Çocukları Gündem Etmek

Birbirine bağlı olan konuları aynı yazıda işleme derdindeyim. 

Eğitim sistemindeki sorunlar, o sorunların pandemi ile derinleşmesi ve çocuklar üzerindeki uzun ve kısa vadeli etkileri. Derinleşen yoksulluk, işsizlik ve çocuklar. Bir de ilk ve ortaokullar açılırken gündeme gelen, şimdilerde barınamayan öğrencilerin eylemleri ile de ayyuka çıkan cemaat yurtları sorunu. 

Ortadan başlayalım. Geçen hafta Derin Yoksulluk Ağı bir rapor yayımladı. Raporda çocukların yoksulluğu dikkat çekiyordu. Giderek yoksullaşan ailelerin neredeyse tüm üyeleri çalışmak zorunda kalıyor. İş bulmak zorlaştığı ve çocuklar ucuz iş gücü olarak görüldükleri için daha kolay iş bulabiliyorlar. Patronlar tarafından tercih ediliyorlar çünkü görece “zararsızlar”, sigorta yapılmak zorunda değil ve olası bir durumda yetişkin bir işçiyi başından savmaktan daha “kolay” bir çocuktan “kurtulmak”. 

Araya girip bir örnek vereyim. Geçen hafta da yazmıştım, Afyon’daki davayı. Hani şu patronlarından parasını almak için iş yerine giden, 5 saat boyunca demir sopalarla işkenceye maruz bırakıldıktan sonra kaçarak kurtulan 16 yaşındaki çocuğun davası. Bu hafta karar çıktı. Nasıl mı? Patronlara 36 ve 32 ay ceza verildi. Çocuğa ise patronların arabasını almaktan 7 yıl 6 ay  ve onlara “kasa fırlatmaktan” 55 gün adli para cezasına çarptırıldı! Sonra bu ceza indirimle 25 aya indirildi. Ve hatta çocuk suçlu bulunduğu için patronların avukat masraflarını da ödeyecekmiş. Ne hoş! Ne demiştik, çocuklardan “kurtulmak” daha kolay patronlar için. Çünkü bakın mahkeme ne demiş, patronun arabasını almak bir çocuğa işkence etmekten daha ciddi bir suç! 

Bu davada geçmiyor, sorun bile edilmiyor bir çocuğun çalıştırılması, sömürülmesi ama bu ciddi bir sorun. Rakamlar da gösteriyor. Pandemiyle birlikte, çalışan çocukların sayısı neredeyse 3 milyona ulaştı. Daha zor, ağır ve güncesiz koşullarda çalışan çocuklar çoğaldı. Neden? Çünkü eve ekmek götürmeleri gerekiyor. Çocuk işçilerle yapılan röportajlarda verilen temel cevap bu: Eve para götürmem lazım, yoksa nasıl geçiniriz! Annelerin bebeklerini şekerli su ile beslemek zorunda kaldığı bir yoksulluğun derinliği kendini her yerde gösteriyor. Her işi yapan çocuk işçilerde, kağıt toplayanlarda, sokakta ayakkabı boyayanlarda…

Konular birbiri ile bağlantılı demiştik. 

Eğitim Sorunu ile Devam Edelim

Çocuk işçiliği elbette sadece eğitim sistemindeki sorunlarla ilgili değil, kapitalizmin varlığı ve yoksulluk ile doğrudan ilişkili. Ama işin içine çocukların eğitimi girince sorun boyutlanıyor. Pandemi boyunca yaklaşık 6 milyon çocuk eğitimden koptu(tam rakamları açıklayan bir istatistik yok tabii). Nereye gittiler bu çocuklar peki? Kuş olup uçmadılar ya! Tüm bu yoksulluk, işsizlik ve kriz ortamında elbette yerleri belliydi. Tamamı değildir ama büyük bir çoğunluğunun bir şekilde işçileştiğinden bahsetmek yanlış olmaz. Çünkü yoksul ailelerle yapılan görüşmelerde aileler online eğitimi “okul yok” olarak algıladıklarını söylüyor. Yine daha önce yayımlanan bir araştırmada da ailelerin neredeyse yarısının okullar açılsa da gönderip göndermemeyi düşünecekleri sonu çıkmıştı. Göndermemeyi düşünen ailelerin neredeyse tamamı ise Suriyeli ailelerden oluşuyordu… 

Bir sorun da şu ki eğitim milyonlarca aile için sadece masraf demek… Düşünce olarak elbette çocuklarını okulla yollamak istiyorlar belki ama işin maddi gerçekliği bu isteğin önüne geçiyor. İki hafta önce okullar yüz yüze eğitime açıldı ama ne bir destek verildi ne de bütçe arttırıldı. Defteriydi, kalemiydi, boyası çantasıydı… bir de üstüne okulların istediği “kayıt ücretleri”. Zaten krizle cebelleşen ailelerin beli, kara kış yaklaşırken daha da büküldü. Sadece Twitter’da öğretmen hesaplarının paylaştıklarını okumak bile belki birçok şeyi açık etmeye yeter. Şöyle diyordu bir tanesi: Öğrencilerden çoğu uzak mesafelerden yürüyerek geliyorlar, çoğunun beslenme çantası boş ya da en fazla yarım ekmek var, içi boş… Okula aç gelip gidiyor çocuklar. Servisler pahalı olduğu için yürüyorlar. Ya yürüyemeyenler? Ya sırf beslenmesi, giyecek kıyafeti olmadığı için gelemeyenler ne olacak? 

İşin bir boyutu da sürekli haber olan tarikat/cemaat yurtları gerçeği. Baştan söyleyelim ki bunu kuru bir laiklik/gericilik tartışmasına sıkıştırmak asıl meseleyi kaçırmamıza sebep olur: İşin sınıfsal boyutunu. Evet, rejimi siyasal islamla bezemeye, hatta onu bu biçime dönüştürmeye çalışan, aynı anda da faşizmi kurma çabasındaki bir iktidar var tepemizde. Bu siyasal İslam’ı toplumun tamamına, en dipten en üste yaymaya çalışırken özellikle de eğitime yöneldikleri, imam hatiplerden Kur’an kurslarına kadar her adımı attıklarını biliyoruz. Hatta şimdilerde bu hamlelerde el yükseltmeye gittiklerini, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ı bir adım öne çıkardıklarını da görüyoruz. Bunlar cepte. Peki ama bu hamlelerin gerçekleşebildiği zemin ne? Yoksullar, emekçi ve işçi mahalleri… Giderek yoksullaşan toplumun din sarmalıyla “kapatılmaya” çalışılması tesadüf değil tabii. Anne babanın birlikte çalışmak zorunda olduğu yoksul ailelerin çocukları yatılı tarikat okullarına gönderiliyor. Ortalama okulların kendi yurtları yokken imam hatiplerin var çünkü. Pandemi boyunca okullar kapalı olduğu için çocuklarını en yakındaki tarikat yurduna gönderen “bir zararları yok, hem çocuklar din öğreniyorlar hem de biz işteyken güvende oluyorlar” diyor çünkü aileler. 

Hepsini Birlikte Düşünmek

İktidarın okulları açmak, eğitimi sürdürmek, niteliğini arttırmak gibi bir derdi yok. Hiç olmadı. Varsa yoksa sermayenin talepleri doğrultusunda özel okullar açmak ve teknik okulları yoğunlaştırarak ucuz işgücü yaratmak. Okullar açılmış, kapanmış, çocuklar tarikatlara yöneltilmiş, oralarda denetim yokmuş, çocukların hakları ihlal ediliyormuş, istismara uğruyorlarmış… İktidar için bunların asli bir önemi yok. Hatta bu durum faydalarına bile. İstedikleri gibi milli ve dini bir toplumun tohumları ekiliyor, fena mı? 

Bütün bunları birlikte düşünsek şimdi. Çocuk işçiliğinin yasaklanmasından tutalım da yoksul ailelerin desteklenmesine, eğitimin nitelikli, bilimsel hale getirilmesinden tutalım da eğitime ayrılan bütçenin arttırılmasına kadar pek çok şeyi talep edebiliriz. Ediyoruz da, etmeye devam edeceğiz. Ama bir şeyi unutmadan. Tüm bunlar birbirine politik olarak bağlılar ve hem sermayenin hem de iktidarın attığı tüm adımlarla ilgililer. Tek tek sorunlar değiller. Bir bütün olarak kapitalizmin çocuğa yaklaşımının Türkiye günceline yansıma şekilleri. 

Oysa bütün bunlar kendiyle birlikte sayısız hak ihlali getiriyor. Bambaşka bir çocukluk geçirebilecek çocuklar ölüyorlar, çalışmak zorunda kalıyorlar, çeşitli biçimlerde ihmal ve istismara uğratılıyorlar… 

Yapabileceğimiz çok şey var tabii. Çocuklar gündemimize alarak başlayabiliriz mesela. Onlarla ilgili yaşanan her şeyin de politik olduğunu görerek ya da. Çocukların nesneleştirildiklerini, ezildiklerini bilerek ama onların potansiyellerini de unutmayarak. Onları özne kabul ederek. Ve asla geleceğe öteleyerek değil.