Celal Şengör Vakası veya Bilim İnsanı Ne Değildir?

Celal Şengör’ün bir kadını taciz edişini “ders” olarak anlatışına şahit olduk geçen günlerde. Bu mide bulandırıcı video Celal Şengör’ün tek vakası değil. Daha önce de Kenan Evren övücülüğü, işkence savunuculuğu gibi mide bulandırıcı birçok açıklama yapmıştı. 

Peki Celal Şengör bunları neden yapıyor? Daha mı çok para kazanması gerek? Kendisini yeterince ünlü mü görmüyor? Bunların hiçbiri tam karşılamıyor durumu. Bu açıklamaların, tavırların altında pozitivist ve indirgemeci  bir “aydın” tipini görüyoruz. Celal Şengör ve İlber Ortaylı’nın temsil ettiği, “cahil” ilan etmek üzerine kurulmuş ve üsttenci bir tavır ile kendisini dışarıya yansıtıyor. 

Pozitivist anlayış ile tarihe ve topluma bakma bataklığı bu iki “aydın”da kendisini gösteriyor. Öyle ki bu anlayışın dışında olan her şeyi aşağılama ile dışlıyorlar. Felsefe, toplum, toplum bilimi vb. uyumsuz başlıkları ise üsttenci tavırları ile geçiştiriyorlar. Uzmanlaştıkları alanlarda “dünyaca ünlü” olmak onlara yaşamın her alanına üstten bakma “hakkı veriyor” çünkü. Her “aydın” gibi ideolojik ayrıştırmalardan arındıklarını, topluma bilimle baktıklarını iddia etmelerine rağmen felsefi sığlıkları ile burjuva ilerlemeci anlayışlarını harmanladıkları siyasal görüşlerini televizyonlardan kusmadan edemiyorlar.

Kenan Evren’i Savunmak veya Devletli Aydın Olma Konforu

Yukarıda sözü geçen “ithamları” açmakta fayda var. Celal Şengör ve temsil ettiği cenah deyince akla ilk gelen tabii ki de devletli aydın tipidir. Bu güruh doğdukları “soylu” aileler veya kendilerini gördükleri sosyal sınıf nedeniyle devletli olduklarını iddia edip devlet ile ilişkilerini her şeyden ötede tutmak istemekte.

Örneğin Celal Şengör gibi devletli ve asker bir aileden geliyorsanız, Kenan Evren Paşa’yı savunmak bir borçtur. Elbette anlatının altı pek de devlet sevdasından gelmiyor. Tarih boyunca “aydının” hayatta kalması için belli bir güç odağına yaslanması kuralı burada da işliyor. Kenan Evren savunusu, bir anda aile geleneklerinden daha karlı bir alanda kendisini gösterir. Devletle ilişkiler birçok dokunulmazlığı kendisiyle birlikte getirir. Devletin bütün imkânları size açılmıştır. Sizden istenen ise çalışmalarınızda “devletin çıkarını” da kollamaktır. Sizi oraya getirenlere vefalı olmak gerekir. Örneğin Türkiye’nin neo-liberal tarihi için önemli bir dönüm noktası olan 24 Ocak Kararları’nın hayata geçirilmesini sağlayan 12 Eylül’ü elbette savunacaksınız. Öyle bir savunacaksınız ki “Kendi dışkımı yedim.” açıklamalarını bile yapacaksınız. 

Celal Şengör belki de devletle bu sözleşmeyi yapan “aydın” güruhunun önde gelenleri arasında kendisini gösteriyor. Bütün dünyaya Fransız aydınlanmacılarından bile daha indirgemeci bakıp aynı zamanda devletini savunmayı bırakmıyor. Televizyonlara çıkıp ortalığa saçtığı fikirleri arasında gayet devletçi söylemler kendisini gösteriyor. Burada bahsedilen devletle çıkar ilişkisi sadece maddi çıkar değildir. Aynı zamanda kendini üst vatandaş olarak görme hevesini de tatmin ediyor. 

Çarpık bir aristokrat anlayışını geliştiren ve gelişim düzeyini sadece bu elit grubun kendisine has gören bir toplam için hayat standartlarını devam ettirmek çok önemlidir. Öyle ki kendi yaşamlarına dokunmadığı sürece çok da etliye sütlüye bulaşmama taraftarıdırlar. Fakat kendi konfor alanlarına dokunan bir durum olduğu zaman örneğin Dışişleri Bakanlığı memurları madalya beratlarınızı kaybedince bakanlıktaki kadrolaşma gözünüze batmaya başlar. Burada da eleştiri politik değil yine aristokrat tavırla bir eleştiridir. Devlet kültürü almamış, gayriciddi veya “cahil” memurların kötülüğünden yakınmalardır bu eleştiriler. Zira “Biz çölden gelmedik, devlet geleneğimiz var.”

Bütün bunlarda yukarıda da söylendiği gibi ideolojik bir tavır ve yozlaşma ile harmanlanan karikatürleşmiş karakterleri görüyoruz. Bu karakterler bugün ana akım bilimde belli bir hegemonya iddiasını da taşıyor. Bütün kibir ve ataerkillikleri ile televizyon programlarında “ağır top” konuk olarak karşılanıyorlar. Ve bu kibir kendisini AKP iktidarında bilimsel, kültürel yozlaşmalar ile iyice sivri hale getiriyor. Devlet bu denli yoz bir kültüre sarılıyorsa aydınlarımız da bundan geri kalmıyorlar. 

Celal Şengör’ün Bilimi Nedir? Ne değildir? 

Yukarıda Celal Şengörgillerin ideolojik yaslanmalarına değindik. Fakat bir Celal Şengör kolay yetişmiyor(!)Elbette onu bugüne getiren bir felsefi anlayış da var. Bu yaklaşım bir yazının alt başlığına sığabilecek bir tartışma değil. Fakat en azından çerçeve çizmek ve Şengör’ün Türkiye burjuvazisinden öğrendikleri ile bu anlayışın ne kadar kötü bir temsilcisi olduğunu anlatmak için yerimiz var diye düşünüyorum. 

Celal Şengör aslında ana akım medyanın  göstermek istediği kadar da “özgün” bir bilim anlayışından uzak. Makaleleri, konuşmalarına baktığımızda onun  Karl Popper’in kötü bir karikatürü olduğunu görürüz. Neredeyse her halinden eleştirel- akılcılık ve pozitivist tavırlarını görmek olanaklıdır. Çünkü Şengör bütün söylemsel dilini buradan kurmaya çalışıyor. Çalışıyor diyoruz çünkü çok da başarılı olabildiği söylenemez. Soyut düzlemde bu iki akımın ufak farklarını görsek de Şengör’de bunu çok görmeyiz.

Şengör etkilendiği akımlarla bilimin toplumsal yaşamın gereklerinden doğduğunun inkârı, daha idealist ve öznel bir bilim anlayışı ile karşımıza çıkar. Bilimin itici gücünün inkârı onu havada bir bilim anlayışına mahkûm kılar. Bilim ve bilim insanı onun için toplumdan soyutlanmıştır ve tek doğrudur. Doğrularını bulması ise tamamen kendi başarısıdır. “Neden bilim bu yönde ilerlemiştir?” gibi bir soruyu sormak pek de akıl karı değildir. Ayrıca bilim dediğimiz şey aslında deneysel sağlaması yapılan bir olgu olmak zorundadır. Yani toplum, diyalektik gibi kavramlar Şengör’ün literatüründe ya hiç olmaz ya da çarpık tarifler alır. Öyle ki yeterince bilimsel bulmadığı için Hegel’i cahil bulmaktan hiç gocunmaz. Toplumsal gelişim nedenlerini araştırmak ise işine gelmez.

 Şengör’ün kötü bir karikatür olduğunu söylemiştik çünkü bunların yanında kahramanımızı  yukarıda değinilen devlet kliği ile yakın ilişkisi belirliyor. Şengör konuşmalarında öyle bir indirgemeci tavra girer ki bir grup bilim insanı (onun için iyi olanlar tabii) hariç kimsenin bir şey bildiği yoktur.  Bilim ve siyaset kadim bir gerçektir ve toplumun üstündedir. Eğer mutlu bir toplum olmak istiyorsak sıradan insanlar çok fazla işin içine girmemelidir.  Bunlar belli bir birikim, gelenek ve yetiştirme tarzı ile harmanlanmış karakterlerin işidir.

Ayrıca Şengör’ün çok sevdiği filozofun kötü bir karikatür olması devlete bakış açılarını da gösterir. Popper’in “Açık Toplum” kuramı yaşadığı ülkenin en geri ve otoriter burjuva kliğine yaslanan, her daim düzen ile yan yana olmayı seven Şengör için pek de uygun durmuyor. 

Şimdi Popper’e pek girmeyeceğiz. Uzun uzun yazılabilir ama dediğimiz gibi biz Şengör’ü bir siyasal karakter olarak kavramak istiyoruz. Şengör’ün bilimsel anlayışına dair birçok değerli makale bulunabilir. İşte burada Şengör’ün biliminin ne olduğunu görüyoruz. Şengör biliminin kendisinde toplumu anlamak veya onun dinamiklerini kabul etmek gibi bir olgu yoktur. Çünkü Şengör bilimi gayet sınıfsal bir aygıt olarak kavrar, bilimini ise despotik bir geleneğin kendisini savunmak için adar. Siyasal yaşamın kendisindeki üsttenci bakışa biraz pozitivizm sosu eklemek… İşte size Şengör bilimi. Çok da özgür olmayan bir bilimsel üretim tarzı. Bunun en güzel örneği ise 2012 yılında İTÜ’de direnişe geçen asistanlara karşı Celal Şengör’ün rektörün tetikçisi olma konumunu büyük bir istekle kabul ediyor olması.

Burada Şengör kendi kendine uydurduğu eşiklere (Örneğin bir doktora tezinin kaç yılda yazılacağına dair bir eşik koymak.) uymayanları tembellik ve “bilim dışı” ilan ediyor. Nedeni ise yine aynı, mevcut otoriteye baş kaldırma. Şengör yine üsttenci konumu ile kalitesizlik vb. birçok kavramın kendisini sıralıyor ve YÖK sözcülüğüne soyunuyor. İşte Şengör’ün bilimi de buradan besleniyor. Yaşamın kendisine bilimsel gözle baktığını iddia ederken, bilimsel devrimlerin yaratıcılarını kutsarken, bilimin önünde en büyük engel olan YÖK’ün kendisini savunmak. İronik gibi duran ama sınıfsal açıdan gayet de istikrar barındıran bir düşünsel disipline sahip Şengör.

Bitirirken

Şengör’ün yaslandığı sınıfsal konumun yeterince ortaya çıkarıldığı kanısındayım. Bu sınıf kurulduğu andan itibaren kendisini despotik bir yerde konumlandırıyor ve üsttenci tavrını bir an olsun bırakmıyor. Halkın kendisine tepeden bir bilgi verme anlayışı ile bilimsel dünyayı Şengör gibi bilim insanlarına bırakıyor. Gün geçtikçe daha fazla yozlaşan ve bilimsellikten uzak bir anlayışla ülkeyi yönetmeye çalışan Saray Rejimi ise Şengör’e özel bir güç veriyor. O her gün gördüğü şiddet, nefret söylemleri vb. konularda cezasızlık politikasına yaslanıyor ve açıkça hakaret etmekten, tacizini övünerek anlatmaktan geri durmuyor. Şengör hem bilimin hem de siyasal yaşamın en geri unsurunu temsil ederken bir toplumun yönetici sınıfının ne kadar yozlaştığını da bize çok güzel gösteriyor. 

Celal Şengör(ler) bugün topluma katkı sunamayacak derecede yozlaşmışlardır. Hiçbir şey vaat etmezler ve hiçbir noktada gelişim sağlayamazlar. Onlar için bilim toplumsal bir fayda için değil, bilgi hiyerarşisi kullanarak metalaşmasını sağlamaktır. Bu metadan en büyük karı tabii ki kendilerine sağlarlar. Kısacası bilim insanın sınıfsal konumu onun bilime yaklaşımını da gösterir. Egemenlere yaslananlar egemenler kadar yozlaşmış ve toplum düşmanı olabilirler.