AKP-MHP İktidarının Çıkmazları ve Faşizm

Göçmen, mülteci düşmanlığıyla beslenen ırkçı bir siyasetle karşı karşıyayız. Ötekileştirmeyi, milliyetçiliği dayanak yaparak, giderek faşistleşen/faşistleştiren bir iktidarın zulmündeyiz.

Ankara Altındağ’da mültecilere, göçmenlere yapılan saldırı siyasi atmosferin geldiği boyutu açıkça gösteriyor. Orman yangınlarında elinde silah Kürt arayan, göçmen arayan aynı bilincin öncelleridir. Konya’da Kürt aileyi katleden, Alevilerin evlerini işaretleyip tehdit eden, LGBTİ+’ları ötekileştirip düşmanlaştıranlar aynı duygu ve düşüncelerin eyleme dökülmesidir. Altındağ’daki ırkçı saldırı, birikerek gelen milliyetçi-ırkçı bir zeminin ürünüdür.

İktidarının Çıkmazları

Son iki ayda yaşananlara bakıldığında dahi iktidarın ne kadar çözümsüzlük ve yönetememe aczi içinde olduğunu görebiliyoruz. Orman yangınları, sel felaketi AKP-MHP iktidarının “krizle başa çıkma”, felaketlerle cebelleşen halkın halinden anlama, halkın yaralarını sarma, halka güven verme konusunda doğasından gelen sınıfsal duruşun tezahürü olarak ne kadar yetersiz/yeteneksiz olduğunu gösterdi. Pandemi sürecinde biliyorduk, ama bir kere daha göstererek “karaktere” bürünmüş politik iktidarsızlıklarını kanıtladılar.

Irkçılık, faşizmi inşa etmenin temel politikası. Bu konuda Millet İttifakı da iktidardan geri kalmıyor. CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın ırkçı söylem ve uygulamaları acı bir gerçeklik. Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ağız birliği ederek mültecileri, göçmenleri ülkelerine göndereceklerini açıkladılar.

Halkın yaşam hakkını değil de kâr ve rant için, sermayedarlara ülkenin kaynaklarının nasıl peşkeş çekildiğine; kutsallığını, bekasını dillerinden düşürmedikleri devletin güçsüzlüğüne tanık olduk.

Tüm bu gerçekler ortadayken, suçu Kürtlere, göçmen ve mültecilere atmaları, faşizme yönelen yüzlerini gösteriyor. 

İktidar bloku çözümsüzlük ve çözülüş içinde faşist bir rejimin inşasını tek kurtuluş olarak görüyor. Krizler içinde çoktandır kaybettiği meşruiyet kaybını faşizmde kazanmaya çalışıyor.

Irkçılık, faşizmi inşa etmenin temel politikası. Bu konuda Millet İttifakı da iktidardan geri kalmıyor. CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın ırkçı söylem ve uygulamaları acı bir gerçeklik. Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ağız birliği ederek mültecileri, göçmenleri ülkelerine göndereceklerini açıkladılar.

Bu tutumlardan da görüldüğü üzere kritik konularda düzen içi “muhalefet” bloku AKP-MHP iktidarına koltuk değneği olmaktan geri durmuyor. Evet her türlü keskin sözlerle iktidarı eleştiriyorlar; ancak söz konusu Kürtler, işçiler olunca onlara karşı bir oluyorlar. Kadınlar ya da halk isyandayken (Boğaziçi direnişinde de gördük) iktidar şiddet uyguluyorsa, muhalefette “Aman 80 öncesine dönmeyelim” diye teskin ederek iktidara destek çıkıyor. Her ikisi de “sistemin devamlılığını” savunuyor.

Faşizmin Algoritması

Çoklu kriz içinde, meşruluğunu faşizmde arayan AKP iktidarı, kendi yolunca faşizmi adım adım kurumsallaştırmaya çalışıyor. Tek adam yetkisiyle medyadan orduya, ekonomiden yargıya, polise tüm güçleri elinde tutsa da 21 yıllık iktidar çözülme işaretleri gösteriyor. Olağanüstü yetkilere, devletin gücüne sahip olsalar da özellikle ekonomik kriz, Kürtlerin direnişi, pandemi, halk güçlerinin muhalefeti, iktidarın zayıf noktalarını oluşturuyor.

İşte tam da bu noktada, iktidar muktedir olmadıkça, faşizmi adım adım örmenin gayreti içinde.

Daniel Guerin, “Faşizm ve Büyük Sermaye” kitabında, Hitler’in devlet yönetimine “el koymak” yerine “iktidara geldiğini” söyler. Erdoğan ve Bahçeli de Türkiye’ye özgü faşizmi “süreç içinde” oluşturmaya çabalıyor. 

Irkçılıkla İsyanı Çürütmek

Yazının başında işaret ettiğim esas eksene dönersek; sisteme karşı halkın öfkesi büyüyor. “Gezi ruhu” farklı biçimlere bürünerek özgürlükçü halk dinamiği olarak varlığını sürdürüyor. İktidar ve restorasyoncu muhalefet ağız birliği ederek halk güçlerinin devrimci enerjisini “ırkçılık” zehriyle çürütmeye çabalıyor. 

Milliyetçilik, muhafazakarlık, gelenekçilik, cinsiyetçilik, LGBTİ+ ve kadın düşmanlığı, mezhepçilik, yoğun emek sömürüsü, faşist rejimin temel ideolojik altyapısını oluşturuyor. Son yıllarda yaşadıklarımız, bunlar değil mi?

Böylesi politik tutumlar ki; halk güçlerinin direnişiyle karşılaşmakta. Ama aynı zamanda toplum, iktidar bloku tarafından ırkçılığa, faşizme yöneltilmeye çalışıyor.

Orman yangınları sırasında, Bakan Pakdemirli’ye karşı “helikopterler nerede, hükümet istifa” diyen yangın zedeler ile Altındağ’da göçmenlere saldıranlar halkın öfkesinin iki zıt kutbudur. Biri protesto edip devrimci enerjiye dönüşürken; diğeri ırkçı bilinç/duygulanımla aslında düzene karşı öfkesinin yıkıcı/yapıcı enerjisini çürütmektedir.

12 Eylül faşizminin komutanlarından Turgut Sunalp’in ünlü sözüdür; “Faşizm, komünizmden tehlikeli değildir”.

Öyle ya! Halkı susturmak, “devletin bekası” ve sömürü düzeni için; faşizm “her kapitalizme lazımdır”.

Sıradan Faşizm

“Sıradan faşizm” filmi, iki dünya savaşı arasında İtalya ve Almanya’da faşizmin nasıl oluşup geliştiğini anlatır. Faşizmin gündelik hayata yerleşerek “sıradanlaştığını” imgeleştirir. Faşizm, işte, okulda, kitlesel bir karakter kazanan; stadyum, sivil çete mecralarında her yerde masumane biçimde yaşama tezahür eder.

Olağanlaştıkça kitleselleşir, sıradanlaştıkça gündelik yaşamımıza girer. Toplumun bir bölümü, bütün kötülüklerin kaynağı kapitalist düzen iken, sisteme karşı evrensel insanlık değerlerini savunmayı değil de “ırkının” şovenizminde göçmenlere, mültecilere karşı silahlanır, çeteleşir.

AKP-MHP iktidarı faşizmi inşa etme çabası içindeyken işçiler, emekçiler, halk güçleri kendi direniş gücüyle demokratik cumhuriyet mücadelesini sürdürüyor. Gezi isyanından Boğaziçi direnişine; kadınların, Kürtlerin mücadelesinden ekolojik direnişlere; hepsinde özgürlüğün, demokrasinin, sosyalizmin umutlu olanakları saklı.