Gençlik Yeni Bir Dönemin Eşiğinde

Uzunca bir süredir devam eden faşizmin kurumsallaşma hamleleri karşısında bunca baskıya rağmen hareket halinde olan halk güçleri; 2021’in ilk günlerinden itibaren yeni bir ivme kazanan öğrenci gençlik hareketinin eklenmesiyle önemli bir güç kazandı.

Pasif ya da en azından lokal direniş biçiminden ‘’aniden’’ aktif direnişe geçen bu dinamik, yaratıcı ve kararlı toplam, daha önce parça parça olan ancak birbirinden güç alarak sürekli artan işçi direnişlerinin, önüne konulan tüm barikatları aşan kadın özgürlük hareketinin, bunca baskıya rağmen hareket halinde olan Kürt halkının egemenlere karşı moral üstünlük kazanmasında önemli rol oynadı.
Tıpkı her gün başka bir fabrikada başlayan yeni bir direniş, 1 Temmuz’da yıkılan barikat ve Deniz Poyraz’ın katillerine cevap niteliğinde olan ‘’İzmir Demokrasi İçin Bir Nefes Mitingi’’ gibi.

Bu vurguları yapmamızın sebebi özellikle gençlik arasında yaygınca görülen kimi post-truth eğilimlerdir.
Açıkça belirtelim; halk güçlerinin güç ve bununla birlikte moral üstünlük kazanması ne sadece Sedat Peker videolarının bir sonucu ne sadece resmi muhalefetin bir başarısı ne de sadece iktidar blokunun kendinden menkul olmayan güçsüzlüğü ile alakalı.
Esasında hepsini belirleyen ve belirlediği oranda da bir bütün olarak gündeme müdahale edebilen şey YouTube videolarını, (etkileyici) meclis konuşmalarını aşan bir şey olsa gerek, değil mi?
 
Şayet bir hakikat aranıyorsa Gezi’den bu yana çözümü şöyle dursun, sürekli derinleşerek artan sorun alanlarına, buralarda ilmek ilmek örülen mücadelelere ve buralardan çıkan öznelere bakılmasını öneririz.
Bakılmasının yeterli gelmediği dostlarımızı bu sorun alanlarında nefes alıp vermeye, birlikte mücadele etmeye ve hakikatin yanı sıra bu dönüştürme gücünü de keşfetmeye davet ediyoruz.

Egemenlerin faşizmi kurumsallaştırma hamlelerinden ve kararlılığından vazgeçmediği gibi halk güçlerinin de buna karşı çıkmaktan vazgeçmeyip her geçen gün artan dayanışma ve mücadele pratikleriyle bu karşı çıkışı geliştirdikleri bir sürecin içerisindeyiz.
Böylesi bir dönemde bu davet bir davetten öte nasıl bir yaşam süreceğimizi tercih edeceğimiz ve tercih ettiğimiz oranda da belirleyebileceğimiz bir anlam kazanıyor.

Pandemi süreci gençliğe sosyal, psikolojik, ekonomik açıdan oldukça kötü sonuçlar doğurdu ve doğurmaya devam ediyor. 

Eylül ayında üniversitelerin açılacağı söylense de toplumun, özellikle de gençliğin önemli bir bölümünün devlet yetkililerinin açıklamalarına da uygulanan politikalara da güveninin kalmadığı açık. Bu haliyle eylül ayında üniversitelerin açılması konusunda da birçok konuda olduğu gibi belirsizlik hakim.
Ancak kesin olan bir şey var ki Boğaziçi süreciyle birlikte gençlik hareketinin kampüs içinde de dışında da yeni bir evreye geldiği. Bu evre kurulan dayanışma ağlarının, bu dayanışma ağlarının işleyiş biçiminin, eylem biçimlerinin, taleplerin gençliğin bilincinde yer ettiği ve bu yer etme tarafından belirleneceği bir evredir.

Uzunca bir süredir çeşitli mücadele yöntemleri ile yükselen kadın özgürlük hareketinin, özellikle son Pride süreciyle de yeni bir ivme kazanan LGBTİ+ hareketinin, oluş halinde olan ekoloji hareketinin içerisindeki genç öznelerin etkisi hepimizin malumu.

Evet, gençlik yeni bir dönemin eşiğinde ve bu yeni dönem barındırdığı potansiyel ile düşünüldüğünde oldukça güçlü bir dönüştürme gücü yaratacaktır.
Her bir sorun alanını özgün dinamikleri ile kavrayıp mücadele alanına dönüştürecek özneler ve mekanizmalar inşa etmek yeni dönemi karşılamaya dair devrimci iddiamız olmalıdır.

Mücadele alanına dönüştürdüğümüz her bir sorun alanı faşizmin kurumsallaşma sürecinin önünde yeni bir direnç noktası olup halkın barajının yükselmesinin yanı sıra içi içine sığmayan çağımızdan doğacak yeni bir toplumsal düzenin de temellerini atıyor.

Devrimci iddiamız kapitalizmin zindan ettiği yaşam biçimlerinin dinamiti olmaktan aldığı coşku ve enerji ile büyümekte, tahayyül ettiğimiz yeni dünyanın kapılarını her geçen gün biraz daha aralamaktadır.

Geleceksizliğin Sürdürülebilirliği Var mı?

Görece bir yaşam biçimi savunusu ya da despotizme karşı bir isyan olarak açığa çıkan kayyum rektör karşıtlığı ve direnişleri henüz uzun bir süredir derinleşerek kalıcı hale gelen işsizlik sorunu ile bütünleşmiş değil. Açıkçası bu konuda öğrenci gençliğin bireysel tepkilerinin yanı sıra devrimci gençliğin müdahalesi de yüzeysel ve parçalı olmaktan öteye gidebilmiş değil.

DİSK-AR’ın TÜİK, OECD, İŞKUR ve ÇSGB verilerinden yararlanarak hazırladığı Temmuz 2021 Raporu’na göre:

*Türkiye’de Genç İstihdamı Azalış Eğiliminde; Genç Kadınların İstihdama Katılımı, Genç Erkeklerin Yarısı Kadar!
*Gençlerde İşsizlik Oranı, Resmi Verilerin İki Katı!
*Geniş Tanımlı Genç İşsizlik Oranı Yüzde 42,7!
*Geniş Tanımlı Genç Kadın İşsizlik Oranı Yüzde 52,4!
*Üniversite Mezunu Her 10 Gençten 4’ü İşsiz!
*Gençler Umutsuz; 2020 Yılında 1 Milyon 73 Bin Genç Hem İş Bulma Ümidini Yitirdi Hem De İş Aramayı Bıraktı.
*Genç İşçilerin Yüzde 95’i Sendikasız!
*1,3 Milyon Genç Kayıt Dışı Çalıştırılıyor. Her 10 Gençten 4’ü Sosyal Güvenceden Yoksun!
*Çalışan Gençlerin Yoksulluk Oranı Yüzde 20!
*1 Milyondan Fazla Genç İşsiz İşkur’a Kayıtlı; Her 100 Gençten Yalnızca 3’ü İşe Yerleşebiliyor.
*2020’de İşsizlik Ödeneğine Başvuran Her 10 Gençten Yalnızca 2’si İşsizlik Ödeneğinden Faydalanabildi. İşsizlik Sigortasından Faydalanan Genç Oranı Azalıyor. (Kaynak: https://www.cloudsdomain.com/uploads/dosya/46648.pdf)

Türkiye ekonomisinin krediye dayalı, istihdam yaratmayan büyümesi yaklaşık olarak %5’i bulurken, özel sektörün 2015’den bu yana yarattığı istihdam oranı yaklaşık olarak %0.
Buradan hareketle 2015 senesinden itibaren sürekli artması beklenen genç işsizlik oranları devletin övünerek açtığı apartmandan bozma üniversiteler aracılığıyla 2018’e kadar ötelendi. Bu yıllar arasında her yerde hızlıca açılan üniversiteler bize gerek içerik gerek biçim olarak üniversitelerin kamusal bir alan olmaktan çıkıp adeta gençleri ‘’oyalama merkezleri’’ haline geldiğini gösteriyor.

2018’de artan işsizlik oranları 2019 senesinde rekor kırmış, 2020 senesinde ise Covid-19 salgınının da etkisiyle kendi rekorunu kırması beklenirken oranlar aklımızla alay edilircesine çarpıtılmış.

Her sene 500+ bin lisans, 300+ bin ön lisans, 100+ bin ise lisansüstü öğrencisinin mezun olacağı, büyük çoğunluğunun ise on binlerce lira KYK ve kredi borcu ile işsiz kalacağı öngörülüyor.
2015’den bu yana istihdam yaratmayan Türkiye ekonomisi gençlere bir gelecek vadetmiyor ve işsizliği kalıcılaştırarak çözümsüz bir hale getiriyor. Artık birçok gencin hayallerini gelişmiş Avrupa kapitalizminin ışıltılı çarkları süslüyor.

Gençliğin boğuştuğu işsizlik bir kenara, üniversite okurken aynı zamanda çalışmasının artık olağan, hatta zorunlu hale geldiği bir dönemdeyiz. Bu öğrenciyken proleterleşme hali gençliğin okuduğu alanda yetkinleşmesi için gereken zamanın artı değer üretimi için harcanmasına, kendini gerçekleştirebileceği alanların daralmasına yol açıyor.  Mezun olduktan sonra ise uzunca bir süre iş bulabilmek için yetkinliğini arttırmakla, kendini ‘’geliştirmekle’’ meşgul olmasının bir nevi ‘’oyalanmasının’’ önü açılıyor. Bu durum gençliği öğrenciyken ucuz, esnek ve güvencesiz bir şekilde işçileştirirken, mezunken işsizleştiriyor. 

Birçok genç ve ebeveyn için üniversite hala iyi bir gelecek adına umut vadeden bir yer. Ancak parasız eğitim hakkının gasp edilmesi ve eğitimin sermaye birikim alanına dönüştürülmesi eşitsizliklerin giderek derinleşmesine yol açtı. Eğitim maliyetleri gençler ve ebeveynler için borçlanmayı olağanlaştırdı. Ancak karşı karşıya olduğumuz geleceksizlik bu borçlanmayı adeta bir kumara, karanlığa kör kurşun atmaya dönüştürdü. Büyük meblağlarda borçlanmalar, senelerce harcanan zaman ve bunca emek karşılığında alınan diplomaların karşılığının giderek yok olduğu bir dönem içerisindeyiz.

Bugün istihdam içerisinde yer alan gençlerin yüzde 77’si ücretli ve güvencesiz bir şekilde yevmiyeli çalışıyor.
Bunun yanı sıra; diş hekimliği, hukuk, psikoloji, eczacılık, fizyoterapi, diyetisyenlik vb. gibi alanların mezunları artık kendi iş yerini açabilmekte hayli zorlanıyor. Sanat tarihi, gazetecilik, işletme vb. öğrencileri ise henüz okurken umutsuzluğa ve geleceksizlik kaygısına kapılıyor.
Neredeyse tüm bölümlerde alınan diplomalar ile asgari ücretli bir iş bulunulsa hamdola!

İşte, gençliğin temel gündemi budur ve bu gündem keşfedilmeyi değil fethedilmeyi bekliyor.
Bugün Özgür Demokratik Üniversite mücadelesi ile, yüzde 40’ları bulan genç işsizliğe karşı mücadeleyi bütünlüklü bir hatta örgütleyecek sorumlu bir devrimci tutum gerekiyor.

Sadece yakın dönem geçmişimize bakıp şu soruyu soralım: 21. yy koşullarında bir devlet, salgın hastalıklara, depremlere, sel felaketlerine, orman yangınlarına bir çözüm geliştiremeyecekse neden var?
İnsanlar salgından kendileri korunacaksa, afetzedeler kendi kaderine terk edilecekse, Venezuela’ya minibüs gibi sefer yapan uçaklar yangın söndürmek için kalkmayacaksa, her üniversite bitiren iş bulacak diye bir şey yoksa ‘’siz neden varsınız, ne işe yararsınız?’’ sorusunu (ve cevabını) yükseltmeliyiz.

Hal böyleyken bugünü kuşatılmış, yarını çalınmış gençlere kendi geleceğine sahip çıkma mücadelesini güçlendirmekten başka hakiki yol kalmamıştır.

Faşist patronundan çok zeki liberal akademisyenine, akıl veren mafyasından aklımızla alay eden iktidarına, strateji dehası muhalefetinden taktik uzmanı danışmanlarına kadar hepsini gördük ve anladık ki beklediğimiz kurtarıcı kendimiziz.