Bir “Kurtarıcı” Olarak Millet İttifakı

Bir önceki yazıda iktidar krizinin devlet krizine dönüştüğünden ve yangın faciasında somutlanan “devletin geri çekilme” durumundan söz etmiştik. Bu satırların yazıldığı zamanda ise Altındağ saldırısı ve Karadeniz’deki sel faciasının gerçekleşmesiyle bir önceki yazıda geçen önerme berraklaşmıştır. Son on beş günde devlet hem faciaları hem de ırkçılığın kendisini yönetememiş fakat yalan haber ve Altındağ’da kolluk gücü aracılığıyla yönetemediğini ise yönlendirmeye çalışmıştır.

Yönetememe ve yönlendirme ifadelerinin altını çiziyoruz. Zira yönetememe halinden kasıt Cumhur İttifakı’nın kontrolü tamamen kaybettiği anlamına gelmiyor. Cumhur İttifakı’nın herhangi bir kliğinin veya iktidar söyleminin bir sonucu olan faşist saldırılar, ağır ihmaller sonucu yaşanan doğal afetler iktidar için çok hızlı bir şekilde kontrolden çıkıp kendi karşısına dikilen bir silah olma olasılığını barındırıyor. Yönetememe halinden kastımız budur. Aynı zamanda iktidar yönetemediği gündemlerde ideolojisi ve propaganda araçları ile belli bir yönlendirme yeteneğini de hala koruyor.

Yukarıda özetlediğimiz durum iktidar özelindedir. Fakat bu krizin kendisi akla bir başka soruyu da getiriyor: Peki ya diğerleri? Bütün bunlar cereyan ederken bizi kurtarma iddiasında olan “liberal restorasyonun” ana odağı Millet İttifakı da bizi nasıl “kurtaracağının” fragmanını göstermiş oldu.  Millet İttifakı’nın kurtuluş reçetesi liberal renklerden daha çok aklıselim, otoriter bir devlet biçimindedir.

Kurtarılmış Devlet

Millet İttifakı’nın belki en önemli gündemi devletin ayağa kalkmasıdır. Bir üst akıl olarak devlet artık yetmemektedir. İnsanların bilincinde iyiden iyiye çarpıklaşan devlet algısı olası tehlikelerin de habercisidir.  Millet İttifakı ise duruma “devletli” bir anlayış ile yaklaşarak her krizde frene basmakta, devleti krizden soyutlayarak kurtarmayı deniyor. Merkez sağa çekilmiş, her ağızda sakız olmayan, her pisliğinin ortaya saçılmadığı bir “devlet baba”.

Bu rol halkçı bir kaygıdan ortaya çıkmıyor elbette. Gidilen yolun “aykırı” fiillere yol açacağını, hem ulusal hem de uluslararası sermayeye zarar verecek bir atmosferi oluşturma riskinden kaynaklı tehlikeli görülüyor. Zira bir iktidardan uzaklaşmanın sonucu ile sermaye devletinin kendisinden uzaklaşmanın sonucu aynı değildir. Millet İttifakı’nın büyük ortağı olan CHP’nin önemli isimlerinin durmadan sermaye gruplarına çağrı yapmasının sebebi tam olarak budur. Millet İttifakı sermayeye kaderlerinin bir olduğunu söylüyor ve kurtarılmış devlet projesine destek vermelerini istiyor.

Liberal Olmayan Kurtarıcılar

Millet İttifakı’nın kurtarıcı programındaki bir diğer başlık ise pek de liberal olmayan bir gücü elinde bulundurma isteğidir. Güçlendirilmiş parlamenter sistem gibi altı pek doldurulmamış bir kavram ortaya atılmış olsa da özellikle son aylarda Millet İttifakı’nın söylemsel performansı pek de şu anki iktidardan farklı değildir.

Mevcut iktidarın günbegün siyasi yetki gücünü tek insanda nasıl topladığını hepimiz yaşadık/yaşıyoruz. Bu güç aynı zamanda iktidarın bütünü bir suç ve çıkar ortaklığına sebebiyet verdi. Bu güç toplanmasının bedelini halk bombalar, talan, ekonomik kriz ve toplumsal yozlaşma ile ödedi. Millet İttifakı bu “akıl dışı” gücün oluşturduğu yıpranmayı çözmeyi vaat ediyor. Fakat bu vaat tıpkı mevcut iktidarın dili ve belli ki biriktirdiği iktidar gücü ile yapılmak isteniyor. “Bunu da satacağım, bunun parasını ödemeyeceğim.” cümleleri bunun en güzel kanıtı. Evet bugün büyük bir yozlaşma, otoriterlik var ve bu sorunlar çözülmeli. Peki ya nasıl? Millet İttifakı’nın buna verdiği cevap pek de “demokratik” değil. Yine birilerinin karizmatik liderliğine indirgenmiş durumda.

Aynı zamanda mevcut iktidarın otoriterleşme hamlesinde en büyük yardımcısı olan “düşmanlaştırma” politikasını Millet İttifakı’nın kendisi de yapıyor. Cumhur İttifakı’nın düşmanı Kürtler iken Millet İttifakı kendisine düşman olarak göçmenleri seçmiştir. Burada Cumhur ittifakında göçmen düşmanlığı, millet ittifakında ise Kürt düşmanlığı olduğu anlaşılmamalıdır. Burada bahsedilen, ittifakların kendi siyasal ikmalleri için öne çıkarmaya çalıştığı “düşman kitlelerdir”.

Son günlerde olan Altındağ saldırısında iktidar ile aleni ortaklık yapıldı. Altındağ’da kolluk kuvvetinin yön göstermesinin yanında gün içerisinde Millet İttifakı ile ilişkin birçok yalan haber bu süreci hazırladı.

Cumhur İttifakı SETA gibi düşünce kuruluşları ile sığınmacı politikasını teorize ederken Millet İttifakı yıllardır iktidarın yaptığını ona karşı yapıp, şovenizm kozunu kendisi için de kullanıyor.

Bu duruma dair bir diğer örnek ise geçtiğimiz kış CHP belediyelerinde yapılan işçi grevleridir. CHP’li belediyeler ilk andan itibaren yalan haber, troll saldırı ve en sonunda fiziksel saldırı ile işçilerin grevini kırmaya çalıştı. İşçileri yok sayarak sendika yöneticileri ile masaya oturdu. Bütün bunlar herhangi bir AKP belediyesinde de aynen böyle olurdu.

Bu iki alt başlığı özetlersek, bugün krizde olan Cumhur İttifakı’na karşı kendisini alternatif gösteren ve dost masalarında kazanırsa yapacaklarından kaynaklı “liberal restorasyoncular” olarak anılan “diğerleri” pek de liberal değiller. İktidarın memleketi getirdiği hali daha insani bir çizgide tutmayı vaat etseler bile iktidarın açtığı otoriterlik yolunu kaybetmek istemiyorlar. Bütün yaraları saran, devleti ayağa kaldırarak halk ile olan kan davasını sonlandıran bir otoriter rejimi bize sunmak istiyorlar.

Boşluğu Kim Dolduracak?

Geleceğe dair tartışmalarımızın belki de en sinir bozucu yanı seçeneklerin hep düzen içi siyasal aktörler tarafından çizileceğidir. Sosyalist özneler sohbet sırasında “Güçlü olsaydı böyle olmazdı.” veya “Şöyle güçlenmeli” gibi edilgen kılınmış şekilleriyle var olurlar. Fakat zaman ve boşluk sosyalistlerin edilgen konumdan hızla kurtulmasını gerektiriyor. Sosyalistler bugün bu boşluğu doldurma kabiliyetindeler ama aynı anda bu boşluğu doldurma özgüvenine sahip değiller.

Bu yazıyı okuyan herhangi biri “Bu boşluk kimin tarafından doldurulmalı?” diye sorulduğunda tartışmasız sosyalistler derken; “Bu boşluk kimin tarafından doldurulacak?” diye sorulduğunda ise “rasyonel” düşünüp sosyalistler demeyecektir.

Yıllardır yukarıda bahsedilen aşamayı geçemeyen sosyalist hareket bu sıkışmayı gün geçtikçe daha fazla hissediyor. Bu sıkışma ise ancak fiili alana müdahale ile gerçekleşir.

Son bir örnek vererek bitirelim. Yıllardır göçmen ırkçılığı Türkiye’de vardır, yıllardır faşizmin ırkçılıktan beslendiği söylenmiştir fakat göçmen mücadelesi ciddi bir şekilde var edilmeye çalışılmamıştır. Bu örnek, tespitlerimiz ile hareketlerimizi –aynı zamanda bazı konularda kendi elimizi kendimizin tuttuğunu- göstermektedir.