Memleket Savunması: “İşgalcilere” Karşı Yeni Bir “Yurtseverlik” Bilinci

Hobbes’un meşhur sözüdür, toplumu tahakküm altında tutmak için korkunun gerekliliği… Egemen güçlerin kendini dayandırdığı devlet ve iktidar aygıtlarının ana mayası işte o gereklilik bilinciyle karılır. Devletin bekası o gereklilikle sürdürülebilir kılınmaya çalışılır.

Ne var ki, tarih her daim egemenler lehine akmaz. Korku eşiğinin aşıldığı tarihsel anlar vardır. O anlar ki, tarihi ileriye ya da geriye sıçratmaya meyyal, tarihin akış yönünü değiştirme kudretini içerisinde barındıran kırılma süreçleriyle damgalıdır. Şimdilerde, herkesin duyumsamaktan öteye geçerek bizatihi ayırdında olduğu uzun erimli bir kırılma momentinin içerisinde o anlardan birini yaşıyoruz.

Üzerinde konumlandığımız kırılma momentinin başlangıç ibresi 2013 Haziran isyanıydı. O günden bu güne köprünün altından çok sular aktı malum; tarihsel belleğimize kazınan bir slogan olmanın ötesinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı ve asla da olamayacağı yeni bir toplumsal ve siyasal doku açığa çıktı. 

Zira 2000’li yılların başından beri siyasal iktidarını, merkezi ve yerel yönetimler aracıyla geniş bir tahakküm alanına yayarak, adım adım ördüğü ve örgütlediği korku imparatorluğuyla sağlamlaştıran AKP, o günlerde vuku bulan toplumsal kalkışmada gözlerimizin önünde eriyen korku imparatorluğuyla alt-üst edici bir sarsıntı yaşayarak çatırdadı.

Şimdilerde o çatırtı; itibarının ve meşruluğunun onarılması zor bir zedelenmeyle çözüldüğü derin bir yarılmayla boy veriyor.

Bugün artık yaşayarak deneyimlediğimiz üzere, korku eşiğinin aşıldığı anlar, üzerinde konumlandığımız kırılma momentini kopuşlara dönüştürme potansiyeli ve gücüne sahip tarihsellikte. İşte şimdilerde de o kopuş anlardan birine tanıklık ediyoruz, üstelik özneleşme kapasitesi güçlenen aktörler olarak.

Devlet Bilincinde Çözülme ve Hedefini Arayan Öfke

Çoklu krizler konjonktüründe, işsizlik, yoksulluk, hastalıklar, yangınlar, seller, şiddet ve ölüm ezeli ve ebedi bir ‘‘felaket bilinciyle’’ sıradanlaştırılarak, gündelik yaşamın olağan akışı haline getirilmiş vaziyette. İktidar koalisyonu ise söz konusu krizler nesnelliğinde yaşadığı varoluşsal krizden çıkış için, iktidarını var kılabilmek adına, faşizmin kurumsallaşma hamlelerini hızlandırmış ve bu faşist inşanın adımlarını ardı sıra şok zirveleri ile gelen korku pratikleriyle temellendirilmek niyetinde.

Ancak ne var ki, sınıfsal çelişkiler keskinleşir, temelden karşı karşıya gelişler artarken, iktidar ile halk arasındaki makas giderek açılıyor. Halkın başta Erdoğan iktidarına olmak üzere öfkesi her geçen gün katlanarak büyüyor ve öfke sokağa sirayet ediyor.

Halihazırda epey zamandır iktidar koalisyonun eskisinden farklı olarak topluma yedirmekte zorlandığı devletin bekası propagandaları hükmünü yitirmeye başlamış ve iktidar için işlevini kaybetmiş durumdaydı. 

Özellikle pandemiyle birlikte kitlelerde daha güçlü duyumsanan sınıfsal farkındalık, akabinde mafya, çete ve suç ittifakının kitleler nezdindeki görünürlüğünün alenileşmesi, yangınlar ve sellerde halkta vuku bulan bir başınalık, barınamayan geniş yığınların çatısızlığı ve yalnızlığıyla ve bilumum türevleri olan terk edilmiş halk gerçekliğiyle, ardı ardına yaşananlar devlet bilincinde çözülme pratikleri olarak tezahür ediyor. Dahası bilinçlerde yeni bir kopuş dinamiğini tetikleyerek, halklaşma pratikleri olarak vücut buluyor. Üstelik devletin omurgasına çöken iktidar güçleri, kriz derinleştikçe bizzat kendi pratikleriyle -ki devlet şiddetinden gayri pratik sergileyemez vaziyette- işgalci pozisyonuna sürükleniyor.

Memleketin dört bir yanına sıçrayan ve haftalarca ve hatta aylarca devam eden orman yangınlarına devlet ve iktidar aygıtlarının derin sessizlik pozisyonuna karşı; halkta vücut bulan memleket savunusu, işgalcilere karşı çıplak ve yegane bedeniyle bir olarak, deresini, vadisini, korusunu, ağacını tek tek savunan yeni bir demokratik halkçı yurtseverlik bilincinin temellerini atmış oldu.

Geçtiğimiz gün Validebağ Korusu’na sabaha karşı şafak operasyonu misali iş makineleriyle dayanan ve toprağa moloz yığan aynı güç merkezinin yerel kollukları halk nezdinde yine işgalci konumuna yerleşerek, koru; 7’den 70’e çıplak insan elleriyle zincir kurularak elden ele geri püskürtülen molozlarla savunuldu.

Benzeri bir noktadan, ekonomik krizin ağır basıncı altında beli bükülen, mülksüzleşen ve artık bir krize dönüşen konut kiralarıyla  ‘‘barınamıyoruz’’ diyerek en temel yaşamsal talebini parklarda sabahlayarak sokağa taşıran üniversite öğrencileri; halkın birbirine sahip çıkan irili ufaklı dayanışma pratikleriyle karşılanırken, karşısında ise öğrenciler kolluk kuvvetlerince, kendi burjuva hukukları bile çiğnenerek, zaten halka ait olan kamusal alanlardan sürülüp gözaltına alındılar. Yine, haklarını arayıp sendikalaştıkları için işten atılan ve direnişe geçen Adkotürk ve BelKarper işçileri taleplerini sunmak için gittikleri Tekirdağ Valiliği önünde kolluk güçlerinin ‘‘süpür’’ talimatıyla dövülerek gözaltına alındılar.

İktidar güçlerinin ülke çapında yaşadığı meşruiyet krizi, yukarıdan aşağı her kademelerini sarmış vaziyette. Her yerde anca, aynı işgalci pozisyonu ile varlıklarını devam ettiriyorlar, karşılarındaysa halk yeni bir yurtseverlik bilinci ile adeta bir memleket savunması ile yeniden biz oluyor, dayanışması ve direnişiyle halklaşıyor. 

Demem o ki; Validebağ’dan Manavgat’a, Kazdağları’ndan İkizdere’ye, Tekirdağ’dan Gebze’ye, Dersim’den Yoğurtçu Parkı’na, Taksim’e bir yanda kalkanların ardında işgalciler bir yanda ise kalkanların önünde memleket savunusuna geçen yurtseverler. Bir yanda, ulusalcı ve milliyetçi söylemlerin aksine halkın demokratik tepkisinde saklı olan halkçı-demokratik bir yurtseverlik bir yanda ise işgal gücü haline dönüşmeye başlayan iktidar gerçekliği…

Evet, direnişler ve mücadele henüz tepkisel duruşlarla, kendiliğinden eylemliklerle, örgütlü bir kuvvetten ziyade dayanışma pratikleriyle sınırlı. Eylemler ve direniş pratikleri nicelik olarak artarken ve nitelik olarak farklılaşırken savunma hattından taarruza geçebilmiş yahut somut bir hedef bütünlüğüyle buluşabilmiş durumda değil. Halkın öfkesi henüz, hedefini arıyor ve tepki doğrudan kapitalizme yönelmiş durumda da değil. Ancak yön arayışı tayin edici kopuşlara gebe ve her adımında güç biriktiriyor. Eksik olan ise öncü öznenin an’a müdahalesi.