Mafya Düzeni, HDP’ye Saldırı ve Kelimelerin Önemi

Sedat Peker’in videoları ile birlikte aylardır gündemimizde olan mafya-devlet ilişkileri ve verilen “gizli” mesajların analizlerini hepimiz iştahla dinliyoruz. Herhangi bir açıklamada, hareket veya koyulan bir objede mesajlar arıyoruz. Asıl konuya gelmeden önce devlet-mafya ilişkisine dair bir şeyler söylemek gerek. 

Sedat Peker yaklaşık bir ay önce yayımlamaya başladığı videolar ile Türkiye’nin gündemine devlet, mafya ve kontrgerilla ilişkileri ile tekrar girdi. Aslında bildiğimiz ve sosyalistler olarak yıllardır teşhir ettiğimiz birçok geçmiş bilgi ve bir kısmını bildiğimiz bir kısmını yeni öğrendiğimiz bilgiler, bu sefer karşı mahalleden bir sesin dile getirmesi ile bir tür şok etkisi yarattı. İktidar bloğunun şimdilerde dışında kalmış gibi görünen bir aktör, 90’ların faili meçhul siyasetinde ve özellikle hapishaneden çıktığı andan itibaren AKP’nin paramiliter gücünü kurmaya çalışmış bir aktör. Kendisinin yanacağını anladığı ve iktidarın kan kaybettiğini gördüğü için gemiden koşar adım çıkan, çıkarken de gemiyi kundaklamayı unutmayan bir aktör.

Sedat Peker’in deyimi ile Derin Me(h)met ve Pelikancılar’ın kurduğu komploya karşı saldırı ile başladığı videoların ardından çubuğu Süleyman Soylu’ya büktü. Son videolarında ise üstü kapalı bir şekilde saray iktidarına savaş açtı. Bütün bu savaşın özeti ise iktidar koalisyonunun belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir iktidarın temas etmediği kadar mafyalar ile ilişkisini ortalığa saçıverdi.

Bazı görüşlere göre Osmanlı’nın son yüzyılındaki bütün yönetimler ve Cumhuriyet tarihindeki bütün hükümetler aslında devlet içi kliklerin ittifakı ve savaşı üzerine şekillenmektedir. Bu görüşün bir “devlet geleneği” olduğu kısmını bir kenara bırakalım. Sadece 32. Gün arşivlerinden yola çıkarak bile seferberlik tetkik kurulundan, 80 Darbesi’nin ülkücü militanlar ile temasına, bu temastan Susurluk’a evrilen yıllarda neredeyse bütün iktidarların belli şekilde çeteler ile temas ettiği biliniyor. Bu konu üzerine yazılan resmi raporlar ve bilimsel makaleleri saymıyorum bile.

Verilerin tamamı bize bir gerçekliği gösteriyor. Devlet kendi “bekası” uğruna her dönem özellikle sağcı gruplar/çeteler ile temas halinde ve bunları yasal olmayan “operasyon”lar için kullanıyor. Peki Sedat Peker, yani yukarıda bahsedilen devlet- sağ gruplar temasının baş aktörlerinden olan aktör bize “bilmediğimiz” ne anlatıyor?  Bilmediğimiz kısım devlet-mafya ilişkisi değil aslında. İlişkilerin derinliğidir tahmin edemediğimiz. 3 başlıkta özetleyelim ve kelimelere takılmaya geçelim.

İlk olarak ayak işlerini yapanların aslında devletin merkezinde konumlandığı, ülkeyi yönetenlerin değnekçi mantığı ile bir yerlere çöktüğünü dinledik videolarda. Sarayın odalarında arsa parsellendiği, 15 Temmuz’u bastırmak için mafyalara yardım telefonları açıldığını düşündük. Hukuksuzca çökülen bir otelde bütün saray iktidarının mensuplarını gördük. Kısacası biz devlet ile ilişkilenmiş ve bu gücü menfaati için kullanan mafya baronları olduğunu söylerken, devleti yönetenlerin gizli baronlar gibi hareket ettiğini açık ve net bir şekilde gördük.

İkinci olarak “siyasete bulaşmamış”  baronların devlet memurlarını parmağında oynattığını gördük. Sedat Peker’in videolarına ek olarak son dönemde de epey popüler hale gelmiş Timur Soykan-Baronların Savaşı kitabı da bu başlığı açıkça gösteriyor. Uyuşturucu baronlarının savaştığını, ama bu savaşın tahmin edildiği gibi sokaklarda silahlı çatışma ile değil aynı zamanda mahkeme salonlarında da sürdüğü ortaya çıktı. Baronlar kendilerine yakın polisler ve hâkimler üzerinden düşman baronu tutuklatmaya veya yerini öğrenmeye çalıştığı kitapta ifadeler ve resmî belgeler ile neredeyse kayıtlı. Burada bahsedilen devlet memurları aslında pek de bilinmedik insanlar değiller. Pelikan grubunun adliye ayağı olan “İstanbul grubu” doğrudan bu savaşın ortasında yer alıyor. Uyuşturucu baronları mahkemelerde daha ortaya çıkmamış gizli soruşturma belgelerini açıklıyor. Kısacası iktidar kavgası veren devlet içi klikler kendi mafya baronlarını devletin gücü ile koruyor. Bu koruma karşılığını elbette alıyor. 

Üçüncü ve son kısım ise yıllardır gündemde olan ve son yıllarda SADAT’ta somutlaşmış kontrgerilla faaliyetlerinin gün geçtikçe büyümesi. Aslında bunun üzerine çok da bir şey yazmaya gerek yok. 

Daha geçtiğimiz gün HDP İzmir İl Başkanlığı’na silahlı saldırıda bulunan ve Deniz Poyraz’ı katleden katilin profiline bakmak yeterli. Sıradan bir sağlık çalışanı olan Onur Gencer’in Suriye’de ÖSO- Türkiye kontrolündeki bölgelerde eğitim gördüğü, Türkiye’de de poligonlarda sürekli talim yaptığı anlaşılıyor. Devlet “Suriye sahasını” kontrgerilla eğitimi için kullanıyor ve bir devlet kurumunda çalıştırarak uyuttuğunu gösteriyor. Bu kontrgerillaların, istenildiği zaman uyanıp katliam ve suikast gerçekleştirebilecek güçte olduğunu ise yaşanan son katliam gösteriyor.

Kelimelere Takılmak  

Onur Gencer bir katliam gerçekleştirmek için girdiği HDP binasında karşılaştığı tek insanı, Deniz Poyraz’ı katletti. Bu katliamdan hemen sonra tepkiler meydana geldi. Düzen siyaseti hemen 7 Haziran- 1 Kasım sürecini hatırlatarak “provokasyonlara” yer vermemek gerektiğini belirtti. Onlar her zamanki gibi kendi görevlerini yaptılar, orayı geçiyor ve ciddiye almıyoruz. Gördüğümüz kadarıyla kendi tabanları da bu açıklamayı pek ciddiye almıyor. 

Takılmamız gereken kısım ise görece bizim cenahta ve daha sol-sosyal demokrat kesimlerde kullanılan bir tepki cümlesi. “İktidarın son yıllarda gerçekleştirdiği ayrımcı söylem, bir psikopat/faşist/delinin kendisine rol biçmesine yol açmış ve bu katliam gerçekleşmiştir.”

İlk bakıldığında basit bir cümle gibi gözükse de, yanılsama ve yanlışlıklar barındıran bu görme biçimini, iki maddede özetleyelim:

1-) Bu insan basit bir psikopat, faşist veya deli değil. Dolayısıyla tesadüfî ya da münferit bir durumla karşı karşıya değiliz. Katil, bir süre eğitim görmüş, belli bir ekibe bağlı olduğu anlaşılan bir kontrgerilladır. Asıl odaklanılması gereken şey basit bir sağlık memurunun profesyonel tarzda (keşif, bilgi alma, soğukkanlılık vs.) bir katliam gerçekleştirmiş olmasıdır. Kişiliği bu gerçekliği değiştirmemektedir. Bu konuda en ünlü örneği Danıştay Saldırganı Alparslan Aslan’dır. Normal bir diyaloğa bile giremeyen Alparslan Aslan’nın gayet emir alarak bir eylem gerçekleştirdiği görülmektedir. Kısacası Onur Gencer’ in motivasyonu kişiliği değil, aldığı eğitim ve “görev bilincidir”.

2-) İlk maddeden devam edelim. Katliamın fevri hareket değil, profesyonel saldırı olduğunu söylemiştik. Buna ek olarak iktidara “yol açıcı” sıfatı eklemek yanlıştır. Mevcut iktidar veya yukarıda bahsedilen ve son dönemde popüler olan devlet içindeki bir ekip bu katliamın açıkça planlayıcısı hatta emir vericisidir. Katil aylarca keşif yapmış, yani kafası estiğinde saldırıyı gerçekleştirmemiştir. Katliam günü ve saatinde büroda “üst düzey” parti yöneticilerinin de dâhil olduğu bir etkinliğe saldırmak istemiştir. Kısacası Onur Gencer’e “meçhul” bir yerden istihbarat akmaktadır. Büyük ihtimalle katliamın günü ve saati onun inisiyatifi ile seçilmemiş, ona bildirilmiştir. İktidar bu durumda sadece söylemleri ile yol açan değil, doğrudan bilgi akışı ile yol gösteren konumundadır.

Kelimelerin Ağırlığı

Günümüz Türkiye’sinde, bir “mafya babasının’’ bile her yaptığı hareketi düşünerek, anlamlar yükleyerek hamlelerini yaptığı bir coğrafyada, kelimelere daha fazla takılmamız gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü kelimeler ve tepkiler, yaşananları analizde ve mücadele düzlemini belirlemede baskın rol oynayabiliyor. Bir faşistin birilerinin söylemlerinden güç alarak saldırı yaptığı Türkiye ile bir kontrgerillanın katliam yapmak için saldırı yaptığı Türkiye arasında birçok fark vardır. Günler evvel Deniz Poyraz’a sıkılan kurşunlar serseri kurşunlar değil planlı kurşunlardı.

Kelimelerin ağırlığı işte tam buradadır. “Düşman belli”, “Kurşunun kimden geldiği önemli değil” gibi cümlelerinin soyutluğunu ezmektedir bu ağırlık. Burjuvazi bir sınıf olarak homojen değildir. Heterojen bir yapı olarak baskın olan tarafın ne yaptığı birçok açıdan sosyalistlerin mücadele hattını belirlemektedir. Elbette, son kertede kurşunu sıkan Türkiye’de sermaye düzenini koruyan ve temsil edenlerdir. Fakat bu temsilcilerin hangi eğilimi savunduğu, iktidarda belirleyiciliğinin ne kadar olduğu önemlidir.  Burjuvazinin siyasi yönelimi nedir? Burjuvazinin yönetme yöntemleri nelerdir? Bunları hiçe sayıp biri de bir bini de bir demek, mücadeleyi bulanıklaştırmaktır.

HDP’ye yönelik saldırı üzerine birçok analiz yapılabilir. Fakat yapılacak her analiz kelimelere ve sıfatlara takılarak yapılmalıdır. En başta da “yol açan” ve “yol gösteren” sıfatlarına takılarak.