Burjuva Siyasetinin Yeni Vebası: Bitmeyen Devlet Krizi

El Yazmaları dâhil birçok sitede “AKP sonrası Türkiye” üzerine incelemeler yapılıyor. AKP’li veya AKP’siz her senaryo incelenmiştir diye düşünüyorum. Bunun yanında burjuva siyasetinde AKP’nin yerine gelebilecek ihtimallerin (Millet İttifakı, DEVA vs.) pek de liberal eğilimli olmadığı, aksine şu anki gücün törpülenmiş haliyle devleti yönetmeye niyetli olduğunu yazmıştık. Bu niyet kendiliğinden ortaya çıkmış değil. Belirli bir misyonu gerçekleştirmek için gerekli olan bir “hal” aslında. Bu misyon ise ( yine) daha önceki yazımda belirttiğim ve (yine) bu sitede birçok yazıda değinilen durum; AKP‘nin krizinin basit bir hükümet krizinden çok daha fazlası olması. AKP’nin devletle bütünleşmiş ve cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki CHP hariç belki de devletle en iç içe geçmiş iktidar olması onun krizinin bir devlet krizine dönmesine sebebiyet verdi. Bu devlet krizi, devletin asgari birçok görevini yapamaz hale gelmesi, sıradan halktan yana olduğunu belli edecek göz boyama hamlelerini bile yapacak gücünün olmaması durumunu doğurdu. Ve toplumun büyük çoğunluğunda devlet tanımı çarpıklaştı. O artık koruyucu, sahip çıkıcı ve güvenilen bir aygıt değil. Bu kısmı çok uzatmadan geçiyorum.

Bu yazı somut durumun tahlilinden bir gelecek hayali kurmayı amaçlıyor. Türkiye, geleceğe dair tespitler yapılırken soğuk soğuk terlenen bir ülke. Zira her şey bir anda yıkılıyor, “dengeler” (hangisi kaldıysa) bir anda tepetaklak olabiliyor. Ülkemizin bu “özelliği” de sizin emek verdiğiniz, üzerine uzun uzun düşündüğünüz tespitleri tamamen boşa düşürebiliyor. Yazıyı yazarken bu gerçekliğin farkında olup “riske” girecek aynı zamanda çok da detaylı tespit yapmayarak yazmaya dikkat edeceğim.

Türkiye’yi bir anda hızlandıralım ve olası seçimden sonrasına götürelim. Bu seçimde AKP iktidarı kaybetmiş ve çok da sorun çıkarmadan gitmiş olsun. İktidara kimin geldiği ise size kalsın, iktidardaki yapının mevcut tahribatına bakarak (özellikle devletin yeniden inşası) düzeltmeye dair hamleler yapılacağı herkesin ortak kabulü olacaktır. İki ayrı aygıt olarak iktidar aygıtını temsil edenler, devlet aygıtının kendisini de düzenlemek zorunda kalacaklardır. Bu zorunluluk AKP’nin neo-liberal devlet krizine özgün “müdahalesi” yüzünden olmuştur. Açacağız…

 Buraya kadar AKP’nin iktidarı nasıl bırakacağı kısım hariç klasik bir “restorasyon” tespiti ile aynı gidiyorum. AKP’nin gidişine veya “başka” bir ihtimale ise konunun odağı kaymasın diye en “sade” şekilde yazmak istediğim için değinmiyorum.

Restorasyon tezlerinin bundan sonrası inşa sürecinin analizleri şeklinde ilerliyor. Fakat bu analizlerin büyük bir çoğunluğu temel bir sorunu kaçırıyor. Peki itibarı yerle bir olmuş bir devleti tekrar ayağa kaldırmak kolay mı? Olası bir restorasyoncu güç AKP’den sonra gerçekten istediğini yaparak ilerleyebilir mi?

Bu sorular analizlerin içeriğine bakıldığında “evet”e yansıyacaktır. Fakat bizim gelecek tahminimizde bu kesin bir “hayır”la karşılaşacak. AKP’nin devletle olan ilişkisinin özel yakınlığını daha önce de söyledik. Bu yakınlık AKP’nin her geçen gün talancı bir şirket gibi hareket etmesi ile devletin bütün kurumlarının talana yani suça ortak olması anlamına gelmekte. Aynı zamanda cemaatleşme, kadrolaşma ve herkesin kendi yapısına biatı; yapıların ise AKP’ye biatı şeklindeki “paralel” bir yapı da devletin tam göbeğinde duruyor. Bütün bu olgular olası bir restorasyon hükümetinin önünde dört temel engel teşkil edecektir:

1-) AKP’nin gidişi AKP ile gelenlerin Fethullahçılara olanların aynısının başına geleceği korkusu ile hızla dağılmasına, kendisini kurtarmaya odaklanmasına sebebiyet verecektir. Ki bu durum siyasal kriz derinleştikçe talanın artmasından anlaşılabilir. Biraz daha soğukkanlı olan ve devlet içerisinde örgütlenmiş yapılar ise pazarlık masasına oturacak, eğer istediklerini alamazlarsa tıpkı daha önce Fethullahçılar’ın yaptığı gibi devlete devlet içerisinden direnç gösterecektir.

2-) Kendi derdinde olmayan, devlete de direnç göstermeyen yani restorasyoncu güç ile olumlu ilişki kurmak isteyen kadroların geçmişleri sürekli baş ağrıtacaktır. Bugünün Türkiye’sinde orta ve üst düzey yöneticilerden istifası istenmeyen, arkasında kirli bir geçmiş bırakmamış neredeyse kimse yoktur. Bu insanlarla “yeni” ve “temiz” bir sayfa açmayı düşünmek neredeyse imkânsızdır. Her görevlendirmenin, her güç odağı ile yakınlaşmanın büyük bir halk tepkisi ile karşılaşma olasılığı vardır.

3-) İlk iki madde daha görülen kısımdır. Fakat krizin “görülmeyen” bir tarafı daha var. O da kapitalizmin aşamadığı krizi ve neo-liberal devletin çöküşüdür. Kapitalizm çok uzun zamandır uluslararası çapta bir kriz içerisindedir ve bu krizin toparlanma emarelerini hala görmüş değiliz. Pandemi ile de kriz toparlanmadan ziyade neo-liberal devletin iflası aşamasına geçti. Bugün bütün dünyada neo-liberal bir devletin olası kriz anlarında halka hiçbir şey vadetmediğini, yıllarca halkın temel yaşamsal faaliyetlerini garantiye alan kurumların içini boşalttığını bütün dünya ülkeleri ayrı ayrı görmüş oldu. Neo-liberal devlet anlayışı ile yıllardır her şeyi satan Türkiye için de durum çok iç açıcı gözükmüyor. Önceki yıllarda bir şekilde idare eden Türkiye’nin üzerinde yürümeye çalıştığı ip inceldikçe inceliyor. Babacan gibi egemen kapitalist iktisadın “iyi uygulayıcısı” rolündeki aktörlerin cambazlık yetenekleri evrensel krizde pek de işe yarayacak gibi durmuyor.

4-) AKP’nin yerine gelecek herhangi bir iktidarın, ister başkanlık ister başka bir biçimde olsun dünya sistemine ekonomik entegrasyon biçimini değiştirme şansı yoktur. Bu başlıkta şu anki tablodan çok da farklı bir şey sunmaları olanaklı gözükmemektedir. Bu iktidarın tekel dışı burjuva, küçük burjuva ve finans kapitali memnu etme çabasının koşullarını sağlama olasılığının olmadığını görmek çok zor olmasa gerek.

Bu tabloda “Merkez bankasının üzerinde denetimi kim kuracak?” gibi sorular bütün canlılığı ile karşımızda duracak ve bir sınıfsal uzlaşı çıkma olasılığı (yine) rafa kalkacaktır.

Bu dört temel engel bile (ki istenirse aynı bu düzeyde daha fazla engel bulunabilir.) devletin ayağa kaldırılmasının zor olacağını göstermektedir. Devlet içi bir kliğin (Bugünkü iktidar tarafından devletin ana mekanizmalarına doğrudan yerleştirilen Fethullah Gülen cemaatinden bahsediyorum.) 6 yılın sonunda hala temizlenememiş olması bunun en basit göstergesidir. Bugünden yarına çözülemeyecek krizler, olası ittifaklar ve dirençler… Hepsi birlikte, geniş halk kesimlerinin devlet algısını çarpıtmaya devam edecek.

 Peki O Zaman Bizi Ne Bekliyor?

Bizi bekleyenlerin detaylarını şimdiden vermek çok zor olsa da bir çerçeve çizilebilir. Bizi bekleyen şey aslında eline geçirdiği otoriter güç ile hem toplumsal öfkeyi dindirmeye çalışan ve bunun için güçte törpülemeler yapan hem de bu gücün rakiplerine doğrultacak en güçlü silah olduğunun bilincinde olan bir iktidarın raksıdır. Bu raks bıçak üstündedir ve hiç de huzurlu zamanlar vadetmez. Aksine tıpkı son dönemlerde yaşadığımız gibi iktidar krizleri, erken seçimler, devlet içi güç mücadeleleri ve sonuç olarak yumuşak yüzünü halka göstermeyi bırakan iktidar(lar), gelecek burjuva siyasetinde görülme olasılığı yüksek ihtimallerdir. Hatta AKP’nin başlattığı faşizmin kurumsallaşma hamlesi “yeni” iktidar tarafından başarıya ulaştırılmaya çalışılan bir hedef olarak yeniden gündeme gelebilir.

Bize düşen ise AKP’nin krizinin mevcut devlet krizine özgün bir “katkı sunduğu tespitinin yanına devletin krizinin AKP ile bitmeyecek derecede derinleşme eğilimi gösterdiği tespitini yapmaktır. Zira kriz aslında neo-liberal devlet krizidir. AKP buraya katkı sunmuştur. Kavgaya daha uzun soluklu hazırlanmak, her şeye hazır olup durgunluk ihtimalini ise kesinlikle düşünmemektir.

Sosyalist hareketin toplumsallaşma tartışmasının somut pratiği bu çarpık zihinler ve devletin bıçak üstü raksında yatıyor. Bizim raksımız tam olarak bu alanda göze batıyor. Bir burjuva devleti kendi eli ile bize bu kadar fırsat sunabilir. Bu fırsatı değerlendirmek gerekiyor!

Fırsatı değerlendirmek ise bir üçüncü seçenek olarak halkın öz örgütlenmesini yaratma, “devletsiz” alanlarda toplumsal hareketliliği örgütleme ve siyasal iktidarın kendisini hedefleme olarak özetlenebilir.