelerinde bulunan yöneticiler, kırsaldan çözülmek zorunda kalmış küçük mülk sahibi bir nüfus, kimi kentli profesyonel çalışanlar, orta kademe bürokratlar, güvenlik bürokrasisi fraksiyonlarından oluşan bir nüfusu kastediyoruz. Bu geniş toplamın ekonomik ve siyasal krizlerle birlikte yükselen öfkesi, onları AKP-MHP ittifakından uzaklaştırıyor, onları İYİ Parti-CHP’nin zeminine çekiyor. Onların niyetlerinin ise bu alt orta sınıf kesimleri tekelci finans sermayesi ile ittifaka zorlamak.

Son derece reaksiyoner, milliyetçi ve mülteci düşmanı olan bu kesimler, mülksüzleşiyor ya da eski ayrıcalıklı konumları ayaklarının altından kayan bir toprak misali kayıp gidiyor. Bu öfkeyi söylem olarak yer yer antikapitalist bir biçimde ifade etmeleri, onları ilerici yapmıyor. Aksine faşizmin antikapitalist retoriklerinin üretimine katkıda bulunuyorlar. Hem Kürtlere hem Afganistanlılara hem Suriyeli mültecilere yönelik ırkçılığı yükselten söylemler, bu alt orta sınıf katmanlarda karşılık buluyor, ortaya radikal küçük burjuva ideolojisi çıkıyor. Üstelik aynı kitle büyük oranda antikomünist bir düşünce yapısına sahip ve aynı zamanda feminizm düşmanı. Bu kitlenin ekolojik yıkımlarda da –yazın yaşanan büyük orman yangınlarını hatırlayalım- bir tür eko faşist ideoloji ürettiğini de gözden kaçırmayalım. Irkçı söylemlerin hayal kırıklığına uğramış bu küçük burjuva katmanlarında yarattığı karşılığı çok iyi bilen İYİ parti ve müttefiki olan CHP’nin iletişim danışmanları belli ki bu söylemleri zaman zaman yükselterek kitlelerin desteğini arttırmaya çalışıyorlar.

Bu kitlenin düşünce evrenine baktığımızda, ekonominin küresel sisteme entegrasyonunu ve onu içsel mantığını çok da sorgulamadan olanların sorumluluğunu hükümete ve “tek adamın” tercihlerine indirgeyen, özellikle ahbap çavuş kapitalizmini (kroni (crony) kapitalizm) hedef aldıklarını görürüz.

Kalemşörlerin Tehlikeli Oyunu

Tevekkeli değil, bu düşünce evrenini sürekli besleyen yeni bir ekonomist ekip türedi. AKP-MHP ve diğer küçük ortakların koalisyonuna faşist diyemeyen, faşistleşmekte olan devlet gerçekliğini yok sayıp yaşanan bunca şeyi “kötü niyetli kişilerin beceriksiz yönetimi” (Erdoğan ve Bahçeli) olarak yorumlayan, kitleler üzerinde hegemonik bir etkiye sahip bir beyin takımı var. Büyük bir ısrarla AKP sonrası geçişin yumuşak bir biçimde olması için bu son derece tehlikeli oyunu yumuşatma girişiminde olan sözüm ona liberal[1] yazarçizer tayfası, AKP’nin iktidara taşındığı dönemlerdeki rollerini oynamaya başladılar bile.

Devlet aygıtı faşist bir biçimde örgütlenmiş, buna otoriterizm diyorlar, çaresi bu yeni ittifakın getireceği güçlendirilmiş parlamenter sistemde görüyorlar. Polisin, bekçinin yetkileri arttırılmış, ülke kararnamelerle yönetiliyor, yasama ve yürütme neredeyse geri dönüşsüz bir şekilde (sermayenin güncel ihtiyaçları için çok uygun olduğu için) tek bir yerde ya da daha doğrusu birkaç kişinin keyfiyetinde toplanmış, “sandıkta hesaplaşacağız” diyorlar. Faşizm dememek için “totalitarizm” kavramına sığınıyorlar. Teorik olarak son derece yetersiz olan bu kavram, hitap ettiği kitleyi, resmettikleri bu yetersiz tabloyu kabul etmeye zorluyorlar.

Bu beyin takımı, TV’lerde, sosyal medyada, köşelerindeki yazılarda bizlere, göz göre göre halk düşmanı olan bir yeni ittifakı pazarlıyorlar. Bu halk düşmanlığını örtmek için “sağ popülizm” kavramını pazarlıyorlar. Irkçılığa, homofobiye, mülteci nefretine, kadın nefretine böylece bir tür politik ve demokratik meşruiyet sağlıyorlar.

Oluşan bu ırkçı, mülteci düşmanı ve yer yer faşistleşmiş kitle gerçekliği görmezden geliyorlar. Bu kitlenin nefretini bilemiş ve her an saldırıya geçebilecek pozisyonunun olası yıkıcılığı onları hiç ilgilendirmiyor. Faşizmi şeytanlıktan çıkartıp azizler kategorisine sokmanın da adını bulmuşlar: Sağ popülizm. Faşizmin üzerini örtmek için kullanılan bu hüsn-ü tabir, yalnızca ülkemizde değil, hemen hemen dünyanın her yerinde dünya halklarının üzerine çöken kâbusun üzerini örten bir örtü mahiyetinde.

Öyle ki, en temel hak olan yaşam hakkı ihlali gerçekleştiğinde bile, geleceğe dair kurgunun bozulmaması için onlara göre itidalli olmak ve gelecek seçimleri beklemek gerekiyor. Ülkede HDP binası basılıp HDP çalışanı katledildiğinde bile sokağa çıkmanın AKP’ye yarayacağını ve bu yüzden itidalli olunması gerektiğini söyleyen bu liberal kesim, yirmi yıl önce “askeri vesayete” karşı çağırdığı AKP ruhunu, şimdi AKP’ye karşı İYİP-CHP-Gelecek Partisi-DEVA Partisi bedenine üflemek istiyor.

Oluşan devlet gerçekliğinin üzerine bedavadan konarak halkın özgürlük umudunu çalmaya çalışan bu yeni ittifakın kalemşörlerinin göründüğü kadarıyla yapısal ekonomik krizin işçi sınıfı ve yoksullarda yarattığı yıkımın “kötü yönetilen bir ahbap çavuş kapitalizmi”nden kaynaklandığını vazediyorlar. Onlara göre sorun devletin, örneğin “beşli çete”ye (Cengiz, Limak, Kalyon, Kolin ve Makyol) sınırsız destek olması piyasanın rekabet gücünü bozuyormuş. Devlet rekabetin önünü açarsa piyasa canlanacakmış.

Aslında ilişki en baştan sakat kuruluyor ve faşist hareketlerin tarihine uygun bir biçimde ileride bu küçük burjuva unsurları ezecek politikalar şimdiden, en başında açık ediliyor. Mesela Merkez Bankası’nın bağımsızlığından kasıt aslında onun para politikalarının uluslarasılaşmış sermaye fraksiyonlarının çıkarları çerçevesinde kullanılması. Eh, böyle bir politikanın başta esnaflar olmak üzere KOBİ ve tekel dışı burjuvazinin varlığını ortadan kaldırmakta olduğunu, her faiz artırımında görmüyor muyuz? Dolayısıyla böyle bir ittifakın iktidara gelmesini takip eden dönemde, bu ittifakın siyasal öncülerinin ilk olarak müttefiklerini ezecek politikalar hayata geçireceklerini tahmin etmek çok mu zor?

Millet İttifakı ve Yeni Gökalpçilik

AKP-MHP ittifakının yürüdüğü yolun bir faşistleşme yolu olduğuna dair vurguların bu mecrayı takip eden okuyucuya çok da yabancı değil. Böyle bir durumda sürekli AKP-MHP faşizminden dem vururken birdenbire İYİ Parti’nin faşist eğilimlerinin analizine nasıl geçtik diye bir soru gelebilir. Cevabı bozulan sınıfsal dengelerde gizli. AKP-MHP ittifakı devletin faşistleştirilmesi konusunda büyük bir yol kat etti. Totalleştirilmiş bir devlet aygıtı inşa etti. Üstelik faşist bir taban da yarattı. Ama bu tabana hükmedemediği görülüyor. Krizle birlikte bozulan sınıfsal dengeler, korporatist örgütlenmeyi tamir edecek bir gerekliliği işaret ediyor. Çünkü ekonomik kriz yukarıda bahsedilen radikal küçük burjuva unsurları bu ittifakın dışına doğru itiyor. Halen önemli bir desteğe sahip olsa da Cumhur İttifakı, yürüttüğü güncel döviz ve faiz politikalarıyla bu kesimlerin desteğini kaybediyor. Üstelik bu ekonomi politikalarının yarattığı yıkım, tekrar etmek gerekirse bu kesimleri radikalleştiriyor.

TÜSİAD’ın son Yüksek İstişare Kurulu (YİK) toplantısından sonra açıkladığı manifestodaki laiklik vurgusunu da hesaba katarsak, şimdi restorasyon projesi Kemalizm’e yeniden sarılıyor. Bu sarılış sadece laiklik üzerinden şekillenmiyor. Dahası toplumu solidarist/dayanışmacı bir biçimde yeniden örgütlemenin, 100 yıl öncesinin rejiminin teorisyeni Ziya Gökalp’in ideolojisini yeniden yorumlayarak yeni bir toplumsal ağ inşa etmenin yolları aranıyor. Bu dayanışmacı ağlar, bizim sol camianın önerdiği bir dayanışmadan ziyade, toplumsal iş bölümünü yeniden üreten, sınıflar arası çatışmayı yasaklayan ve bunun yerine sınıflar arası uzlaşmayı hedefleyen, antikomünist ve sermayenin büyüme hedeflerini gözeten bir dayanışma. AKP’nin yıllardır yaptığı İslami sadakacılığı yeniden tesisine dayalı bir dayanışma örülüyor.

İYİ Parti’nin ve CHP’nin sözcülerinin sosyal devlet söylemlerinin oturduğu yer burası. Şimdiden CHP’li büyükşehir belediyelerinin bu çerçevedeki Gökalpçi dayanışmacılığı yaşama geçirdiklerine tanık oluyoruz.

Ne var bunda, yoksulların karnı bir şekilde doyuruluyor şeklindeki bir soruya verilecek cevabımız bu iyi niyet taşlarıyla döşenmiş yolun sonunun cehennem olduğudur. Bu özgürleştirici olmayan dayanışmacılık eninde sonunda faşizmi besleyecektir. Sınıf mücadelesinin yasaklandığı ya da silikleştirildiği yerde, korporatizm gelişir, en gerici ideolojiler filizlenir. Egemen sınıflar lehine, alt sınıflar için yıkıcı bir statüko oluşur. Şimdi bunun yolları yapılıyor. 100 yıl öncesinin faşizmi tam olarak bu korporatist modelde örgütleniyordu. Zaten halihazırda totalleşmiş bir devlet aygıtı varken, “AKP gitsin de gerisine sonra bakarız” kolaycılığı “çok şükür kötü günler bitti, sırada daha kötüleri var” anlamına gelecektir.

İşte İYİ Parti’nin gerçekliği burada yatıyor. Kurulmuş sermaye yağma düzenini daha sağlamlaştırmak ve yıpranmış düzeni yeniden ihya etmek için çabalıyor. Muhtaç olduğu enerjinin, Kürtlerin, göçmenlerin, işçilerin, kadınların, doğanın bu düzene daha fazla kurban edilmesinde yattığının farkında.

Bu hülyaya kapılan dostlarımıza küçük bir uyarımız var. Toplumsal yıkımı sermaye lehine restore etmeye çalışan tüm egemen sınıf partileri eninde sonunda dayandıkları kitlelere ihanet ettiler, sermaye sınıfının çıkarları için halkı büyük bir yıkımın ortasına attılar, ilk iş olarak onlardan kurtulmayı önlerine koydular. 2001’deki ekonomik yıkımın yarattığı tepkiyi arkasına alarak iktidara gelen AKP’nin yirmi küsur yıllık icraatları bunun en canlı tanığı değil mi?

Dipnotlar

[1] Sözüm ona liberal diyoruz, çünkü gerçek bir liberalizmin ülkede yaşanmasının başta devlet aygıtının bu esnekliğe sahip olmaması, diğer yandan sermaye sınıfının genlerinde liberalizme özgü evrenden herhangi bir unsurun olmaması gibi iki marazi neden var. Bu devlet ve bu sermaye gerçekliğini es geçmek küçük bir hatadan ziyade siyasal körlükten başka bir şey değil herhalde. Kroni kapitalizmi ortadan kaldırıp yerine ilerlemeyi serbest rekabetten, otomasyona ve istihdama dayalı büyümeden ve buna bağlı olarak gelişkin bir sivil toplumdan bina olmuş bir modelin ortaya çıkması, devletin de sadece piyasa düzenleyici bir aygıt olarak rol alması, bir ölünün ağlaması kadar zor bir şey. Bu bile olası bir restorasyon projesinin doğal sınırlarını çizmeye yeter.