AKP Neden Çöküşte?

Geçen yazımda (3 Ekim 2021) AKP’nin yükselişten çöküşe giden yolunu en görünen olgularla tarif etmeye çalışmıştım. Uyguladığı siyasi hat için ilk bakışta, başlangıçtan günümüze “tersine dönen” bir AKP ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Sınıflar mücadelesi içinde halk güçleri de AKP’nin temel politik “rasyonellerini” sarsmıştır. Ancak tek başına bu “görünüş” ile yetinildiğinde siyasi yanılgılara düşmek kaçınılmaz olur. Asıl olan “kabuğun içindeki” “ussal/nedensel” özü keşfetmektir. Aksi takdirde “kandırıldık” hayal kırıklığı içinde “yetmez ama evetçi” ya da liberal “kuruluş dönemi özlemli” restorasyon zemininden medet umar durumda kalırız.

Öyleyse soruyu tekrar sormakta fayda var. AKP neden çöküşe doğru sürükleniyor?

AKP’yi İktidara Taşıyan Koşullar

Her şeyden önce AKP’yi iktidara getiren koşullar göz önünde bulundurulmalı.

Bilindiği gibi 2000’lerin başında ulusal ve uluslararası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda; AKP, dışarıda ABD, AB ve Körfez ülkeleri, içeride liberaller ile İslamcılar, cemaat ve tarikat olarak Nakşiler ve Gülenciler, sınıfsal olarak da Türkiye finans kapitali TÜSİAD ile “Anadolu sermayesi” MÜSİAD arasındaki büyük uzlaşının sonucu olarak iktidara geldi.

Bu genel belirlemeyi göze en çok çarpan olayların içinde tarif etmeye çalışalım. Dünyada neoliberal ekonomik politikaların acımasızca uygulandığı, küresel kapitalizmin olgusal görünürlüğünün arttığı, büyük emperyalist devletler arasında “hegemonya krizi”nin baş gösterdiği bir süreçti. Türkiye’de 2001 ekonomik krizinin sermayenin önünü kapayan hale gelmesi ve bunlara paralel olarak iktidar krizleri; AKP’nin iktidara geliş koşullarının somut olgularıdır.

DSP- MHP koalisyonu döneminde IMF onayıyla görevlendirilen Kemal Derviş’in ekonomik programını en iyi uygulama sözüyle geldiler. 

AKP, Erdoğan’ın ABD’ye gidip icazet alarak, IMF ile uyumlu neoliberal politikaları en “amansızca” uygulayacağının teminatıyla, hazır Ecevit-Bahçeli koalisyonu da ülkeyi yönetemez pozisyondayken “güçlü lider” imajıyla iktidara geldi. Bu olgu, iktidara gelme koşullarının ilki olarak sayılabilir.

İkincisi “11 Eylül 2001” sonrası daha da geliştiği görülen Radikal İslam’a karşı AKP’nin Ortadoğu’da “ılımlı İslam” modeli olarak görülüşü; buna paralel iç politikada Siyasal İslam’ın ve ekonomik tabanı Anadolu burjuvazisi (MÜSİAD) dinamiklerinin Türkiye finans kapitali tarafından içerilip bütünleşme ihtiyacıdır.

Üçüncüsü ise küreselleşen kapitalizme koşut olarak Türkiye’de de sermaye politikaları, kapitalizmin gelişimine uyumlu bir devlet ve toplum yapısıyla sürdürülmeliydi. Asker vesayeti yerine polis vesayeti ve başkanlık sistemi bu temellerde yapılandırıldı.

O günlerin Türkiye’sinde büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda en iyi restorasyoncu parti ve lider olarak Erdoğanlı AKP iktidarı bugünlere kadar gelebildi. Bunda elbette ki öznel olarak AKP’nin Türkiye sınıf dengelerini etkili olarak görüp manipüle edişinin ve Tayyip Erdoğan’ın “politik öngörü ve ustalığının” hakkını vermek gerekir. 

Ama unutulmamalı ki, AKP’yi ve Erdoğan’ı esas yaratan; onların “beğenilen/beğenilmeyen” politikalarının ana rengini veren etken, Türkiye sermayesinin çıkarlarıdır. 

Eğer bir “başarı” var ise o; sermayenin karını arttırırken halkı neoliberal politikalarla sömürüp yoksullaştıran, doğayı ve kültürel değerleri talan eden politikaları uygulama başarısıdır. AKP, bu insanlık dışı politikaların en “restorasyoncu” en “gözü pek” burjuva partisi olmuştur.

Küresel ve ulusal sermaye için vaat ettiği neoliberal “birikim rejimi”ni başarıyla uyguladı. Türkiye’yi ucuz işgücü, rant koşullarında sömürü “cenneti” yaptı. Dışardan sürekli “sıcak para akışı” ile ülkeyi, halkı borçlandırdı. Şimdi bu politikaların kendi sınırına dayanıp uygulanamadığını görüyoruz ve “en kötüsü” dünya konjonktürünün izin vermediği görülüyor. Açıktır ki 19 yılda gelinen nokta “birikim rejiminin” tıkanmasıdır.

İşte AKP ve Erdoğan’ı iktidara taşıyan bu koşullar yine aynı şekilde artarak seyreden çoklu krizler sarmalı içerisinde

çöküşe götüren olgulardır da. Neoliberal politikaların ve kapitalizmin dayandığı çözümsüzlük sınırıdır. Yine, Türkiye özgülünde gelişen devlet içi kliklerin çatışmasından kaynaklanan “devlet krizi”, AKP’nin çıkmazıdır.

Öte yandan Kürt özgürlük hareketinin, işçilerin, kadınların, Alevilerin, ekolojistlerin, gençlerin “aktif” ve “ pasif” direnişleri, AKP iktidarını sarsarak çöküşe doğru sürükleyen belirleyici olgulardır.

Bir uçta çoklu krizlerin, karşı uçta da halk güçlerinin direnişçi basıncı AKP’nin siyaset katmanlarında “tektonik kırılmalar” yaşatarak yıkıma götürmekte.

Çöküşün işaretleri her alanda kendini gösteriyor. 

Bizzat AKP’nin kalesinden sızan TÜGVA belgeleri, yolsuzluk ifşaları, döviz kurunun önlemeyen yükselişi, Merkez Bankası’nın bir türlü dikiş tutturamaması, yandaş gazetecilerin iç çatışmaları, istifa eden hakimler, AKP’ye içerden yapılan eleştiriler… Hepsi çöküşün bütünlüklü resminin parçaları.

Ve ama, özgür, demokratik, halkçı bir zemin de bu kaotik gerçeklikler içinden çıkıp gelecek. Ve işte o çıkış, Millet İttifakı’nda somutlaşan restorasyoncu partilerden medet umarak değil; halkın hakiki gücünde, direnişçi, özgürlükçü dinamiğinde belirginleşen Demokratik Cumhuriyet’te saklı.