Fiili Mücadeleler Dönemi ve Bir Çıkış Önerisi

Pandemi, yangınlar, seller ve son olarak barınma sorununun ortak paydası nedir?

Hepsinde de egemen sınıfların bu krizleri yönetecek kapasitelerinin olmadığını gördük. Ortak payda budur.

Kapasite kaybından kasıt, kırk küsur yıllık neoliberal devletin dönüşe dönüşe çıplak bir şiddet ve vergi toplayarak üst sınıfları ihya etme aygıtı olarak şekillendiği, kitleler üzerinde bir sınıfsal denge kurma gereği duymadığıdır. Sağlık sisteminin dönüşümünün toplumsal açıdan yıkıcı etkilerini pandemide deneyimliyoruz. Pandemi ve ekonomik kriz birleşiminden doğan özgün koşullar, kitlelerin onlarca kitaptan bile elde edemeyeceği deneyimleri yaşamalarını sağladı, bilinç dünyalarında önemli kırılmalar yarattı. Bu kırılma devletin sınıfsal doğasını açığa çıkardı. Kürt halkının yıllardır “karakol, TOMA, valilik ve kaymakamlıktan ibaret devlet” deneyimi batıya doğru genişliyor mu dersiniz?

Salgın var, sağlık hizmetleri son derece yetersiz. Yangın var, söndürme kapasitesi yok. Sel var, müdahale olanakları yok… Başınızı sokacak bir dam sorunu var, devletin bu konuda yapabileceği tek şey “yüzünüze gözünüze dursun” demek. 

Bu tablo bir kötü yönetim tablosu değil. Bu tablo kişilerin kusurlarından kaynaklanan beklenmedik bir hata değil. Aksine yıllara yayılan egemen sınıf fraksiyonları arasında ve bu fraksiyonların toplamı ile aşağıdaki halk kitleleri arasında kurduğu özgün bir dengenin ardından yolun sonuna gelerek karikatürleşen Erdoğanist rejimin sınırlarında geziyoruz, hepsi bu. 

Doğrusu Erdoğan Türkiye’nin sınıfsal kompozisyonunu neoliberal yükseliş dönemine uyarlayan başarılı bir figür oldu Türkiye burjuvazisi açısından. Şimdi onu yükselten nesnel koşulların sonuna geldik. Erdoğanist rejimi karikatüre çeviren şey bu nesnelliktir.

Yaşanan şeyin neoliberal dünyanın doğal sınırları olduğu bir gerçek. Hegemonyaya dayalı iktidar biçiminin zorunlu olarak rafa kaldırıldığı, yer yer şiddetin, yer yer trajikomik yöntemlerin devrede olduğu, devrede olacağı bir özgün dönem içerisindeyiz. Bizim kaderimize de bu düştü, ister sevelim, ister küselim.

Biraz açalım. Birincisi üzerine bindiği birikim rejiminin tıkandığı bir gerçek. Sıcak parayla iç borçlanma yaratmak, alt sınıfları finansal sisteme içermek, aynı anda emek gücünü ucuzlatarak tüm sermaye fraksiyonlarını memnun etmek, devletin sınıf mücadeleleri sonucunda kazandığı kimi sosyal kapasiteleri alt sınıfların aleyhine olacak şekilde tasfiye etmek, sermayenin koşulsuz tahakkümünü böylece tesis etmek… Bütün bu politikaların doğal sınırlarına geldiğimiz anlaşılıyor. 

Alt sınıfları ve KOBİ’leri borçlandırarak finansal canlandırma yaratmanın “beklenmedik” sonucu bu borçların ödenememesi idi. Ev kredisini, araba kredisini, kredi kartı borcunu, tüketici kredisini, öğrenim kredisini, nakit avansını ödeyemeyen milyonları tekrar borçlandırmak zaten mümkün değil. Ek olarak sıcak para girişini sağlayan dünya konjonktürü büyük finansal kriz nedeniyle artık yok. Dış yatırımcıyı çekmek için yüksek faiz vaat etmek zorundasınız, bunu yaparsanız üzerine bindiğiniz popülizm dalını kesiyorsunuz. Çünkü yüksek faiz düşük bütçeli yatırımcıların, KOBİ’lerin, esnafın, hatta borç ile ekonomik yaşantısını sürdüren halkın ölüm fermanı demek. Farklı burjuva fraksiyonları arasındaki bu sıkışmadan çıkmak mümkün görünmüyor. Bu, iktidarın el değiştirmesi ile de mümkün olmayacak. Şahıslarla ilgili değil, sınıfların çatışan çıkarları ile ilgili bir şey bu. Yeri gelmişken söyleyelim,  dolayısıyla olası bir restorasyonun “oyuna devam” diyebilecek ekonomik koşulları olmayacak, halkın dinmeyen öfkesinin bir süreliğine ehlileştirilmesinin, geleceğe dair umutlarının bir süreliğine çalışmasının dışında tabii…

Yaşanan şeyin neoliberal dünyanın doğal sınırları olduğu bir gerçek. Hegemonyaya dayalı iktidar biçiminin zorunlu olarak rafa kaldırıldığı, yer yer şiddetin, yer yer trajikomik yöntemlerin devrede olduğu, devrede olacağı bir özgün dönem içerisindeyiz. Bizim kaderimize de bu düştü, ister sevelim, ister küselim. 

Velhasıl kelam bu özgün dönem, özgün mücadele araçlarını gerektiriyor. Sınıflar mücadelesinin, kim kimden ne koparırsa biçiminde yürüdüğü, yasaların, teamüllerin ve ön kabullerin bizzat egemen tarafından rafa kaldırıldığı, kurumların işlevlerinin bizzat kendileri tarafından yok edildiği bu dönemden sosyalist bir çıkış yolu, olsa olsa aynı fiili duruma dayanır, dayanmalıdır. 

Bugünlerde parklarda barınma hakkı mücadelesi yürüten üniversite gençlerinin açtıkları yol, bu yeni dönemin kitlelerin zihinsel dünyasındaki etkisinin ipuçlarını sunuyor. Öte yandan yangın ve sellerde kendiliğinden oluşan seferberlik şimdi de barınma sorununda kendisini gösteriyor. 

Unutmayalım ki neoliberalizm bizden sadece yaşamlarımızı çalmadı, birbirimizle nasıl dayanışacağımızı da unutturdu. Bizleri atomize etti, yalnızlaştırdı. Şimdi o yalnızlıktan çıkma ve toplumsal dayanışmayı el yordamıyla örme çabası bu yüzden küçümsenmemeli, geliştirilmeli.

İnsanların evlerini öğrencilere açma çağrısı yapmalarının apolitik bir yönü olduğu su götürmez bir gerçek. Ama öte yandan bunun bir rüşeym halindeki bilinç olduğunu da unutmayalım. “Devlet yoksa dayanışma var” anlayışının vücut bulmuş hâli. Unutmayalım ki neoliberalizm bizden sadece yaşamlarımızı çalmadı, birbirimizle nasıl dayanışacağımızı da unutturdu. Bizleri atomize etti, yalnızlaştırdı. Şimdi o yalnızlıktan çıkma ve toplumsal dayanışmayı el yordamıyla örme çabası bu yüzden küçümsenmemeli, geliştirilmeli.

Fiili dönem bu yazının ana fikri idi, laf dallanıp budaklandı. Kira grevleri, fatura grevleri ve başka bir sürü grev olmayan grevler… Bunlar da sınıf mücadelesine içkindir, bu dönemin gerekleridir. Muhtaç olduğumuzun daha fazlası, kitlelerin nesnel koşullarında saklıdır. Arayıp bulmak mesele.