Orta Doğu Yine Hegemonya Savaşının Kıskacında

Pandemiyle birlikte derinleşen ve giderek felaketler çığına dönen kapitalizmin krizi, küresel güçler arasındaki hegemonya savaşını da şiddetlendiriyor. Hegemonya savaşı, günümüzde silah teknolojisinin dünyayı birden fazla yok edebilecek düzeye varmış olması ve kapitalizmin daha önce hiç olmadığı kadar dünyayı sarması nedeniyle sıcak ve açık savaş şeklinde kendisini (şimdilik!) gösteremiyor. Bunun yerine bölgesel ve yerel güçler arasındaki savaşımlarda alınan konumlar ve verilen desteklerle hegemonya savaşı kendisini sürdürüyor. Ve savaşın kendisini en yoğun olarak gösterdiği bölgelerin başında Orta Doğu geliyor.

2010’lu yılların başından itibaren sıcak savaşlar cehennemine dönen Orta Doğu’da, pandeminin de etkisiyle, ateş az da olsa sönmüş durumda. Ateşin sönük olmasının nedeni ise küresel, bölgesel ve yerel güçlerin önemli oranda yıpranmış olmaları. Yıpranmayı gidermek için de onarım çalışmalarına yoğunlaşan güçler, birbiriyle ufak çatışmalara girmekten de kaçınmıyorlar. Son dönemde Lübnan ve Suriye üzerinden yaşananlar da bunun göstergesi.

Lübnan’a Sopa ve Havuç

Savaşsız günü geçmeyen Orta Doğu’da son 50 yıldır silahların neredeyse hiç susmadığı Lübnan, yine fillerin tepiştiği ülke oldu. Ekonomik olarak neredeyse çökmekte olan ülkede şimdi de döviz ve petrol krizi yaşanmakta. ABD, İran’ın bölgedeki yayılmasına yönelik hamlelerini Lübnan’da yoğunlaştırarak hem İsrail’in güvenliğini sağlamaya hem de Hizbullah’ı sıkıştırmaya çalışıyor. Askeri olarak İran ve Hizbullah’ın önünü kesemeyen ABD, Lübnan’da da ekonomi silahına başvurmuş durumda. Daha önce İran’ın petrol gelirini indirmeye çalışan ambargo hamlesi, Suriye ekonomisini çökertmek için çıkarılan Sezar yasası ile ekonomi silahına ateşleyen ABD, bunlardan beklediği sonucu alamamıştı. Şimdi Lübnan’da döviz ve petrol krizi ile baskı uygulayan ABD, farklı olarak “alternatifleri” de ortaya koyuyor. Bu alternatif Mısır ve Ürdün üzerinden gerçekleşiyor. 

Yaklaşık bir yıldır Suriye üzerinden Mısır doğalgazı ve Ürdün elektriğini almak isteyen Lübnan hükümetine “izin” çıktı. Böylece ABD Mısır ve Ürdün gibi bölgedeki müttefiklerinin ekonomik etkisini arttırırken Lübnan ve Suriye gibi İran etkisinin yoğun olduğu ülkelere de “havuç” uzatıyor. ABD havuç-sopa ikiliği ile hasımlarını dize getirmeyi hedeflese de sopanın özgül ağırlığı kendisini koruyor. Nitekim yaşanan krizlerin faturasını Hizbullah ile Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aun’a çıkartmak için İsrail ve Körfez ülkelerinin gösterdiği çaba buna işaret ediyor. 

Öte yandan Hizbullah’ın döviz krizini aşmak için İran’dan petrol ve ilaç alma önerisi ile petrol krizi için İran’dan akaryakıt gemisi getirmesi ABD’nin havucunun itibar görmediğini ortaya koyuyor. Hatta ABD ve İsrail’in gemiyi vurma tehditlerine karşılık geminin Suriye’ye yanaştırılması ve oradan da tankerle Lübnan’a taşınacak olması, ABD’nin hamlelerinin sonuç almasının pek de olası olmadığını gösteriyor.

Ek olarak Rusya ve Çin’in petrol rafinerisi kurma önerileri, her ne kadar ABD tarafından red edilse de, Washington’u bölgede sıkıştıran diğer etmenler olarak öne çıkıyor. Ayrıca İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üye olarak kabul edilmesi önümüzdeki süreçte Rusya ve Çin’in bölgedeki hamlelerini sıklaştıracağına işaret ediyor. ABD ve dolayısıyla İsrail ve “Batı” için kısa ve orta vadede bölgedeki gelişmeler hiç de umut vaat etmiyor.

Suriye, Rusya ve Çin

Lübnan’ın yanı sıra Suriye’de yaşanan gelişmeler de hegemonya savaşımının birer yansımasını barındırıyor. Haziran ayında Putin ile Biden’in görüşmesinin ardından ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk’un Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin ve Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrentev’le yürüttüğü temaslar, ABD ile Rusya’nın Suriye’de bir “dengeye” varmak istediklerini gösteriyorlar. Bu temasların ardından Beşşar Esad’ın Putin ile görüşmesi, Suriye Demokratik Meclisi (SDM) Eş Başkanı İlham Ahmed’in önce Moskova’ya sonra Washington’a gidecek olması, BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in Şam’a gittikten sonra Türkiye’deki muhalifler ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmesi ABD ile Rusya’nın Suriye’deki bölgesel ve yerel güçlere de dengeyi dayatarak bu konudaki ciddiyetlerini ortaya koyuyor. 

ABD, Suriye dosyasında var olan konumu korumakla birlikte “gerilimi” Rusya’nın üstüne bırakarak Çin’e daha kuvvetli yönelmesini sağlayacak enerjiyi toplamayı amaçlamakta. Ayrıca Rusya’nın Suriye ile oyalanmasını sağlayarak onun Çin’e desteğe gelmemesini, gelirse de daha kuvvetle gelmesini hedefliyor. Bu hedefler Kissinger’in SSCB’yi yalnız bırakmak için Çin’i yanına çekmesi hamlesini andırıyor, fakat Çin ve Rusya’nın tarihten ders aldığı görülüyor. 

Rusya Suriye’ye gömülüp kalmamak için SDM ile Esad arasındaki ilişkileri geliştirirken Dera’da tekrar ayaklananlar ile Esad arasında mutabakat sağlıyor. Çin de Afganistan’da olduğu gibi bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirerek çembere alınmasını engellemeye çalışıyor. İran’ın ŞİÖ’ye alınması da Rusya ve Çin’in ABD’nin bölme stratejisine kolayca kanmayacaklarına işaret ediyor.

Diğer yandan Avustralya’nın Fransa ile yürüttüğü 40-60 milyar dolarlık denizaltı projesini ABD’nin isteğiyle iptal etmesi, Fransa ile ABD arasındaki gerilimi daha da arttırmış durumda. 20. yüzyılın başında İngiltere ile birlikte Orta Doğu’nun efendisi olan Fransa’nın eski günlerine dönmek için son dönemde bölgede yaptığı hamlelerin yanına bu gelişmeyi koyduğumuzda ABD’nin “Batı”dan istediği desteği alabilmesinde bile şüphelerin olduğu görülüyor. 

Kapitalizmin krizi, pandemi, Rusya ve Çin’in birlikte hareket etmesi, Fransa ile olan gerilim ABD’nin bölgedeki işinin hiç de kolay olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Fakat ABD’yi ve Orta Doğu halklarının yaşamsal çıkarlarını göz etmeyen diğer küresel güçlerin hesaplarını bozacak esas güç halkların direnişi olacak. Pandemi öncesinde oldukça boy veren halkçı direnişler henüz pandeminin etkisini üzerinden atamamış olsalar da Lübnan’daki gösterilerin de gösterdiği üzere kurtuluş ışığının yandığını dosta ve düşmana gösteriyorlar.