Yangınların Ateş Üçgeni: Kâr, Rant, Çökme

Artık istesek de istemezsek de ekolojik kriz gündemimize giriyor. Sık sık ve birebir deneyimlediğimiz durumlarla. Kuraklık, susuzluk, aşırı sıcaklar, müsilaj, seller, orman yangınları. Gözlerimiz kapalı, kulaklarımız tıkalı, ağızlarımız mühürlü üç maymunu oynayacak zamanda değiliz. Ekolojistlerin “iklim krizi değil sistem krizi” söyleminin daha da somutlaştığı dönemdeyiz.

İnsanın doğanın parçası olduğunu kabul etmeyen, kâr için doğal kaynakları yok eden, ekolojik dengeyi altüst eden bir sistemin içindeyiz. Bu sistemin giderek büyüttüğü ya da yarattığı yeni krizlerin faturası, canlılara, halka ve doğaya kesiliyor.

28 Temmuz’dan beri Türkiye’nin farklı yerlerindeki orman yangınları gündemin ön sıralarına oturdu. İklim değişikliğinin sonuçlarını Karadeniz’de seller, Akdeniz’de yangınlar olarak yaşıyoruz. Aslında iklim değişikliğinin iç içe geçmiş neden ve sonuçlarını demek daha doğru olacak.

İkizköy ve İkizdere ekolojik direnişleri, ormanlarına, yaşam alanlarına, doğasına sahip çıkan halkın direnişiyle gündemi takip eden herkesin bildiği iki yer(Bu arada ekoloji direnişlerinin çok daha fazla olduğunu belirtmeden geçmeyelim). Biri Akdeniz diğeri Karadeniz’de iki yer. Bu bile bize bu yangınların ve sellerin doğaya yapılan müdahalelerin sonucu olduğunu göstermesi açısından önemli. Doğayı şirketlerin hizmetine sunan politikaların çok olduğu ve dolayısı ile ekolojik felaketlerin arttığı iki bölge. “Doğal afet” denilerek sorumluluğu doğaya aktaranların haksızlığını gösteren iki örnek. Biz Bu yazıda Akdeniz’ deki yangınlara odaklanacağız.

Bilimsel Bilgiye Kulak Verme Zamanı

İklim değişikliği ile artan sıcaklılara dikkat çekilmesi, bilim insanları ve ekolojistler tarafından yapılan “Yangın mevsimine giriyoruz hazırlıklı olmak gerek.” uyarıları pek karşılık bulmadı.

Bu uyarıların kapsamlı olanlarından Türkiye Ormancılar Derneği’nin 7 Haziran’daki basın açıklaması.[1]Açıklamada orman yangınlarına dikkat çekiliyor ve orman yangınlarıyla mücadele konusunda yapılması gerekenler 22 madde ile sıralanıyor. Bu maddeler Türkiye’nin orman yangınları yönetimi daha doğrusu yönetememesi hakkında birçok bilgi barındırıyor.

Orman muhafaza memurları ve yangın işçilerinin eğitiminden sorumlu eğitim merkezlerinin azlığı; orman yangınları ile mücadelede personel sayısının yetersizliği; kriz yönetimi, haberleşme, yangınla mücadele gibi idari ve teknik hataların en aza indirilmesi için ilgili personelin eğitimleri ve liyakat şartlarının uygulanması talebi; yanan alanların olduğundan küçük gösterilmesinin sakıncaları gibi bilgiler bugün yaşanan yangınların büyümesinin, yönetilememesinin özeti diyebiliriz.

Güvenilir, doğru bilgilendirme, atama usulsüzlüklerinin son bulması, eğitimler, yeterli personel ve bütçe gibi aslında devletin yapması gereken ama yapılmayan en asgari talepler.

Açıklamada yangınların çıkmaması için alınan önlemlerin daha ucuz, tehlikesiz, sorunun kalıcı çözümünde daha etkili olduğu vurgusu tüm sorunlarda olduğu gibi yangınlarda da palyatif, göstermelik çözümlerin hakim olduğunu, sorunun merkezine dair çözümlerin ötelendiği ipucunu sunuyor bizlere.

Ağaç Dikme Seferberliği Yanlışlığı

Açıklamada yanan alanları ağaçlandırmadan önce ekosistemin kendini onarmasına fırsat tanıyıp, yeniden ormanlaştırılması gerektiği vurgulanmış. Bilim insanları yangınların bazı orman ekosistemlerinin döngüsü açısından önemli rol oynadığı, yangına bağımlı ekosistemlerde bitkilerin yangınlara uyum ile evrimleştiği, ağaç dikilmesinin ekolojik hata olacağı uyarılarını nerdeyse her yangın sonrası tekrar ettiği halde “ağaç dikme” çağrılarının yapılması, bu çağrıları yapan TEMA gibi kuruluşlar ile ilgili soru işaretlerini arttırıyor ve güvenilirliklerini sorgulatıyor. 2019 İzmir yangını sonrası yapılan ağaçlandırma çağrılarına da yangın ekologları karşı çıkmış, ekolojik hata yapılmaması için uyarılarda bulunmuştu.[2]Aradan geçen iki yılda çıkan orman yangınlarından ders alınmamış ki bağış talepleri hız kesmeden devam ediyor. TEMA yöneticileri halkın yoğun isteği ile bu kampanyayı yaptıkları açıklaması ile yanlışlarının üstünü örtmeye çalışıyor ve sorumluluğu iyi niyetle, “Çorbada benim de tuzum olsun” diyen yurttaşlara yüklüyor.

Ormanı sadece ağaçlar topluluğu olarak gören, ekosistemdeki diğer canlı topluluklarını görmezden gelen bu gibi çalışmalar kaş yapayım derken göz çıkarıyor. 

Peki, Ya Eğitimler?

Bu yangınlar bize bir kez daha gösterdi ki ekoloji temelli eğitimin desteklenmesi, politikacıların, yöneticilerin bilimsel bilgiler ışığında hareket etmesinin gerekliliği git gide önem kazanıyor. Ormancılar Derneği’nin açıklamasında yer alan çevre, doğa ve orman ile ilgili hususların T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatında yeterince yer alması talebi, orman yangınları ile mücadele eden başta idari ve teknik personele sürdürülebilir yangın eğitimleri verilmesi gerekliliği bu konuda da başarılı olunmadığının kanıtı.

Aksine daha önce yarım yamalak da olsa çevre ile ilgili olan müfredatın da kaldırıldığını görüyoruz. Milli Eğitim müfredatında yıllar önce olan “Çevre Bilgisi” dersinin kaldırılmasından, ekoloji konularının yer aldığı biyoloji ders saatinin azaltılmasından, pandeminin de yangınların da dayandığı gerçekliğin evrim olduğunu defalarca deneyimlediğimiz halde evrim konusunun biyoloji müfredatından kaldırılmasına kadar defalarca ekoloji temelli eğitimden yana olunmadığını görüyoruz. Aslında girişimcilik gibi derslerin müfredata eklenmesi, sistemin sürdürücüsü iktidarların yetiştirmek istediği nesil hakkında bilgi veriyor bize. Ekolojik bilinç yerine, ekonomik bilinç aşılama.

Ekolojik bilinçten yoksun bir zihniyet tüm orman canlılarını düşünmek yerine, orman yangınlarının can kaybını sadece insan ölümleri üzerinden hesaplayabiliyor.  Orman ekosisteminin bütünlüğünü koruyan yasalar çıkarmak yerine, turizm yatırımcılarını düşünen kanunlar çıkarıyor. Her ne hikmetse bu kanun orman yangınlarının başladığı gün resmî gazetede yayımlanıyor. 7334 sayılı “Turizmi Teşvik Kanunu ve Bazı Kanunlarda değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile[3] sektörel kalkınmanın sağlanması ve turizm sektörünün kontrollü gelişimi için orman vasıflı alanlar dâhil turizm gelişimi için Cumhurbaşkanlığı tarafından altın tepside kullanıma sunuluyor. Bunun Türkçesi, mecazi ve gerçek anlamda daha çok canlar yanacağıdır.

Yangın Nasıl Başlar, Sebepleri Neler?

Yangınların başlamasını etkileyen üç faktör var ve buna “ateş üçgeni” deniyor. Yakıt (yanıcı yaprak, dal vb.), oksijen(yanma tepkimesinde tüketilir), enerji (tutuşmayı sağlayan kıvılcım, ateş). Bu üç faktör bir arada yangının devamına neden oluyor. Orman yangınlarının sebeplerini de bu üç faktörün bir araya gelmesine bağlayabiliriz. Yıldırımlar, volkanik patlamalar, küresel ısınma, çöpler, çevre kirliliği, anız yakma, savaşlar, avcılık, kasıtlı olarak yakma…[4] Bu sebeplere bakıldığında insan orman ilişkisinin sıklaşması ile yangınların başlangıçlarının doğal nedenlerden çok daha fazla insan faaliyetlerine doğru kaydığını görebiliyoruz. Ormanların araç yolu için parçalı hale getirilmesi, ormanlar arasından otoban geçişleri, ormanlık alana kurulan oteller, bölgenin jeolojik, coğrafik, ekolojik durumuna bakılmaksızın kurulan termik santraller, maden sahaları, taş ocakları, turizmle gelen nüfus yoğunluğu, kısaca orman ekosistemini bozan tüm faaliyetler insan orman ilişkisini belirliyor. Bunları sıralayınca yakıt, enerji, oksijen ateş üçgeninden çok rant, kâr ve çökme üçlüsünün felaketlerin baş sorumlusu olduğu ortaya çıkıyor.

Kadın, doğa düşmanı, ayrımcı politika ve söylemlerle bir toplum şekillendirilmek isteniyor. Yangın sebeplerini bir etnik kökene bağlayıp, yangın yerinde arabaları durdurup kimlik soranlar, Kürtleri hedef gösterenler ve kızılçam ağaçlarının yangın sebebi olduğunu ve ekilmemesi gerektiğini söyleyenler de, ekonomi gelişsin diye ceviz, badem ekin diyenler de buradan besleniyor. Bazen bir kişi, bazen bir toplum, bazen bir ağaç ya da hayvan hedef gösteriliyor, faşist saldırılara davetiye çıkarılıyor.

Yangın Alanlarındaki Dayanışmadan Doğan Umut Işığı

Şekillendirilmek istenen bu toplumu kabul etmeyen, başka bir toplum mümkün diyenler de var. Yangın alanlarında kurulan dayanışmada, kriz masalarında, ölümü göze alarak orman işçilerine su taşıyanlarda, yangın söndürme çalışma ekipleri kurarak söndürme çalışmalarına katılanlarda, ormandaki tüm canlıları düşünen ve ölen canları sadece insan ile sınırlandırmayanlarda bu umut ışığını gördük.

Direnişlerdeki ortak duruşun ve felaketlerdeki dayanışmanın ekolojik bilince doğru evrildiğini gözlemliyoruz. Bu dayanışma ve kriz masalarının pratikleri mücadelenin önünü açıp büyütüyor.

Yangınlardan çıkaracağımız dersler ile yeni mücadele pratiklerini örmeli, taleplerimizi dillendirmeye devam etmeliyiz. Her bir orman yangınından ders çıkarmalıyız. Tüm yerel yönetimlerin ekoloji birimlerinin kurulmasını ve bu birimlerin bilim insanları ve ekolojistlerle ortak çalışmasını, müfredata ekoloji eğitim derslerinin eklenmesini, düzenli yangın çalıştayları yapılarak çözüm önerilerinin kolektifleştirilmesini, odun üretimiyle sınırlandırılmış ormancılık bilincinin yerine ekosistem bütünlüğü ve devamlılığının ön planda olacağı eğitimleri talep etmeye ve ekolojik farkındalık yaratmak için çalışmalar yapmaya devam etmeliyiz.

Dipnotlar

[1]https://www.ormancilardernegi.org/dosyalar/files/TOD_Orman%20Yanginlari_Basin_aciklamasi.pdf

[2]https://ozgurdenizli.com/doc-dr-tavsanoglu-agac-dikme-seferberligi-ekolojik-felaket-getirir-serkan-alan/

[3]https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/07/20210728-2.htm

[4]https://evrimagaci.org/orman-yanginlarinin-nedenleri-turkiye-ve-dunyada-hektarlarca-ormani-yakan-yanginlari-baslatan-unsurlar-neler-10803