Halkın Derdine Derman DEVA’da Bulunmaz

AKP’nin ilk yıllarında, İslami camianın uzun zamandır beklediği “altın neslin” ilk üyelerinden biri olarak gösterilen Ali Babacan, peyda olduğu partiye karşı açtığı bayrağı son günlerde daha fazla sallandırıyor.

Geçtiğimiz günlerde “Kesinlikle Cumhur İttifakı’nda yer almayacağız” ve “Millî günlerimiz üzerinden, bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılmasına izin vermeyiz” söylemleriyle iddiasını büyüten Babacan, yaptığı il gezileriyle de halk arasındaki desteğini büyütmeye çalışıyor.

Fakat bu büyütme çabalarının beklenen karşılığı bulma ihtimali pek de olası görünmüyor. Tıpkı Babacan’ın çabalarının devamını getirebilme ihtimali gibi.

Maneviyat ve Maddiyat

Partinin kurulduğu ilk günlerde AKP ve Erdoğan’ı eleştirerek muhalefet kitlesine yakın bir pozisyon almaya çalışan Babacan, kimi yönleriyle seküler ve modern bir hayat tarzına (bkz. 140journos belgeseli) sahip olduğunu sunmaya çalışmıştı. Bu tarzıyla “laik” kesimin sınırlı da olsa ilgisini çekebilen Babacan, AKP karşıtı kesimden alabileceği desteğin sınıra geldiğinin farkına varmış durumda.

Partisinin, anketlerde yüzde 2’nin üzerine hiç çıkamaması da bu farkındalığı artırmış olmalı ki, Babacan “eski mahallesine” yöneldi. Trabzon’da “Bizim başarılarımızla övünmeyi bırakın artık” diyerek AKP’nin “başarılarını” tek başına sahiplenmeye kalkışan Babacan, AKP kitlesinin partiye azalan güvenini kendisinin sağlayabileceğine işaret etmeye çalışıyor. Buna ek olarak 30 Ağustos sonrasında yaptığı açıklamayla “dindar” yani AKP’nin kemik kitlesine “ideolojik” güvence de vermeye çabalıyor.

Böylece Babacan AKP’den uzaklaşan ama tam anlamıyla kopmayan kitleleri, özellikle esnaf ve yoksul kitleleri, ilk olarak söylem ve ideoloji üzerinden “maneviyata” dokunarak kendisine çekmeye çalışıyor. Ekonomideki ‘‘başarısını’’ da bunlara ekleyerek, ekonomik krizden ve pandemiden oldukça etkilenen esnaf ile yoksul “dindar” kitleleri “maddiyaten” de ikna etmeye çalışıyor. Bu maneviyat ve maddiyatla, özellikle İç Anadolu ve Karadeniz’deki sayıca çok olan kitlelerin kazanılarak partinin niceliğinin arttırılması hedefleniyor.

Amma velâkin Babacan’ın eskiyi sadece olumlu yanlarıyla görüp, yeni zamanda da eskinin “ekmeğini yeme” çabaları akla Nasreddin Hoca fıkrasını[1] getiriyor. Fakat Babacan’ın sandığının aksine ne geçmiş ne de gelecek parlak.

AKP iktidarı boyunca kabinedeki yerini koruyan, kabinede olmadığı son yıllarda da etkisini sürdüren Babacan, bunu “yetenekleri” kadar uluslararası finans-kapital ile kurduğu ilişkilere de borçlu. Nitekim Erdoğan da bunu çeşitli zamanlarda üstü kapalı bir biçimde ortaya koymuştu. Babacan şimdi de bu ilişkilerini kullanarak, Türkiye’ye son dönemde akmayan “sıcak parayı” aktarabileceğini, böylece tıpkı eskisi gibi geniş likiditenin verdiği imkanla ucuz kredi yağdırabileceğini “satmaya” çalışıyor.

Hayaller…

AKP iktidarı boyunca kabinedeki yerini koruyan, kabinede olmadığı son yıllarda da etkisini sürdüren Babacan, bunu “yetenekleri” kadar uluslararası finans-kapital ile kurduğu ilişkilere de borçlu. Nitekim Erdoğan da bunu çeşitli zamanlarda üstü kapalı bir biçimde ortaya koymuştu. Babacan şimdi de bu ilişkilerini kullanarak, Türkiye’ye son dönemde akmayan “sıcak parayı” aktarabileceğini, böylece tıpkı eskisi gibi geniş likiditenin verdiği imkanla ucuz kredi yağdırabileceğini “satmaya” çalışıyor. Yağacak ucuz krediden yararlanacak olan esnaf ise pandeminin ve ekonomik krizin etkisini tamamen silerek önüne umutla bakacak. Yine bu ucuz kredi yağmurundan ücretli emekçi, yoksul da yararlanarak borcundan harcından kurtulacak, güneşli güzel günlere uyanacak. Ne güzel bir hayal!

AKP’nin ilk döneminde yaşanan bu “hayalden” halkımız ve insanlık, günümüzde dünya çapında yaşanan krizle uyandı. Ve sermaye krizden hala nasıl çıkacağını bilemezken, eskisi gibi sıcak para akışının gerçekleşmesi de olası değil. Kaldı ki son dönemlerde nadir gelen sıcak paralar da döviz kurunun hızlı artışından yararlanıp kısa sürede geri dönmekte. Bu da gelen sıcak paranın bedelinin ağır olmasına yol açıyor. Dolayısıyla “başarılı” Babacan’ın getireceği sıcak paranın maliyeti, eskisinden daha ağır olacaktır. Ve biliyoruz ki bunun maliyeti, şimdi olduğu gibi, halka ödettirilmeye çalışılacaktır. Böylece açıkça vurgulamak gerekir ki Babacan’ın ekonomideki “başarılarına” baktığımızda “altın neslin” güler yüzlü çocuğundan çok, halkın rızkına çöken “altın çocuğu”[2] görmekteyiz. Ve eskisine nazaran bedeli sadece yoksul halk değil, tefeci-bezirgan kökeninden gelen talan iştahını atamayan esnaflar da ödeyecektir.

Derman ve Deva

Son dönemde Babacan’ın başarılarının yanı sıra gündem olan bir diğer isim de Metin Gürcan. Partinin kurucu üyelerinden olan Gürcan, uzun zamandır çeşitli konularda gündemde olsa da, geçtiğimiz günlerde Avrasyacılarla yaşadığı polemiklerle şimdilerde ön planda. “Rasyonel aklı” savunduğunu söyleyen Gürcan, TSK’nın NATO ile ilişkilerini derinleştirmesinden yana.[3] Avrasyacılara yönelik tepkisini arttıran ve Mavi Vatan kavramının mucidi Cihat Yaycı ile polemiğe girmekten kaçınmayan Gürcan[4], Suriye üzerinden de hükümete, Afganistan üzerinden de Avrasyacılara yüklenmeyi sürdürüyor.

Bütün bunlar Gürcan’ın dış politika ve askeri konularda TSK’nın Batı yanlısı kanadının sözcülüğüne oynadığı gösteriyor. Nitekim Babacan’ın uluslararası finans-kapital ile olan ilişkisi bağlamında düşündüğümüzde bunun tesadüf olmadığı ortada. Böylece DEVA’nın ekonomi, dış politika, askeri meselelere bakışının yanı sıra dindar kitleyi “sahiplenme” çabası açısından AKP’nin ilk dönemleriyle paralel bir çizgi izlemeye çalıştığı görülüyor.

Kapitalizmin dünya çapındaki krizinin yanı sıra Türkiye’nin yaşadığı ekonomik, siyasi ve devlet krizi, DEVA’nın “eskiyi” hatırlatan çalışmalarının büyük oradan nafile olacağına işaret ediyor. DEVA partisine yapılan silahlı saldırı[5] da ortamın eskisi gibi “yumuşak” olmadığını sert bir şekilde hatırlatıyor.

Öte yandan DEVA’nın ön plana çıkma çabaları, sermayenin derinleşen krizini çözme konusunda “eskiye” sarılma olasılığını da göz önünde bulunduracak kadar çaresiz olduğunu da gösteriyor. Bu noktada halkın derdine devanın “sorgudan kaçan eski ölü”de değil, halkın ta kendisinde olduğunu ısrarla vurgulamanın hayati önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Ülkenin dört bir yanında irili ufaklı uç veren direnişler, halkın dermanın başka “deva”da değil kendinde olduğunun idrak ettiğini açıkça ortaya koyuyor.

Niyâzî Mısrî’nin dediği gibi: “Dermân aradım derdime, Derdim bana dermân imiş, Bürhân[6] aradım aslıma, Aslım bana bürhân imiş…”

Dipnotlar

[1] Nasreddin Hoca hasta olmuş: “Ben ölünce beni eski bir kabre gömün” diye vasiyet etmiş.

Öyle de yapmışlar… Münkir ve Nekir gelmiş (sorgu melekleri), sorguya çekecek,

Hoca: “Ben eski ölüyüm; benim sorgum yapıldı” karşılığını vermiş. (Bu fıkrayı derleyen Pertev Naili Boratav’ı saygıyla anıyoruz).

[2] Argoda iyi hırsızlık yapanlara takılan lakap.

[3]https://tr.sputniknews.com/20171124/metin-gurcan-turkiye-natoya-verdiginden-fazlasini-aliyor-1031135634.html

[4]https://odatv4.com/guncel/dunun-polemigi-aydinlik-mansetiyle-suruyor-deva-partisi-kurucusunun-seceresi-ortaya-cikti-210521

[5] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/deva-partisi-ilce-binasina-gece-yarisi-silahli-saldiri-1870572

[6] Bir hükmün, bir önermenin delil olarak kendisine dayandırıldığı, önceden doğru diye kabul edilmiş olan hüküm.