Komüncüleri Anarken Bayrağı Daha Yukarı Taşımak

Tarihin özel kesitlerinde yaşananların yaşandığı süre ile orantısızlığı göze çarpar. Zamansal olarak kısa sürelerde o kadar büyük olaylar gerçekleşir, geleceğe o kadar büyük etkiler bırakır ki bunların incelenmesi bile yıllar alır. Paris Komünü yukarıda tanımlanan “kısa zamanın” en şanlı ve en ünlüleri arasındadır. Gökyüzünü fethe çıkanlar sadece 72 günde bize öyle bir deneyim bırakmıştır ki hem Marksizm’i hem de ilerde var olacak proleter iktidar deneyimlerini doğrudan ve köklü şekilde etkilemiştir. Komün, sadece tarihsel olarak hazır olmayan bir sınıfın erkenden öne çıkması veya ittirilmesi değil aynı zamanda zamanı geldiğinde nasıl yıkacağımız, kuracağımız ve yöneteceğimizin, bu yolda dostun ve düşmanın belirginleşmesidir.

Komün’ün tarihini incelerken 26 Mart 1871’den biraz daha geriye gitmek faydalı olacaktır. Komün’e doğrudan giden yolun, aslında Avrupa’da iki büyük devletin özgün burjuva siyasal yönelimlerinin, gelişimlerinin doğurduğu savaşla başlatılması sağlıklı olacaktır. (Elbette kazılırsa çok daha gerilerde yaşanmış gelişmeler/devrimler ile de bağlantı kurulabilir. Fakat yazının sınırlayıcılığı en fazla bu kadar geriye gitmemizi sağlıyor.) Bu iki devlet Fransa ve Prusya’dır. Fransa’nın başında burjuva iktidarların en meşhuru ve (Cromwell ile beraber) en özgünü olan “Napolyon Hanedanlığı’nın” son üyesi 3. Napolyon vardır. 3. Napolyon en basit tabiriyle tarihin ona verdiği görevi yerine getirmiş ve burjuvazinin gelişimi için “güvenli” ortamın kendisini yaratmıştır. Elbette bu görevin bitişi Napolyon’u “Ben görevimi yerine getirdim, şimdi sıra başkalarında.” anlayışına değil, burjuvaziye (özellikle kendisine karşı örgütlenen radikal burjavizeye) karşı “Bu hanedanlığın iktidarda olması için hâlâ sebepler var.”  mesajı verme arayışına yöneltti. Bu yönelişin,  Alman ulusunu Prusya egemenliğinde birleştirmek için elinden gelen her şeyi yapan Bismarck’ı ve Prusya’yı bulmaması ise neredeyse imkânsızdı. İki ülkenin burjuva siyasetindeki özgün yönelişinin bir savaşa yol açması böyle özetlenebilir. Bu özete tarihi birkaç bilgi, “resmi” sebep de eklenebilirdi fakat basit bir Google araması ile bulunacak didaktik bilgileri es geçiyorum.

İmparatorluğun ayakta kalması için girilen savaş 3. Napolyon’un feci şekilde yenilgisi ile sonuçlandı. Sedan yenilgisi ile imparatorun ve yüz binlerce Fransız askerinin esir düşmesi, Paris’in kuşatılması çok kısa sürelerde gerçekleşti. Bu durum Fransa’da olayları “kontrolden çıkardı”.

İkili İktidar ve Komün

İmparatorluğun fiilen egale edilmiş olması, Prusyalıların Fransa’nın yaklaşık üçte birini işgali ve Paris’in kuşatılması, Paris merkezli yoğun bir yurtseverlik ve Fransa’yı / Paris’i savunma havası yarattı.  İşte kurulan “Ulusal Savunma Hükümeti’nin” temel amacı bu ihtiyacı karşılamak, yani savaşa önderlik etmekti. Bir burjuva iktidarı olarak Ulusal Savunma Hükümeti ilk zamanlardan itibaren savaşma isteğinden çok uzak bir pozisyon takındı. Bu hükümetin derdi hızlıca ve sonucu ne olursa olsun bir sulh yaratmaktı.

Ulusal savunma hükümetinin bu tavrı Paris Komünü’nü de ortaya çıkaracak bir ikili iktidar sürecini yarattı. Zira Paris halkı bu tavrın tam tersi bir havada Prusya’ya karşı bir direniş örmek istiyordu. Bir yandan “teslimiyetçi” Ulusal Savunma Hükümeti, bir yandan ise Paris kapılarına dayanmış Prusyalılar ile savaşmak isteyen Paris halkını örgütleyen Ulusal Muhafızlar bulunuyordu.

Ulusal Muhafızlar kendilerini örgütledikleri, Bismarck’ın atadığı gerici komutana karşı iradelerini ördükleri andan itibaren Paris’i gerçek yönetenler haline geldi. İkili iktidar durumu fazla uzun sürmedi. Paris’in silahsızlandırılması için toplara el konulmaya çalışılmasıyla patlayan 18 Mart Devrimi Komün’ün ilanı ile sonuçlanacaktı.

Ve işte yazının başında belirtilen o kısa zamanlar başlamış oldu.  Tarihin ilk işçi iktidarı, attığı her adım ile Avrupa gericiliğinin korkulu rüyası oldu. Öyle karar alınır olmuştu ki burjuvazi “asıl düşmanın” kim olduğunu dehşet verici bir şekilde öğrendi. Komün’ün aldığı kararları uzun uzun yazmak yerine sözü Brecht’e bırakalım:

“…

Komün daha az çalışmaktı

Çalışmaktan çekinmem ben

Ben taş ustası Pierre’im

Ben çalışırım da yaşamak da isterim

Hakkımdır!

Komün borçların ertelenmesi

Kiraların dondurulması

Rehinedeki eşyalarımızın kurtarılmasıydı

Pierre borçluydu

Pierre tek göz evin kirasını ödeyemiyordu

Pierre’in çocuklarının sütü için baba yadigârı saati rehine verilmişti

…”

İşte bir Komüncü olarak Pierre’in hikâyesi Paris Komünü’nün 72 günlük deneyiminin de özeti niteliğini taşır. Tarihin ilk işçi iktidarı deneyimi olarak Komün’ün, tartışmasız katılımcı tavrı, aldığı kararlar ile Pierre’in kendisini Komün ile eş tutmasını da sağlamıştır. Komün, kurulduğu zor koşulları bahane etmek yerine büyük bir ciddiyet ve hızla işçi iktidarını kurmuş ve sağlamlaştırmıştır. 48 devrimleri ile ihaneti tatmış işçi sınıfı kendi kendisinin efendisi olma iddiasını tarihsel gerçekliklere inat gerçekleştirmeye çalışmıştır.

Marx’ın Komünü

28 Mayıs 1871’de Paris Komünü tamamen yenilmişti. Kurulduğu ilk andan itibaren Avrupa proletaryasına ilham olan Komün, yine Avrupa gericiliği tarafından büyük bir hızla bastırıldı. Kendi içlerinde kavga eden iki ülkenin burjuvazisi sınıfa karşı sınıf durumu oluştuğunda hemen büyük bir uyum ve birleşmeyle hareket eder oldu. Komün’ün kısa tarihi bittiğinde günümüze kadar gelen tartışmalar başlamış oldu. Bu yazı, Komün’ün bize kadar ulaşan iki başlığını irdeleyecek ve güncel mücadelemize katkı sağlayabilecek köşe taşlarını belirlemeye çalışacak.

Bu tartışma başlıklarından birisi elbette Marx ve Komün arasındaki ilişki. Marx’ın “ayaklanmama” çağrısı ve sonrasında Komün’e “tavizsiz” destek vermesi epey inceleme konusu olmuştur. Burada tekrar Komün’ün tarihsel yenilgisinin kaçınılmazlığı, Paris Komünü’nün yayılamaması gibi stratejik hataların kendisine tekrar bakmak yerine Marx’ın bir deneyim olarak Komün’e bakışının güncel notlarını belirlemek çok daha sağlıklı olacak.

Marx, Komün’e bakarken başından sonuna kadar ak ve kara ikiliğinin dışında gri alanda devinmiştir. Komün’e hem muhalif olmuştur -çünkü erken ve hazırlıksız bir ayaklanma olarak Paris Komünün ortaya çıkışı bir yenilgi ve proletarya siyasetinin geri çekilişine yol açabilirdi ve açtı- hem de Komün’ün yarattığı (özellikle yönetme) deneyimin kendisine öğretici bir rol vermiştir. Komün Marx’ın adım adım örmeye çabaladığı proletaryanın komünist topluma ulaşmak için verdiği devrimci mücadele ve iktidarı aldığında atacağı adımlar gibi başlıklarda muazzam bir deneyimdir. Sınıf mücadelesi tarihin her dönemecinde taraflarına birçok şey öğretir ve Marx, Komün dönemecinde (tıpkı 48’de olduğu gibi) “yenilen” taraf olarak kendisini öğrenmeye adamıştır.

Komün ve Marx ilişkisinin bugüne yansıyan ilk başlığı bu gri alanın yeniden tesis edilmesidir. Bugün Marksist çevrelerde her şey ak ve karadır. Ya Marksist’sinizdir ve bu sizi düzen dışı yapar. Ya da değilsinizdir bu da sizi düzen içi yapar. Marksist olmayan bir kapitalizm karşıtlığı tarihsel yenilgiye ve bir noktada kapitalizme eklenmeye mecburdur. Bu “doğru” tespitin kendisi yalnız kaldığında yukarıda bahsedilen gri alanı yok etmiş ve öğrenme yeteneğimizi köreltmiş gibidir. Zira yaşadığımız çağda birçok toplumsal ayaklanma yaşanmış, kapitalizm karşıtı (Marksist olmayan veya bizim Marksizm anlayışımıza uymayan) onlarca deneyim oluşmuştur. Bu deneyimlere tıpkı Marx gibi gri alanda devinerek yaklaşmak gerekir. Yani hem bir kavga halinde olmak, bu deneyimleri “ilerletmeye” çalışmak hem de bu deneyimlerden sonuna kadar öğrenmek gerekir.  Burada bahsedilen, her ayaklanmaya her isyana özel anlamlar vermek değildir. Kasıt, Marksizm dışı bir anti-kapitalist mücadele deneyiminin bizlere birçok anlamda öğretici olduğudur. Gri alandan kastımız budur.

Bu alanın kendisini tekrar kurmak, çağımızda meydana gelen deneyimlerden öğrenmek anlamına da gelmektedir. Böylece belki tarihin hızlandığı bu dönemde bizlerin neden geride kaldığına dair ipuçları keşfedebiliriz.

Marx’ın Komün’ünün günümüze taşınan bir diğer başlığı ise “işçi sınıfı devleti”dir. Paris Komünü deneyiminin tartışmasız en ağır basan kısmı budur. Marx da doğal olarak bu noktaya çok daha önem vermiş, Komün’de ilerdeki proletarya iktidarlarının nüvesini görmüştür. Profesyonel ordunun kaldırılması, devlet memurlarının seçimle gelmesi, geri çağırma vs. bunların hepsi Paris Komünü’yle hayata geçirilmiş, yıllar sonra Lenin’in yazdığı “Devlet ve Devrim”de de savunulmuş ilkelerdir.

Bugün sosyalist hareketin bir kısmı için Paris Komünü’nün yönetme deneyimi ve Devlet ve Devrim, çekingen de olsa anarşizan bir sapma olarak görülmektedir. Proleter iktidar tıpkı burjuva devlet yapısı gibi “katı” ama daha “halkçı” bir şekilde düşünülmektedir. Kendisini sönümlendirmek için doğmuş bir kurum olarak hayal edilmez. Bu noktada Devlet ve Devrim‘e bakıldığı kadar Marx’ın Komün incelemelerine de bakmak ve bu perspektifte devlet kavramını tekrar tartışmaya açmak önemli durmaktadır.

Yazıyı bitirirken gökyüzünü fethe çıkanları basit bir “anma” ile geçiştirmemek gerektiğini vurgulamak gerekiyor. Sınıf savaşının her bir özel günü, mücadele eden komünistler için özeleştiri günü de olmalıdır. 150 yıl önce Komüncülerin yükselttiği bayrak, 104 yıl önce Bolşevikler tarafından daha ileriye taşındı. Lenin’in Ekim Devrimi üzerinden 72 gün geçince sevinmesinin sebebi budur. Bizim ise odaklanmamız gereken, Komüncüleri anarken onların bayraklarını ne kadar yükseğe taşıdığımız veya ne kadar yükseği hedeflediğimizdir.

Kaynakça:

1.Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi – İletişim Yayınları
2.Paris Komünü Tarihi 1871-Prosper-Oliver Lissagaray- NotaBene Yayınları
3.Fransız Üclemesi-Karl Marx-Yordam Kitap
4.Gotha ve Erfurt Programları Üzerine-Karl Marx – Friedrich Engels- Yordam Kitap