Biden “Savaşla” Geliyor

Sabık Başkan Trump’ın nihayet görevini “devretmesiyle” Biden’ın koltuğa oturması, Orta Doğu’da ve dünyada kimi çevrelere “oh” çektirdi. “Rahatlamanın” arkasında Biden’ın işçilere, emekçilere, halklara, kadınlara vd. daha iyi bir dünya sunmayı hedefleyen birisi olması değil, Trump’a nazaran daha “akılcıl”, “tutarlı” ve “öngörülebilir” politikalar uygulayacağı varsayımı yatmakta. Fakat son gelişmeler gelenin gideni aratacağına işaret ediyor. 

İkili Stratejiye Dönüş 

Obama dönemiyle birlikte ABD, Orta Doğu’da ana gündem konularından biri olan İran’ı daha da yakın plana almış ve oraya özel politikalar uygulamaya yönelmişti. Özel politikaların uygulanmasında, İran’ın başta Suriye ve Yemen’deki savaşlara müdahil olarak bölgedeki etkinliğini arttırmasının payı büyük olmakla birlikte, kapitalizmin kriziyle bağlantılı olarak artan hegemonya krizini giderebilmek için doğrudan müdahale etme “ihtiyacı” da önem taşıyor.  

Bu minvalde İran’ın müdahil olduğu yerlerde İran karşıtlarına destek verilerek “sert” güç kullanılmış, İran’la da nükleer anlaşma imzalanarak “yumuşak” güç kullanılmak istenmişti. İmzalanan anlaşma sonucunda İran’a önemli miktarda Batı sermayesi akmış ve İran’ın uluslararası finans-kapitale eklemlenmesinde küçük ama önemli bir adım atılmıştı. Böylece İran’ın içeriden “yumuşatılarak” çökertilmesi amaçlanmıştı. 

Fakat ABD, Trump’ın anlaşmadan çekilerek İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “saldırgan” politikalarına destek vermesiyle bu stratejiden vazgeçti. İran, bu strateji değişikliğine rağmen kimi ekonomik sorunlar yaşasa da ayakta kalmaya devam etti ve bölgedeki gücünü de konsolide etti. Ayrıca İran, ABD ve İsrail’in “sert” politikalarına şerbetli olması nedeniyle, bölgedeki ve ülke içindeki yaşadığı kimi sorunları çözmek için de bu politikalardan yararlanmayı başardı. 

Öte yandan ABD’nin yaşadığı hegemonya krizi, ABD yanlısı bölge ülkelerine, kendi ajandalarını uygulama fırsatı yaratmış ve farklı “blokların” oluşmasına da neden olmuştu. Hatta derinleşen hegemonya kriziyle birlikte bloklar arasındaki çatlaklar da derinleşmiş ve Katar’ın “dışlanması” ile neredeyse çatışma düzeyine varmıştı.

Çatışmalı hâl bütünlüklü ve güçlü bir politikanın uygulanmasını engellemekle birlikte İran, Suriye, Hizbullah gibi sınırlı güce sahip aktörlerin bölge çapında etkili olmalarını sağlamıştır. Ama daha da önemlisi, Rusya’nın bölgeye dönerek önemli inisiyatif ve hegemonya kazanmasına neden olmuştur. Ve Rusya buradan kazandığı inisiyatif ve hegemonya ile küresel düzlemdeki çatışmada da önemli bir konum kazanmıştır. 

Dolayısıyla ABD’nin bölgede istediği politikaları uygulayabilmesi için hem hegemonya krizini gidermesi hem de bölgedeki inisiyatifini tekrar kazanması gerekmekte. Bu nedenle Biden’ın, kendisinden umutlu olanların beklediği “akılcıl” politikaları uygulayabilmesi için ABD’nin, “sert” ve “yumuşak” hamleleri barındıran ikili stratejiye tekrardan dönmeye “ihtiyacı” var. Fakat dönülecek olan strateji, özde eskisi ile benzer olsa da biçim olarak farklılıklar taşımakta ve bu da atılan kimi hamlelerde kendini göstermekte. 

“Asabiyet” Oluşturma 

Öncelikli olarak Biden’ın dış işleri ekibinin İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında imzalanan İbrahim Anlaşması’na (Abraham Accords) sahip çıkmakla birlikte bu anlaşmanın yürütücüsü olan Jared Kushner (Trump’ın damadı) ile ilişkilerini sürdürmesi, İsrail’in bölgede öncü olmasına ve onun “sert” gücüne dayanılacağını göstermekte. Ek olarak İsrail basınına yansıdığı üzere Biden’ın Netanyahu’yu hâlâ “aramaması” İsrail’in “sert” gücünü fütursuzca değil efektif bir şekilde kullanmasının istendiğine işaret ediyor. Dolayısıyla İsrail’in Suriye, Irak ve İran’daki saldırılarının belirli bir düzeyde devam edeceği görülüyor. Son günlerde Türkiye ve Katar’daki Hamas üyelerinin “sıkıştırılması” da hem İsrail’in saldırılarda bulunurken ülke içerisinde “rahat” olmasını sağlama hem de bu iki ülkenin yeni duruma uyum gösterme çabası içerisinde olduğunu gösteriyor. 

Diğer yandan İbrahim Anlaşması ile, ki adını semavi dinlerin ortak noktası olan İbrahim peygamberden almasının da gösterdiği üzere, bölge ülkeleri arasındaki çatlakların İsrail ile anlaşma üzerinden İran karşıtlığı bağlamında yapılacak bir birliktelikle çözülmesi hedeflenmekte. “Şii” İran’a karşı “Sünni” bölge ülkeleri, “Yahudi” İsrail ve “Hıristiyan” ABD’nin bir araya getirilmesiyle oluşturulacak bir “dinsel asabiyetin”, sonrasında eski “komünist” Rusya ile “komünist” Çin’e karşı kullanılmasının hesabının yapıldığı görülüyor. Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezi çeşitlendirilerek sürdürülmek isteniyor.  

“Asabiyetin” oluşturulmasına yönelik ilk önemli adımlar, anlaşmanın ertesinde Suudi Arabistan ve BAE’nin Katar ile görüşmeye başlaması ve Katar’a yönelik ambargoların birçoğunu kaldırmasında kendisini somutlaştırmış durumda. Bloklar arasındaki çatlakların kapanmasına yönelik “olumlu” olan ve hızlıca gelişen bu adım “umut” vaat etse de, ensesinde hegemonya krizinin sürekliliğinin ölümcül nefesini hissetmeyi sürdürüyor. 

“Asabiyeti” oluşturmaya yönelik bir diğer adım “Avrupa”dan gelmekte. Son yıllarda Doğu Akdeniz üzerinden gelişen Yunanistan BAE ilişkileri üst düzeye çıkmış durumda. İki ülke arasında askeri işbirliği protokolünün imzalanması, bu protokol doğrultusunda BAE askerlerinin Yunanistan’da üslenmesi, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Ürdün Dışişleri bakanlarının “Dostluk ve İşbirliği Forumu” kurmak üzere Atina’da toplanması Yunanistan’ın Orta Doğu üzerinde artan etkisini gösteriyor. Yunanistan’ın hamleleri Orta Doğu’da ABD’nin yanına Avrupa Birliği’nin (AB) de gücünü getirmekle birlikte Türkiye’ye alternatif olabilme isteğini imliyor. 

“Yumuşak” Güç? 

“Asabiyet” oluşturma çabaları ikili stratejinin “sert” kısmının öncekine nazaran daha bütünlüklü ve genişçe hazırlandığını işaret etmekle birlikte, “yumuşak” kısmının ihmal edildiği anlamına gelmez.  

Bununla birlikte Biden’ın nükleer anlaşmaya yaptığı “olumlu” vurgular pratiğe geçmemekle birlikte söylemsel olarak sürdürülüyor. “Uyarıların” söylemsel nitelikte olması, İran’ın adım atması gerektiğinin sıklıkla söylenmesi ve askeri müdahale yerine yaptırımların dillendirilmesi ise “yumuşak” güç kullanımının “sert” gücünün kullanılması için meşruiyet yaratmak ve onu perdelemek için olduğuna dair “izlenimler” uyandırmakta. 

Bu “izlenimler”, kapitalizmin krizi ve küresel güçler arasındaki hegemonya krizinin sürmesiyle birlikte ele alındığında ABD’nin bölgedeki “savaş halini” çeşitli “örtülerin” ve “süslemelerin” eşliğinde daha da alevlendireceğini gösteriyor. Nitekim Biden’ın seçim sürecinde sıklıkla “ABD geri dönüyor” diyerek yeni savaşları müjdelemiş olması da önümüzdeki süreçte bölgeye ölüm, kan ve gözyaşı sunulmaya devam edeceğine işaret ediyor. Fakat pandemi öncesinde bölgenin dört bir yanında sokaklara dökülen Orta Doğu halklarının, sokakları tekrar doldurarak “savaş haline” karşı direnişe geçmesi halinde sunulan “şeylerin” gerçekleşmesi hayal olabilir.