Ukrayna Süreci Türkiye İçin Başka Bir Krizin Öncülü Olabilir

El Yazmaları’nın Notu: Gergedan Dergisi yazarları, Rusya’dan Sevgilerle podcast programının yayıncıları Deniz Tunç Kalyoncu ve Oğul Tuna ile Ukrayna ve Rusya arasındaki gerilimi, NATO’nun Karadeniz’e yönelik ilgisini ve bu gelişmelerin Türkiye’ye etkilerini konuştuğumuz röportajı siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Son günlerde Rusya’nın Ukrayna sınırına askeri yığınak yaptığını görüyoruz. İki taraf da gerilimden birbirini suçluyor. Uzun zamandır sessiz olan cephenin hareketlenmesine neden olan sebepler nelerdir? Sizce savaş çıkması ciddi bir olasılık mı?

Ukrayna’daki gerginlik elbette 2021 yılına yapılan hızlı girişle doğrudan bağlantılı. Biden’ın göreve başlamasıyla birlikte hem Çin hem de Rusya üzerinde çeşitli hamlelerle baskı yaratılmaya çalışıldı ve çalışılıyor. ABD Dışişleri genel anlamda Trump dönemini kurumsal yapıya verilen zarar, sahada kaybedilen mücadeleler ve NATO’nun etkisizleştirilmesi olarak hatırlıyor.

Ukrayna krizi ise 2014’ten bu yana tansiyonun her zaman yüksek olduğu, farklı kaynakların aktardığına göre 13-14 bin insanın hayatını kaybettiği bir iç savaş. Burada Rusya’nın NATO çevrelenmesine karşı Kırım’ı kendi topraklarına katması, Ukrayna’nın doğusunda yaşayan Ruslar üzerinde koruyucu görevi üstlenmesi gibi önemli gelişmeler oldu. Ukrayna hükümeti ise Rusya’yı kendi topraklarını işgal etmekle, iç savaşı körüklemekle ve yayılmacılık ile suçluyor.

Minsk Protokolü ve çeşitli birtakım ateşkes anlaşmaları bölgedeki tansiyonu yer yer azalttı ve hayatın bölgede bir şekilde devam etmesi amaçlandı ancak geçtiğimiz haftalarda Ukrayna’nın dört askerinin ölmesiyle başlayan süreç, Zelenskiy’in Askeri Güvenlik Stratejisini onaylaması gibi gelişmeler her iki tarafta tansiyonu arttırdı. NATO’nun ve özellikle Baltık ülkelerinin ve Polonya’nın Ukrayna’ya doğrudan destek verdiğini biliyoruz. Rusya ise Zelenskiy’in ve NATO’nun hamlelerine rest diyerek oldukça büyük bir askeri teçhizatı sınıra yerleştirmeye başladı. Buradan bir savaş çıkar mı sorusu elbette kafaları kurcalamaya devam edecek ancak böyle bir riske iki tarafın da girmesi şimdilik mümkün gözükmüyor, çünkü hem Ukrayna hem de Rusya böyle bir maliyeti üstlenebilecek durumda değiller. Tüm bu tahlillerden sonra yine de temkinli olmakta fayda var.

Ek olarak, sessizliğin bozulmasının sebeplerinden biri de iç politikalardaki gelişmeler. Geçtiğimiz yıl Ukrayna’da yapılan yerel seçimlerde Zelenskiy’in partisi tahmin edilenin altında kaldı, Timoşenko gibi Ukrayna siyasetinde yıllardır yer alan isimlerin Zelenskiy’i eleştirdikleri de bir gerçek. Rusya ile çekişme ve Kırım, Ukrayna’nın Doğusu gibi hatlar üzerinden siyaset yapılması milliyetçilerin Zelenskiy’e dönmelerine yardımcı olacak.

Diğer taraftan Rusya’da da Eylül ayında Duma seçimleri yapılacak ve geçtiğimiz aylarda Aleksey Navalnıy üzerinden hatırı sayılır katılımcılı protestolar meydana geldi. Putin’in 2014 sonrası en büyük görev onayına sahip olduğunu, milliyetçi söylemlerinin neredeyse birçok partide ve seçmende karşılık bulduğunu ve geçtiğimiz haftalarda Lujniki Stadyumu’nda Kırım ile ilgili yaptığı konuşmasında bu seçmene yönelik hamle yaptığını da unutmayalım.

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’den Ukrayna’ya destek açıklaması gelmesinin ardından Ukrayna’nın NATO üyeliği konuşulmaya başlandı. Rusya’nın bu üyeliğe tepkisi neler olabilir? Olası bir savaşta NATO Ukrayna’nın yardımına gelebilir mi?

Yalnızca Stoltenberg’in değil, aynı zamanda Zelenskiy’in de açıklaması mevcut; hatta Zelenskiy Donbass meselesinin çözümünü doğrudan Ukrayna’nın NATO üyeliğine bağladı.13 Nisan günü Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitriy Kuleba’nın Brüksel ziyareti ve aynı akşam NATO Dışişleri ve Savunma Bakanları toplantısına da dikkat çekmek lazım. Böyle bir durumda Rusya’nın tepkisi oldukça agresif olacaktır çünkü Ukrayna’nın NATO’ya girmesi demek, Rusya’nın kendisini hiç olmadığı kadar tehdit altında hissetmesi anlamını taşıyacaktır ve bunu engellemek için elinden gelenin fazlasını 2004 sonrasında yapmaya çalıştı, 2014 Kırım hamlesi de bu durumdan ayrı ele alınmaması gereken bir gelişmeydi.

Yeltsin döneminde Rusya’nın ipleri Batı’nın eline kaptırdığını düşünen Rus yönetimi ve kamuoyu 2007’de Putin’in Münih Güvenlik Konferansındaki konuşması ile nokta koymuştu. Bugün de bu “NATO yayılmacılığının” Ukrayna’yı Rusya’nın nüfuz sahasından veya bir tür tampon bölge niteliğinden koparmasına izin vermeyecektir.

Ukrayna ile 2008 yılı itibariyle MAP (Membership Action Plan, “Üyelik Eylem Planı”) kurmuş olan NATO’nun bu sebeple olası bir savaşta doğrudan angaje olması çok zor. Zaten sosyal medyada, yazılı basında ve televizyondaki gördüğümüz “Üçüncü Dünya Savaşı” teorileri ve fantezileri bu noktada çıkıyor… Çünkü NATO Anlaşması’nın 5. Maddesi gibi dış müdahaleyi meşrulaştırıcı kaynaklar haricinde, Ukrayna sahasında Rus güçleri ya da Rusya’nın desteklediği güçlerle savaşa girmek çok daha büyük ve kanlı bir sürecin önünü açacaktır. Yine de şu aşamada, olası bir savaşta ölenler Ukraynalılar, Ruslar ve bölgede yaşayan diğer halklar olacaktır, bunun hatırlanması gerekiyor.

Yaşanan bu gelişmelerin NATO’nun Karadeniz’e yönelik yeni bir hamle başlatmasıyla bağlantısı var mı sizce? Ve bu hamlede Kırım’ın özel bir yeri var mı?

NATO, Kırım’ın ilhakından bu yana bölgede teyakkuzda olsa da 2020 itibariyle Karadeniz’deki görünürlüğünü artırdı. Çin’in “Tek Kuşak, Tek Yol” projesinin tıpkı yüzyıllar öncesinin İpek Yolu gibi düğümlenebileceği bir nokta olan; Rusya’nın git gide etkinliğini artırdığı, geçtiğimiz yıl Türkiye’ye karşı bir eylem gibi algılanan Mısır ile ortak tatbikat düzenlediği bir saha Karadeniz.

Soğuk Savaş sonunda Balkan ülkelerinin NATO’ya veya AB’ye katılarak Batı cephesine dahil olmaları, bugün Gürcistan hava sahasında da ABD uçaklarının devriye gezmelerini düşünürsek köklü NATO üyelerinden biri olan Türkiye’nin bu coğrafyadaki önemi anlaşılır. Kırım ve Donbass’ta 2014 yılından beri Batı yarımkürenin kabul etmediği ve muhtemelen daha bir süre kabul etmeyeceği statüko karşıtı yapılar bu sebeple hep rahatsızlık yaratıyordu.

Pek çok uzmanın beklediği gibi de Biden’ın başkanlığa seçilmesi sonrası gözler buraya döndü. Açıkça kimse dillendirmese de atılan adımlar, söylemler, diplomatik misyonlar Ukrayna ile Kırım üzerinde savaş bulutlarının toplandığını gösteriyordu. Karadeniz’in İstanbul Boğazından sonra belki de en önemli noktası olan Kırım’ın elbette ki bu noktada önemi inkâr edilemez. Fakat Batılıların da bildiği gibi Kırım’da 2014 öncesine dönüş şu an için mümkün değil.

Çatışmaların yoğunlaştığı “Donetsk Halk Cumhuriyeti”nden (DHC) bahseder misiniz? DHC’nin Kırım gibi Rusya’ya bağlanma ihtimali var mı?

Şu an ana çatışma hattı Donetsk Halk Cumhuriyeti olsa da aslında “Donbass” denilen bölgede iki ayrı yönetim mevcut. Ukrayna’daki Maidan krizi sonrası 12 Mayıs 2014’te Donetsk’te ve Luhansk’ta iki ayrı “Halk Cumhuriyeti” kuruldu. Resmî dili Rusça olan, Rusya’yla sınırdaş, yıllardır Rusya’nın sakinlerine pasaport dağıttığı iddia edilen bu kardeş yapılar şu an için Rusya dahil hiçbir devlet tarafından tanınmamakta. Sadece Rus askerinin bulunduğu Güney Osetya’daki yönetim bu iki yapıyı tanıyor. Sovyetler Birliği ve sonrasında Ukrayna’dan miras kalan bu iki yerleşimde 2015’ten sonra farklı ateşkes rejimleri altında günlük hayat devam etti. İkisinin de bir tür bürokratik yapısı, idare teşkilatı mevcut. “Novorossiya” (Yeni Rusya) Birleşik Silahlı Kuvvetleri adı altında çeşitli iddialara göre personel sayısı 40 bini aşan ortak bir orduya sahipler. Tarihte ağırlıklı olarak Rusların yaşadığı bu bölgenin kopuşu bu sebeplerle daha kolay oldu.

Ancak Kırım gibi neden doğrudan Rusya Federasyonu’na katılmadılar, sorusu herkesin aklını yıllardır meşgul ediyor. Bu konuda en kabul edilen görüş, Rusya’nın bu iki politik entiteyi Ukrayna’yı ve AB’yi meşgul tutmak için kullandığı yönünde. Bu görüşe göre herhangi bir siyasi, askeri ya da ekonomik problemin ufukta görünmesiyle (Mart 2021’de olduğu gibi) Rusya sınıra askeri yığınak yapıyor, diplomatik kanallarla burada Ukrayna Devletinin insan hakları ihlallerine dikkat çekiyor, vs. Fakat şu anda hızla yükselen askeri gerilim Donbass’ın da tıpkı Kırım gibi “anavatana katılmasının” yakınlığına işaret ediyor, olabilir. Nitekim daha iki ay önce Russia Today’in ünlü editörü Margarita Simonyan, bölgede katıldığı bir toplantıda “Anne Rusya, evlatlarını eve al” gibi bir seslenişle tartışma yaratmıştı. O gün gülüp geçilen, ihmal edilen bu açıklamanın üzerinden bir ay geçmeden krizin yükselişi Batılı ya da Batı odaklı uzmanların tıpkı 2014’te olduğu gibi yanıldığına bir başka işaret.

Başta Suriye olmak üzere; nükleer santral inşası, S-400 füzeleri gibi konularda Rusya ile yakın ilişkiler geliştiren Türkiye’nin Ukrayna’daki savaşa NATO tarafında müdahil olması, bu yakın ilişkileri nasıl etkiler?

2015’teki uçak krizinden bu yana Türk dış politikası, ekonomisi, askeri angajmanı Rusya’nınkiyle çok iç içe geçti. Fakat burada çarpık ve daha da kötüsü asimetrik bir ilişki söz konusu. Karabağ’da ya da Astana Sürecinde iş birliği içinde gibi gözüken bu iki bölgesel güç, Suriye’de ya da Libya’da ağır şekilde karşı karşıya gelebiliyor. Kırılgan fay hatlarının çokluğu da asimetrik ilişki sebebiyle genellikle Türkiye’nin aleyhine sonuç veriyor.

Nitekim 11-12 Nisan’da Rusya’nın Türkiye’ye bütün uçuşları askıya alma kararı bunun bir işareti. Evet, ortada büyüyen bir sağlık krizi, korona virüsünün bir başka dalgası söz konusu. Fakat bu kararın Zelenskiy’in 10 Nisan tarihli İstanbul ziyareti ve Erdoğan’ın Ukrayna’ya destek ve Kırım’ın ilhakını tanımama ifadeleriyle örtüşmesi çok dikkat çekici. Nitekim Suriye’de kimi zaman dezenformasyon olarak rafa kaldırılan Türk askerlerine saldırı haberleri genellikle iki gücün sürtüşmesi, uyuşmaması sonucu haber siteleri ve sosyal medyaya düşüyor. Ayrıca küresel seviyede bir ekonomik güç olmasa da doğal kaynakları ve kendine yetmesi itibariyle Türkiye’den ekonomik olarak daha güçlü Rusya. Demek ki bu nükleer, ekonomik ve diplomatik güçle kazasız belasız bir sürtüşme yaşamak mümkün olmayacak. Elbette Türkiye’nin avantajları var. Karabağ’da ve Libya’da Rus askeri teknolojisi karşı sağladığı üstünlük iddialara göre 50’nin üstünde Bayraktar’ın, farklı ASELSAN ürünlerinin Ukrayna tarafından alınmasını sağladı. Bayraktarlar ilk kez bu haftasonu Ukrayna sahasında tespit edildi. Fakat bütün bu etmenlerin Rusya’yı daha fazla tahrik etmeye yol açtığı unutulmamalı.

Son olarak da Montrö ve Kanal İstanbul tartışmalarının Rusya’da olumsuz ve kati cevaplar ürettiğini görüyoruz. Türkiye’nin tuhaf bir salınım gösteren denge politikasının limitlerinin Ukrayna’da nihayete ereceğini düşünebiliriz. 1 Ocak 2021’den bu yana NATO’nun Rusya’ya karşı birincil cevabı verecek Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti’nin (VJTF) kumandasının da Türkiye’de olduğunu tespit etmek önemli. Ukrayna değil ama mesela Polonya, Rus saldırısına uğrarsa ilk cevabı Türk kuvvetleri Maslak’taki karargâhtan verecek demektir bu. Başta ifade ettiğimiz gibi iki ülke arasındaki bu çarpık ve asimetrik birliktelik muhtemelen Ukrayna’da test edilecek ve Türkiye için bir başka krizin öncülü olacak.