Ekolojik Yıkım ve Anti-Kapitalist Mücadele

Hepimiz, ekoloji hareketinin güncel ihtiyaçlarının keşfedilmesi ve buna uygun mücadele zeminlerinin oluşmasına katkı sunma derdiyle düşünüp davranmaya çalışıyoruz. Yakın geçmişin referansları ile birlikte güncel durumun ihtiyaçlarına uygun bir arayışı hep birlikte sürdürüyoruz.

Doğaya yönelik saldırılar ve günceldeki karşı mücadele örnekleri oldukça fazla. Sadece  aklımıza ilk gelenleri sıralayalım: Ünye-Üçpınar, Edirne- Saros, Burdur-Salda gölü, İskenderun-Höyük, Kanal İstanbul’a karşı ülke çapında gelişen mücadele, Muğla- Milas (İkizköy), Rize- İkizdere ve Datça direnişi…

Kimisi taş ocağına karşı, kimisi termik santrale karşı göğsünü siper eden halkın gücüyle oluştu. Tek bir ağaç daha kesilmesin, parçası olduğumuz toprak ve su verimsizleşmesin, hava kirlenmesin, yaban hayatı yok olmasın diye nice fedakârlıklar yapılıyor.

Hukuki yol ile verilen mücadele tek başına yetersiz. Doğayı sonu gelmeyecek bir kaynak olarak gören rantçı sermaye sınıfı mahkeme kararını beklemiyor. Büyük iş makineleri ile girdiği alanı göz açıp kapayıncaya kadar talan ediveriyor. Öyle ki işgal ettikleri alanlara gitmekte gecikirseniz, siz ulaştığınızda doğaya ve yaşama dair fazla iz kalmamış olur. Doğaya yönelik saldırılar ekosistemlerin parçalanmasının yanı sıra toplumsal belleğe, hafızaya zarar veren bir nitelik barındırıyor. Yıllarca süren mücadelenin ardından yok edilen Hasankeyf oldukça önemli ve acı bir örnek. Dicle vadisi bir yıkım sürecine maruz bırakılmakla kalmadı, 12.000 yıllık tarih yok edildi.

“3-5 Ay Daha Bekleriz”

Kazdağları örneği hepimizin gözleri önünde yaşandı. Uzun süreli direniş sonucunda madencilik faaliyeti yapacak şirket Alamos Gold’un çalışma izinleri yenilenmedi. Şimdi bölgenin tekrar orman niteliğini kazanabilmesi için mücadele sürüyor. Tüm bu gelişmeler ortadayken geçtiğimiz ay, Alamos Gold’un yerli iş birlikçisi Doğu-Biga madencilik genel müdürü Ahmet Şentürk “30 yıldır bekliyoruz, 3-5 ay daha bekleriz” sözleriyle daha fazla rant ve kazanç için ne kadar kararlı olduklarını ortaya koydu. Ahmet Şentürk istediği her şeyi yapabileceğini düşünsün ama gelişip büyümekte olan ekoloji hareketi de kendi sözünü söyleyecektir.

Anti-Kapitalist Hat

Ekoloji hareketinin tarihsel kökleri dünyanın birçok noktasına yayılmış durumda. Elbette bölgesel özgünlüklere bağlı olarak eylem ve örgütlenme biçimleri de farklılık gösterebiliyor. Brezilya’da gelişen Topraksızlar Hareketi, Meksika’da Zapatistalar, Hindistan’da Kerala eyaleti deneyimi gibi örnekler mevcut. Adını saydığımız hareketlerin tek odak noktası ekoloji mücadelesi değil elbette. Ortak noktalarını neoliberal saldırganlığa karşı anti-kapitalist bir hatta konumlanmak olarak tanımlayabiliriz.

Türkiye’de yaşanan deneyimlere gelecek olursak; Bergama, Cerattepe, Gezi, Yeşil Yol, Kazdağları ve şimdi Kanal İstanbul gibi, adını buraya sığdırmakta zorlanacağımız çok sayıda mücadele pratiği var. Bana göre tüm bu deneyimlerin ortak özelliği, devletin doğa politikalarının derinlemesine sorgulanması ile birlikte sermayenin güçlü bir teşhirinin de yapılıyor olması. Gerçekten de, sermayenin hareketi ile devletin tutumları birbirinden bağımsız olmadığına göre, saldırılar bu güçlerin ortaklaştığı noktadan geliyor diyebiliriz.

Ekoloji mücadelesinin öznelerine baktığımızda çok çeşitli bir tipoloji görüyoruz.

Yerel özneler (köylüler, emekliler), gençler, LGBTİ+’lar ve kadınlar. Bu öznelerin yan yana gelişi elbette tesadüf değil. Sermaye güçleri bu dinamikleri tehdit olarak görüyor ve sürekli baskı altında tutmak istiyor. Ortak taleplerde bir araya gelme eğiliminde olan bu özneler, önemli bir potansiyel açığa çıkarıyor.

Kadınlar hem köylerde hem de kentlerde mücadelenin en önünde yer alırken, üniversiteli ve liseli gençler ağırlıklı olarak kent merkezlerinde bir araya geliyor. Gençliğin iklim/ekoloji mücadelesi içerisinde parlamasında küresel iklim hareketinin fazlaca katkısı var. Avrupa merkezli gelişen süreç, farklı ülkelere, şehir ve köylere kadar ulaşmaya başardı.

Daha 10 yıl önce “küresel ısınma” kavramıyla yaşamlarımıza giren tartışma zemini kutup ayılarının yaşam alanlarının yok olma tehlikesi ile sınırlıydı. Şimdi hava kirliliği, kısıtlı su kaynakları, gıda krizi, aşırı iklim olayları ve salgın hastalıklar ile gerçek bir ekolojik yıkım tanımı etrafında konuşmaya başladık. Artık iklim krizinin büyüme eğilimi, türlerin yok olma tehlikesi gibi başlıklar oldukça somut gündemler.

İklim Hareketi

Peki, bu tartışmalar ve pratikler sürecinde yol alırken, ekoloji mücadelesini ülke çapında ve başarabilirsek uluslararası çapta nasıl büyüteceğiz?

Pandemi felaketinin de etkisiyle kitlesel bir sorgulama ve gelecek için kaygılanma süreci yaşanıyor. Kaygı ile sınırlı kalmayıp, somut pratik mücadele deneyimlerine dönüşen, küresel çapta yaygınlaşan bir hareket mevcut. Ağırlıklı olarak “bilim insanlarını dinleyin”, “devletler iklim acil durumu ilan etsin” gibi talepler yaygın. Talepler anlaşılabilir olmakla birlikte açık ki çok yetersiz.

Bilim, sermaye hareketinin çıkarları doğrultusunda bir bilgi üretimi mi yapacak, yoksa iklim adaletsizliğini gören bir noktadan ekolojik yıkımın gerçek sorumlularını teşhir mi edecek. Bir avuç zengin nüfusu, dünyanın geri kalanından daha fazla karbon ayak izine sahip olduğuna göre, gerçek sorumluyu işaret etmek belirleyici önemde ve sonuç alıcı değil mi?

Ekolojik yıkımın ana sorumlusu olan “gelişmiş” kapitalist ülkeler ile kısıtlı üretim/tüketim süreçlerine sahip olan yoksul ülke vatandaşlarının arasındaki sorumluluk düzeyi derin bir uçurum boyutunda. Yani zengin bir ABD vatandaşı ile Zimbabve vatandaşının yıkım üzerindeki sorumluluğu eşit değil. Oysa ekolojik yıkımın bir sonucu olan aşırı iklim olayları, salgın hastalıklar, gıda krizi, biyoçeşitlilik kaybı gibi birçok faktör ağırlıklı olarak yoksul ülkeleri vuruyor. Tüm bu süreç iklim adaletsizliğini yaratıyor. Yukarıda saydığımız birçok sebeple insanlar yaşadığı şehir veya ülkeyi terk ederek barınabileceği başka bir yere gitmek zorunda kalıyor. İklim mülteciliği olarak tanımlayabileceğimiz bu süreç karşısında ABD ve Avrupa ülkelerinde halihazırda var olan mülteci düşmanlığı büyüyebilir.

Ekoloji hareketi bugün geldiği noktada hem birey düzeyinde hem de örgütler açısından kritik bir mücadele alanı olarak görülmeye başlandı. Etnik bir kimliği veya cinsiyeti değil, tüm canlı türlerini tehdit eden bir süreçten bahsediyoruz. Dolayısıyla hareketin örgütlenme ihtiyacı ve potansiyeli oldukça net.

Bürokratik örgütlenme ve mücadele formunun geçersizliğini pratik örnekler bizlere gösteriyor. Yazının ilk kısımlarında Gezi ve Kazdağları’nı hatırlatmıştık. Olumlu veya olumsuz kimi geçmiş deneyimler mevcut. Hareketin ihtiyaçlarını göremeyen eğilimler zaman zaman, halkın enerjisini açığa çıkarmak yerine kendisini halka dayatmayı tercih etti. Mücadelenin içindeki bireylerin özneleşmesi ve politikleşmesi için yeterince emek verilemedi. Ülkenin her noktasında bağlantıları olan güçlü bir ekoloji hareketi kurulamadı. Ekoloji Birliği bu hareketin kurulabilmesi için oldukça önemli ortak bir zemin. Gelişmesi, güçlenmesi için ekoloji hareketinin tüm özneleri katkı sunmalı. Geçmiş mücadele deneyimleri ağırlıklı olarak savunma pozisyonu yarattı. Şimdi, yaşanan deneyimleri arkamıza alarak yeni dönem hattını tartışmalıyız. Ekolojik toplum tartışmamız ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte, anayasal düzlemde kazanımlar elde etmek, kapitalizm dışı bir toplum biçimini tartışmaya açmak faydalı olacaktır. Aksi halde sermaye hareketi anti-kapitalist bir ekoloji hareketinin oluşmaması için sistem içi çözüm arayışlarını öne çıkartacaktır.

Meclis Örgütlenmesi

Bireylerin ve mücadele örgütlerinin ortak çalışacağı, kişilerin enerji ve yaratıcılığını açığa çıkartacak demokratik zeminler önümüzü açacaktır. Yeteneğine ve eğilimine göre herkesin komisyon vb. mekanizmalarda sorumluluk aldığı, eşit söz hakkının esas alındığı bir yöntem bu. Sorumluluk ve temsiliyet görevlerinin dönüşümlü/değişimli bir biçim kazanması ile bürokratik eğilimler parçalanabilir. Meclis örgütlenme biçimi hareketin içerisinde bulunan tüm öznelerin söz hakkı olduğu demokratik bir alan yaratır. Böylece hareketin eksikleri, hataları en geniş zeminde tartışılma fırsatı bulur. Kararlar hep birlikte oydaşma yöntemi ile alındığına göre, tüm özneler uygulama sürecinde yer almış olur.

Elbette kendiliğindenciliğe sürüklenen, plan ve programsız bir yapıdan bahsetmiyoruz. Kendisini sürekli büyüten, örgütlenme ve sürece müdahale etme hedefleri olan, aktif bir ekoloji hareketine ihtiyacımız var. Sermayenin saldırıları bu kadar bütünlüklü ve güçlüyken, kendiliğinden bir akış sürece yanıt olamayacaktır. Küçük kazanımlar ile ekolojik toplum hedefi arasında bağ kurmak önemli.

Tıpkı kadın hareketi gibi ekoloji hareketi de örgütlenme süreçlerinde bağımsız bir hareket noktası kazanmalı.

Hareket içerisinde kendisine yer bulmaya başlayan gençlik, iyi bildiğimiz “gerontokrasi-yaş tahakkümü” gibi olumsuzluklara maruz kalmadan özgürce örgütlenebilmeli. Geleceğine sahip çıkmak için öne çıkan liseli ve üniversiteli gençler bu alanda gücünü ve inisiyatifini büyütecektir.

Kır-Kent Denklemi

Yeni dönemin ekoloji mücadelesi artık kır bölgelerinden daha fazla kent yaşamında gelişmelidir. Sermayenin toplumsal rıza ürettiği yerler nüfusun büyük çoğunluğunun yaşadığı kentler olduğuna göre, mücadelenin sonuç yaratabileceği, kazanımların elde edileceği yer burası olacaktır.

Halihazırda kent merkezlerinde bir ekolojik odak yoksunluğu olduğunun farkındayım. Ancak kapitalizmin doğaya saldırılarının bir sonucu olarak ortaya çıkan salgın, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumsal dinamiklerde bir kırılma yarattı. Yoksulluk, işsizlik ve geleceksizlik ile ekolojik yıkım arasında bir bağ kuruldu. Elbette kırlarda yaşayan yurttaşların verdiği fiili meşru mücadele çok önemli kazanımlar elde etmektedir. Mevcut ekosistemlerin hayatta kalmasını sağlayarak, kent ve kır arasında bir mücadele köprüsü oluşturmaktadır. İş makinelerinin önünde duran, şiddet ve gözaltı riskini cesurca göğüsleyen köylüler, ekoloji mücadelesinin iskeletini oluşturuyor. Bu iskeletin anayasal temelde kalıcı kazanımlar elde edebilmesi için güçlü bir kas yapısına ihtiyacı var. Bu kas yapısı kentlerde örgütlenerek, kırsal alanlar üzerindeki baskıyı parçalayabilir.