Yangınların Gösterdiği: Devletin Krizi ve Bıraktığı Boşluk Üzerine

Bu yazının yazılış saatlerinde ülkenin dört bir yanında yangınlar devam ediyor.

Sosyal medyada yangınlara karşı etkisizlik, THK kurumunun var olmaması ve son aylarda AKP iktidarının büyük bir hınçla sarıldığı ayrıştırıcı söylemlerin sonucu olarak ellerinde silah ve sopalarla yol keserek terörist arayan halkın görüntüleri dolaşıyor. İktidar yangının kontrolünü kaybettiği ve neden söndüremediğini açıklayamadığı an yandaş medyasıyla, bakanların doğrudan veya çekinik söylemleri ile “terör saldırısı”  komplo teorisini ortaya attı. Pandoranın kutusunun açılması bu söylemlerin çığ gibi büyümesi için yeterli oldu ve gelinen sonuç sokaklarda ormanlarını teröristlerden koruyan halk görselleriydi.

Peki, terörist neye benzer? Tabii ki Kürt ve göçmendir terörist. Yani bu satırların yazıldığı sıralarda ülkenin belirli bölgelerinde gruplar halinde insanlar Kürt ve göçmen avına çıkmış vaziyette. Bu dehşet verici görüntüler iktidarın nefret söylemlerinin sonucu olarak her yerde paylaşılmaya başlandı.

Peki, bu görseller sadece tek bir sonuca mı işaret ediyor? Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Hayır. Bu görüntüler AKP iktidarının krizinin sadece bir iktidar krizi olmadığı aynı zamanda bir devlet krizi olduğunu da gösteriyor. Açalım.

Orman yangınları ile beraber devletin müdahalesi o kadar yetersiz kaldı ki yangın ile mücadele orada oturan vatandaşların ve çalışanların kişisel inisiyatiflerine ve mücadelesine bel bağlar hale geldi. Bakanlar bölgelere geldiklerinde kahramanlıkları övmek ve para istemek dışında elle tutulur hiçbir şey yapamadılar. Aynı şekilde iktidarın resmi söylemine göre ormanları yakanların terörist olduğu gerçeği ile devletin bu teröristler ile başa çıkamaması durumu bölgede oturan bir grup “vatansever” halkın terörle mücadele görevini de üstüne almasına sebebiyet verdi ve yukarıda değinilen görseller ortaya çıktı. Bu “bireysel inisiyatifler”in yapılış saikleri ne olursa olsun alt zemininde yatan şey şudur; şu an orman yangılarının sürdüğü veya orman yangılarının başlayabileceği bölgelerde (ki buralar ülkenin Batı ve Güney kısımlarının neredeyse tamamıdır) devletin kendisi yoktur. Devlet bu alanlarda yeterli güç gösterememiş, zamanla silinmiş ve onun yerine görevi bireylerin inisiyatifi almıştır. İktidar veya herhangi bir devlet kurumunun bu inisiyatiflere müdahale etme gücü yoktur ve amaç bu insanları belirli bir çizgide manipüle etme ve yönlendirmeye indirgenmiştir.

Yukarıda okunurken gayet basit olan, hatta yazı uykulu veya dalgın bir şekilde okunursa gözden kaçacak olan tespiti tekrar yenilemek gerekli. Devletin (AKP iktidarı değil özellikle devlet diyoruz) kendisi bugün afetin olduğu alanlardan fiili olarak çekilmek zorunda kalmıştır. Buraları yönetememekte, ne yapacağını bilememektedir. En fazla krizi fırsata çevirip yönlendirme denemeleri yapmaktadır. Hatta iş öyle bir hale gelmiştir ki insanlar sosyal medyadan uluslararası yardım talebi kampanyası başlatmış ve buna “içerlenen” Fahrettin Altun ise “Türkiye’miz Güçlüdür. Devletimiz dimdik ayaktadır.” tweeti atmak zorunda kalmıştır. Görünen (ve yanan…) köy ise bunun tam tersini göstermektedir. Dersim’de ve Van’da kendisini bilerek göstermeyen devlet Manavgat ve Bodrum’da kendisini gösterememektedir.

Devlet Dimdik Ayakta mı?

AKP iktidarının bundan önce gelen birçok iktidardan farklı olduğu herkesin üzerinde mutabık kaldığı tespitler arasındadır. Bu farklılığın birçok başlığı vardır ve akla ilk gelen AKP iktidarının devletin her alanı ile olan yönetme-dışlama ilişkisidir. Bugün devlet ile temas halinde olan en küçük birim bile Saray koridorları ile bağ kurmak zorunda kalmaktadır. Ya bu koridorların sahiplerinden ya ortaklarından ya da düşmanlarındandır. Sahipler ve ortaklar belirli düzlemde anlaşsa bile düşmanlar genellikle yutulmaya çalışılır veya devlet nimetlerinden yararlanamaz ve etkisiz halde kenara atılır(Bkz: Türk Hava Kurumu).

Herkesin üzerinde ortaklaştığı bir diğer konu ise şu an AKP’nin büyük ortak olduğu mevcut ittifakın geri dönüşü olmayan bir krizle yüzleştiğidir. Kriz AKP’nin tek başına iktidar olduğu dönemde çıkmış, Cumhur İttifakı’nda ise her geçen gün daha kötü bir hal almıştır. Cumhur İttifakı krizi derinleştikçe devletle olan yönetme-dışlama ilişkisine daha fazla sarılmış ve devletin her alanını kendi etkisi altına almaya çalışmıştır. Atamalar, ittifaklar ve kayyumlar… Bugün bu ilişki yaşanılan siyasal krizi başka bir düzleme çekmektedir. Bugün iktidarda olan blok kendisi dışında bir devlet krizi de yaratmış vaziyettedir.

Özellikle bu topraklarda baki görülen, basit hükümetler ile eş tutulamayan devletin krizi bizim için çok şey ifade etmekte. Bu yazıda devletin tıpkı burjuva siyasallığı gibi homojen bir yapı olmadığı detaylı anlatılmayacak. Fakat özellikle geniş halk yığınlarının, sağ cenah diyebileceğimiz insanların dahi  (bizim istediğimiz anlamda olmasa da) devlet algısı kaymaktadır. İktidarın kirlenmesi basit bir hükümet muhalefetin daha çoğunu, devletin var olmaması anlamına gelmektedir. Bu ise önümüzdeki dönemde AKP ile mücadeleyi burjuva devlet aygıtının tümü ile mücadele anlamına geldiğini anlatması sola yakın insanlarda bile “ama devlet ayrı” tezini çürütmesi açısından değerlidir.

Bütün bunların sonucunda ara başlığa cevabın, devletin ve temsil ettiği sermayenin epey bükülmüş bir vaziyette ayakta durma çabası olduğudur. Bu topraklarda mitleştirilmiş güçlü devletin kâğıttan kaplana dönüştüğü ve bu halka vadedecek bir şeyi olmadığı, ülkede her gelişmeyi planlamadığı aksine birçoğuna boyun eğmek zorunda kaldığıdır.  Devletin resmi bir dil olarak ayrıştırıcı bir dil kullandığı kesindir fakat ülkenin turistik bölgelerinde(Bu kavramın ne kadar önemli olduğunu korona döneminde hepimiz öğrendik) halkın fiili yol kontrolünü istediğini söylemek zordur. Bu duruma müdahale gücü ve yeteneği kalmadığı için kendisine çekmeyi çabalamaktadır.

Sonuç ve Müdahale 

Yukarıda bahsedilen tablo karamsar, genel olarak olumsuz bir hava çizmektedir. Çünkü bir öznesi eksiktir. Devletin krizi ve devletin ülkedeki her olaya her krize müdahale edemeyişi, yangın felaketinden de görüldüğü gibi geniş coğrafyalardan silinişi yerine olumsuz sonuçlar bırakmıştır. Bırakmıştır çünkü somutta olmamak düşüncede olunamayacağı anlamına gelmemektedir.

Sosyalist hareketin yeterince yaygın bir öznellik yaratamaması geniş halk kesimlerinin düşünsel beslenme kaynaklarını daraltmaktadır. Mevcut iktidarın Kürt söylemine inanmayan halk bir seçenek olarak karşısında Millet İttifakı’nın göçmen düşmanlığını görmektedir, mevcut krizden bunalanlar krizin çözümü olarak devletin yeniden eskisi gibi tesisine inandırılmak istenmektedir. Kısacası sosyalistlerin güçsüzlüğü düzen içi çözümlere kapı aralamakta veya devletten, yönetenlerden umudunu kesen yani “radikalleşen” halkın sağa kayışına sebep olmaktadır. Eğer bugün Türkiye’nin dört bir yanında özneleşmiş bir sosyalist özenin varlığından bahsediyor olsaydık, devletin bıraktığı boşlukta silahlı Kürt-göçmen avcılarını değil dayanışma örneklerini, bakanların protesto ile kovulmasını görmüş olacaktık. Eğer böyle bir öznenin kendisinin varlığını tesis etmiş olsaydık bu sitede de çokça konuşulan karşı hegemonya ve ikili iktidar alanlarına dair birçok deneyimin kendisini görmüş olacaktık.

Devrimci mücadelenin kendisi büyüme ve sıçrama yataklarını tam olarak sermayenin bu yumuşak karınlarında bulmaktadır. Bu yumuşak karın devletin kendisine biçtiği tarihsel yalanın, yani devletin işlevlerinden birisi olan sınıfları görünürde uzlaştırma rolünün kalktığı alanlardır. Korona pandemisi ve orman yangınları felaketleri göstermektedir ki devlet artık uzlaştırıcı rolünden vazgeçmiştir. Halkı birçok konuda kendi başına bırakmıştır. Burada ya bir devrimci özne gelişip memleketin ağacının, deresinin yok olmasını engelleyecek ya da düzenin kendisini sağdan kurmasını izleyecektir. Son aylarda Millet İttifakı’nın çizdiği hat budur. Cumhur İttifakı kadar sağcı ama onun kadar gerçekdışı/acımasız olmayan bir iktidar hayali. Buna karşı sosyalist bir seçeneğin ihtiyacı (Kullanılacak kelime hiç bu kadar gerçeği yansıtmamıştı belki de…) hayatidir.

Bitirirken açıkça bugünün sosyalist niyetini de yazmış olalım. Bizler gelecekte Cumhur İttifakı’nın gittiği fakat Türkiye sermayesinin (ve devletin) siyasal krizinin derinleşerek devam ettiği bir gelecek görmek istiyoruz. Buna ek olarak devletin çekildiği alanlarda hegemonyasını sağlayacak yetkinlikte bir sosyalist öznenin inşasını hızlandırmak gerektiğini söylüyoruz. Zira bu durum ya bizi sıçratacak ya da ülkemizin her anlamda yanması anlamına gelecektir. Tarihsel sorumluluğumuz işte bu gelecek hedefinde kendisini göstermektedir.