Yangın Yerinde Hayatta Kalma Kılavuzu

Ağustos ayında yaşanan orman yangınları, içinde olduğumuz felaket dönemine hararetli bir dokunuş yaparak kelimeyi gerçek anlamına büründürdü: Ülke tam bir yangın yerine döndü. Yaşanan felaketlerin önemli bir kısmı küresel, felaketlerin yıkım gücünü artıran aktörler ise tamamen yerel.

Yaşadığımız coğrafyada 17 Ağustos depreminden beri birçok felaket yaşandı. Hemen hemen bütün afetlerde devlet al(ma)dığı önlemler ve hazırlıklarla sınandı. Ve hemen hemen hepsinden çok düşük notlar alarak yoluna devam etti. Her bir doğal felaket bir sonraki için dersler biriktirirken ne afetler durdu ne de afetlerin yıkıcı etkisi engellendi.

Ülkenin doğusundan güneyine yayılan son orman yangınları ile cumhuriyet tarihinin en büyük doğal felaketlerinden biri yaşanırken devletin baskıcı niteliğinin bu felaket dönemlerinde arttığına yaşayarak şahit olduk. Pandemiden orman yangınlarına kadar son dönemde yaşanan felaketlerin yıkıcı etkisinin muhalefet ve yoksul kesimler üzerinde yüksek olması da devletin bu niteliği sayesinde gerçekleşmiştir.

Bölgede ilk gözlenen genelde daha önceki felaketlerde yaşandığı gibi devletin yetersizliğinden çok yeterli olmama çabasıydı. Yangınların başladığı ilk günden itibaren gündeme gelen havadan müdahale tartışması bu bilinçli yetmeme çabasının kendini en belirgin olarak açığa çıkarttığı konuydu. Faşizme giden yolda her tür felaket iktidar için adeta bulunmaz bir nimet özelliğindedir.

İktidar cephesinden her tür fırsat egemenliklerinin devamı için bir araç olarak görülürken halk güçleri için ise durum bambaşka. Gezi günlerinden beri halk güçleri iktidar ile olan çatışmasında kendine has bir savunma cephesi örerek direnmenin yollarını arıyor ve bir şekilde buluyor. Egemenler ellerinde bulundurdukları iktidar gücünün avantajlarıyla son derece donanımlı görünse de karşılarındaki yığınlar her çarpışmadan güçlenerek çıkıyor. Bu güçlenme karşısında iktidar cephesi ya şiddeti artırıyor ya da geri adım atmak zorunda kalıyor. Artan şiddet de gerçekte çaresizliği, halk güçlerinin iktidar karşısında rızasının olmadığını gösteriyor.

Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketleri en büyük karşı çıkışlarıyla birlikte yaşanıyor. Umut ile umutsuzluğun, varlık ile yokluğun, hayat ile ölümün iç içe geçtiği yoğun bir mücadele döneminden geçiyoruz. Karşıt gibi görünen durumlar birbirini besliyor, birbiri içinden doğuyor. Halk güçlerinin yoksunluğu, yoksulluğu onun her konuda zenginleşmesini beslerken zenginleşen iktidar her konuda yoksullaşıp yalnızlaşıyor.

Gezi’nin yarattığı etki ile 2015 Haziran’ında iktidarın yıkılması gibi bugünün felaketleri de düzenin temellerini sarsıyor. Kitle hareketi attığı her adımda bir öncekinin deneyimlerinden, sonuçlarından faydalanarak ve kendini yenileyerek düzenin karşısına dikiliyor. İktidarın devamlılığı faşizmin kurumsallaşmasını dayatıyor. Bu dayatma için baskı dozunu artırmak gerekiyor ve doz arttıkça yönetmek zorlaşıyor.

Kitle hareketini bastırmak için kullanılan tek koz şu an şiddet olarak görünüyor. Resmi şiddetin varlığı ve gayrı resmi şiddetin olasılığı kitle hareketinde göreceli bir geri çekiliş yaşatsa bile süreklilik ve geri çekilmeye rağmen dağılmama eğilimi, iktidar güçleri üzerinde oldukça yıpratıcı bir etki yaratıyor.

Ağustos ayı içinde yaşanan yangın felaketlerine iktidarın yaklaşımı karşısında halk güçlerinin yaptığı manevralar düzenin her tür yıkıcı faaliyetine karşı nasıl bir savunma refleksine sahip olunduğunu gösteriyor. Son felaketin yoğun olarak yaşandığı Ege ve Akdeniz bölgelerinde halk güçlerinin girişimleri adeta yangın yerine dönen ülkede hayatta kalma kılavuzu niteliği taşımaktadır. Bu kılavuza yakından bakacak olursak:

Hayatta Kalmak İçin Örgütlenmek

Ülkenin içinde bulunduğu durum, kitle hareketinin her nüvesinin duruma uygun bir örgütlenme oluşturmasını zorunlu kılıyor. Cins, sınıf, coğrafya, kültür, mezhep vb. demeden bulunulan her alanda örgütlenmek artık yaşamı devam ettirmenin en temel şartlarından biridir dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.

Yangınların ortaya çıkışı ile beraber yanan alanın hızla genişlemesi karşısında büyük bir yardımlaşma ağının oluşup devletten önce bölgeye ulaşması, Gezi’den beri sürekli aktif olan dayanışma kaslarının ne kadar kuvvetlendiğini de gösteriyordu.

Halkın kendi öz dayanışma gruplarının hızla oluşarak yaşanan durumlara müdahale ediyor oluşu artık alıştığımız bir durum oldu. Yaşanan son felaket de gösterdi ki hayatta kalmak için örgütlenmekten başka çare bulunmamaktadır.

Bu son felaket bir başka deneyimin oluşmasına da yol açtı ki örgütlenmenin çapının nasıl genişleyeceğini görmek açısından bu deneyim oldukça önemlidir.

Yaygın yangınların ulaşmadığı ama bulunduğu konum itibarı ile tek ulaşım yolunun yangın dolayısıyla kapandığı Muğla’nın Datça ilçesi en yakınındaki yangın bölgelerine yaptığı dayanışma yardımları dışında alevlerin ilçeye ulaşması durumuna karşı kendi öz örgütlülüğünü kurarak farklı bir savunma refleksi oluşturdu.

Devlet tarafından neredeyse yalnızlığa terk edilen yarımadada çok kısa sürede oluşturulan 11 adet mahalle meclisi ile halk kendi öz gücüne sarıldı. İlçede bulunan STK’lar, platformlar ve çeşitli oluşumların çabaları ve Kent Konseyi’nin kolaylaştırıcılığıyla mahallelerde biraraya gelen ilçe halkı hemen demokratik yapılarını oluşturarak afete karşı hazırlıkları yapmaya başladı. İlçenin neredeyse tamamına yayılan bu meclis örgütlenmelerinin çıkış noktası yaşanan felaket olsa da genel eğilim bu yapıların demokratik bir düzlemde kalıcı birer halk örgütlenmesi olarak devam ettirilmesi şeklinde.

Şu anda, yardımların organize edilmesi, mahallelerde afet anında yapılacaklar ve asgari afet eğitimlerinin yaygınlaştırılması şeklinde yapılan çalışmalar mahallelerin ve ilçenin sorunlarını da dert edinmekte ve bu anlamıyla yönetimde doğrudan demokrasi ile söz sahibi olma eğilimi de taşımaktadır.

Bir ilçenin tamamında halk meclisleri şeklinde örgütlenme deneyimi Gezi sonrası park dayanışmalarıyla ortaya çıkan ve çeşitli meclis tipi öz örgütlenme çalışmalarının kapsayıcı olarak en geniş tabana yayılmış örneğini oluşturmaktadır.

Afetin yıkıcı etkisine karşı oluşturulan bu çalışma, yanan ormanlarda oluşan yeşermeler gibi büyük bir umut taşımaktadır.

Nefes Almak İçin Direnmek

Doğanın tahribatına karşı uzun zamandır yerel direnişler örgütlenmiş ve bu direnişlerin çapının büyüklüğü ve sürekliliğiyle orantılı olarak kazanımlar elde edilmiştir. Son yıllarda gerçekleşen direnişlerin en uzun süren ve en ses getirenlerinden biri olan Kazdağları Direnişi yarattığı etki sayesinde kazanımla sonuçlanmış ve kendinden sonra gelen doğa direnişlerine umut vererek örnek olmuştur.

Sene başından beri iktidar ülkenin birçok yerinde maden arama çalışmalarını öne sürerek birçok ormana göz dikmiş ve yine bu girişimlerinin hemen hepsi dirençle karşılaşmıştır. Bu dirençlerden bir tanesi de tam da yangınların ortasında kalan Milas İkizköy’de bulunan Akbelen Ormanları’ydı.

Beşli Çete’nin maden aramak için Akbelen’i talan etme niyeti, bölge halkının direnişiyle durdurulmuş ve çevre ilçelerden gelen destekler başlatılan nöbeti kalıcı hale getirerek ilgiyi bölge üzerine çekmişti. Hızla yayılan orman yangınlarının ortasında kalan bölge bir anda durumu fırsat bilen Limak ve IC Holding’in saldırısına uğramış ve ağaçlar kesilmeye başlanmıştı. Tutulan nöbet sonucunda olaya erken müdahale edilmiş ve Beşli Çete’nin tahribatı çok yayılmadan durdurulmuştu.

Sonrasında bölgeye akın eden dayanışma güçlerinin etkisi ve ormanlar yanarken orman talan etmenin gayri meşruluğuna karşı yükselen tepkiler sonucu mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermiş ve talan şimdilik durdurulmuştur.

Ağaçlar için de insanlar için de yangın yerinde yaşamak mücadele ile mümkün olmuş, iktidarın yaktığı ateş kitlelerin nefesiyle söndürülmüştür. İşte o nefes için bugün direnmek zorunludur.

Kalıcı Olmak İçin İnat Etmek

Yıkıcı olanın afet değil kapitalizm olduğunun bilincinde olanlar örgütlü direnişlerini kalıcı hale getirerek mücadelelerini pek çok alanda devam ettiriyorlar. Bu devamlılık ile sistemin her tür tahribatına karşı da hazırlıklı oluyorlar.

Orman yangınları sırasında Yeşil Gazete’de çıkan bir haber[1] ile Manavgat’ta Ahmetler isimli bir köyde 2014’te başlayan HES mücadelesi ile oluşturulan örgütlülüğün halen devam ettirildiğini öğrenmiş olduk. Bundan yedi sene önce başlayan ve o mücadele ile kazanılan orman yine bugün aynı örgütlülüğün devamı ile korunmuş oldu. Uzun yıllara dayanan mücadele deneyimi ile örgütlü hareket etme refleksi yangın karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiğini de göstermiş ve devletin ormandan uzaklaştırmaya çalıştığı halkın organize müdahalesi ile o bölgede çıkan yangın felakete dönüşmeden kontrol altına alınmıştı. Ormanı sermaye sahipleri değil doğanın gerçek sahipleri korumuş, kurtarmıştır.

Ahmetler köyü deneyimi, örgütlenmek ve direnmeyi devlet-sermaye-iktidar üçgeni karşısında kalıcı bir biçime büründürmenin ete kemiğe bürünmüş halidir. Sahip olduğumuz örgütlenmeler ve sürdürülen direnişler geleceğimizin de teminatıdır.

Yarın İçin Yeni Bir Düzen

İktidar güçlerinin hayatın her alanında yarattığı tahribata karşı kitle hareketinin dinamikleri son derece zengin bir varoluşla kendini konumlandırabiliyor. Yaşanan yangın felaketinde birbirinden bağımsız üç farklı yerde hareketin üç farklı varoluşundaki çeşitlilik ve manevra yeteneği buna güzel bir örnektir.

Halk güçlerinin kendini savunma pozisyonunda konumlandırarak zaman zaman buradan yarattığı sarsıcı etkinin yeterliliği ise esas sorundur. Özgür, eşitlikçi ve demokratik bir yaşamın nüveleri oluşturulan örgütlülüklerde filizlenmekte fakat yeni bir yaşamı kurma noktasında yeterli olmamaktadır. Savunma pozisyonunun her geçen gün güçlenmesi karşısında iktidar güçleri de kendi saldırı pozisyonlarını güncellemektedir. Tam da bu noktada kitle hareketini savunma sıkışmışlığından kurtararak devlet-iktidar-sermaye üçgenini tahrip edecek bilince sıçratacak özneye olan ihtiyaç ortaya çıkmaktadır.

Her geçen gün örgütlülüğü güçlenen halk güçleri için gerçek kurtuluş emek eksenli yeni bir hayatı kurmak için atılacak adımlarla mümkün olacaktır. Hayatta kalmak için direnmenin mekanizmaları oluşturulmuştur. Artık insanca yaşamanın yollarını bulma, insanlık düşmanı bu düzeni alaşağı etme zamanıdır.

 

 

 

[1]https://yesilgazete.org/yanginda-orgutlulugun-basarisina-ornek-manavgat-ahmetler-koyu/