Yaz İçin Bir Planımız Var Ya Da Faşizmi Nasıl Yeneceğiz

HDP’ye kapatma davası sürecinin hızlandırılması ile eşgüdümlü gerçekleştirilen ve Deniz Poyraz’ın katledilmesi ile sonuçlanan İzmir saldırısı düzen siyasetinde taşları yerine oturtmak isteyenler için bir tetris hamlesi gibi görülebilir.

Türkiye gibi toplumsal patlamalara gebe bir ülkede, bu hamle kendi iç tehlikelerini barındırsa da egemenler açısından solun kendini tekrar eden ve iktidar bilincini yitirmiş tutumuyla birlikte düşünüldüğünde söz konusu hamlelerin daha kaygısız gerçekleştirmesine neden oluyor gibi.

TİP’e tahkimat, Yeşiller Partisi’nin kuruluş belgelerinin bürokrasi koridorlarında oyalatılması, farklı Kürt partileri için görece kıpırdanma izinleri iktidarın ‘bir ara’ gitmeye mecbur göründüğü seçim için kafasındaki takvim netleştikçe daha da civcivlenecek siyasal ortamın  ‘sol’ cenahtaki yansımaları gibi okunursa daha iyi olacak.

Oyunbozan olarak görülen Kürt halkının iradesi sandık dışına düşürülebilirse faşizmi kurumsallaştırma ve kalıcılaştırma hamleleri için gerekli seçim sonuçlarını alacağını düşünen iktidar koalisyonu bu konuya özel bir önem veriyor.

Bir ara not olarak, sürekli ‘HDP’nin bu kirli düzen oyunda ne işi var’ diyen akılvericilerin tuzağına düşülmemesi gerektiğini vurgulamak gerekiyor. HDP’nin denklem dışına düşmesinin faşizmin önünü açabilecek en büyük kozlardan birisi olduğu akılda tutulmalı.

Hükümetin, şiddet dozunu arttırdığında kendine en geniş ittifakı bulabildiği alanlardan birisi Kürt halkı oluyor. Bu şovenist histeri ile beslenen geleneksel siyasal aktörler ve klikleri arkasına yedekleyen iktidar güçlerinin İzmir saldırısını bir işaret olarak kullandığı ve seçimlere doğru savaşı kızıştırmayı düşündükleri belli oluyor. Erdoğan’ın ‘7 Haziran unutulmasın’ diye sis borusu çaldığı bu süreç düzen muhalefetinin de pasif onayı ile Kürt halkı başta olmak üzere demokratik muhalefet güçlerine dönük faşist ve katliamcı iklimin yeni bir denemesinin kapıda olduğunu gösteriyor.

İktidar güçlerinin kendi sıkışmışlıkları ve sermayenin bitmek bilmeyen ihtiyaçlarına hızla cevaplar üretebilmek için faşizm kulvarında önüne ne gelirse yıkmaya, aşmaya mecbur olduğu ve bunu yaparken yaşadığı iç yol kazalarının onu pek de durduramadığını daha önce de sık sık dile getirdik.

Faşist yükseliş karşısında CHP’nin başı çektiği “aman seçimleri bekleyelim”, “after partide” kurtlarımızı dökeriz tuzağının yıldızları bir süredir dökülmeye başladı. AKP’den kurtuluş için kimisinin “lucifer” kimisinin “Mesih” ilan ettiği mafya artığının videolarının heyecan ve beklentisi de yaz sıcakları ile beraber erimeye başladı.

Etkilerini yitirmelerine sebep olan şey ise, bu akılların bir illüzyon olması.

Pandemi sürecinin bir fırsata dönüştürülüp bir tür Erdoğanist İslam yorumunun toplumun sınırlarını belirlemek için kullanıldığı aşikar. İçki yasakları, hava karardıktan sonra sosyal yaşamın sona erdirilmesi, müzik yasakları gibi uygulamaların toplumda bir uyuşukluk yaratması bir yana tersine zaten ekonomik sıkıntılarla birlikte kaynamaya başlayan öfkenin patlaması için sıkıştırıcı bir güç halini almaya başladı.

Halkın Özgün Talepleri Sokağa Taşmış Durumda

Hızlı para akışı için gözü dönmüşçesine kapitalist ilişkiler ağı içinde talan edilmek istenen ormanlar, vadiler, akarsular, göller, kentsel yaşam alanları “kepçeyi” gördüğü an birer direniş alanına dönüşüyor. Deniz salyası, Kanal İstanbul, Validebağ, Tozkoparan, RES’ler, HES’ler her biri halka ve yaşama karşı savaş siperleri gibi duruyor.

Halka karşı savaşı farklı cephelerde hızla yükseltmek zorunda bulunan iktidar güçlerinin savaş siperlerini kazdıkları her mevzinin karşısında sosyalistlerin kendi ezberleri ile değil oradaki halkın özgün ihtiyaçlarını karşılayan bir ilişki içinde karşı mevziyi istihkâm etmesi ivedilikli görevimiz.

Toprakları talan edilen köylüler, müzisyenler, işsizler, mülteciler, yoksullar yaşadıkları mağduriyetler karşısında örgütlü olmamanın sıkıntılarını iliklerine kadar hissediyor. Bu örgütsüzlük karşısında “buradayız, bizi bulun” diyemeyecek olan sosyalistlerin her alanda kendi örgütlerini o hak talepleri ile beraber yeniden inşa etmesi gerekiyor.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Demokrasi Konferansı’nda bir kez daha açığa çıkan geniş örgütlenmeler ve mücadele birliklerine açlığı hızla giderecek olanaklara sahibiz.

Emekçilerin hak taleplerini emekçilere, onur haftası için sokakta direnen LGBTİ+’ların mücadelesini sadece LGBTİ+’lara, kentsel dönüşüm adı altında yaşam alanlarından sökülüp daha da izbe yerlere fırlatılmak istenen insanların mücadelesini onlara alkış yaparak büyütemeyiz. 

Sosyalistler hak talep eden öznelerin mücadelesini kendi mücadeleleri olarak görüp onlarla hemhal olup birlikte çözümler bulur. Onların bu konumlanışı farklı taleplerle var olan öznelerin de birbirlerinin taleplerini anlama ve ortaklaşmalarını sağlamak için belki de tek tutkaldır.

Faşizme karşı bir cephe, sokakta ezberlediğimiz sloganlarla değil bir günde üç farklı eylemi ve özneyi örgütleme, hepsinde de o toplumsal dinamiklerin özgün dili ile ilerleme ve tüm bu hak mücadelelerinin birbirleri ile temasını sağlamak ile mümkün olacak.

İktidar güçleri üzerinde can acıtıcı bir basınç oluşturacak bir iklim çok uzağımızda değil. Yeter ki, iktidarın zayıflığını ortaya koyacak ve aynı anda halkın öfkesini sömürecek, restorasyoncu güçleri boşa çıkaracak gerçek küçük isyanların ısrarlı takipçisi olalım. 

Sokağın devrimcilerle devlet arasında bir inat-ispat yeri değil, nefesi kesilmek istenen halkın artık yeter dediği anda kendisini var ettiği yer olduğu gerçeği ile hareket edelim. Devrimcilerin umut ve cüretinin düşmana bir gösteriş için değil halka kendi gücünü hatırlatıcı etkisi için var olduğunu unutmayalım.

Haklı olduğumuz ya da “tarih öyle vaaz ettiği” için değil doğru yöntemlerle, ısrarla mücadele ettiğimiz için biz kazanacağız. Faşizm yenilecek, halk kazanacak!