Beethoven: Tarihsel Kişiliğin Senfonik Melodisi

Bir şey, ne kadar karmaşıksa; içinde de o kadar güzellik barındırırmış. Beethoven da çağının ve yaşamının karmaşasında, içindeki güzellikleri unutulmaz melodilere dönüştüren sanatçıdır.

O, büyük tutkularla, büyük yaşadı. Zekâsı ve yeteneği doğuştan gelen bir avantaj olabilir belki; ama onu asıl büyük yapan şey, çağının insanı olmayı bilmesindendir. Bütün çelişkileri ve gerçekliğiyle, çağının “tarihsel kişiliğini” oluşturabilmesindendir. Çalışkanlık, disiplin ve titizlikle; yaşamı, doğayı, ezgileri süzerek; zorluklarda iradeleşerek, müzisyenliğini ortaya koymuştur. Bundandır ki Beethoven, müzik sanatının en ünlü, en büyük temsilcilerinden biri olagelmiştir.

Hayat Hikâyesi 

16 Aralık 1770- 26 Mart 1827 tarih aralığında yaşayan Beethoven Almanya’nın Bonn kentinde dünyaya gelmiş, klasik müziğin başkenti Viyana’da ölmüştür.

Annesi temizlik işçisi, babası ise müzisyendir. Annesinin nazik ve şefkatli; babasının ise sert ve disiplinli davranışları içinde büyüdü. Gerçeklik, zıtlıkların çelişmesinde kendini gösterir. Beethoven da bu iki uç ebeveyn davranışının gerçekliğinde kendi kişiliğini bulur. Bundan olsa gerek o, insan severliği ve sertliği, şefkati ve dik kafalılığı, özgürlüğü ve disiplini kişiliğinde sentezleştirmiştir. Anne iş gereği yorgun ve hasta, baba ise alkoliktir. Anne ve babasının bu kasvetli ruh hali müziğine yansıyacaktır.

4 yaşında ilk müzik derslerini babasından almaya başlar Beethoven. Halka açık ilk konserini 1778 yılında henüz yedi yaşında iken verir. İlk bestecilik derslerini Beethoven, 1779 yılında Christina Gottlob Neefe’den almaya başlar. 1783 yılında da hocasının yardımıyla Beethoven, ilk bestesini yayımlar.

1787 yılında Mozart’la çalışmak umuduyla Viyana’ya gider; fakat varışından 3 hafta sonra annesinin hastalığını öğrenir ve geri döner. Aynı yıl içinde annesini kaybeder. Annesinin ölümü onu çok etkiler. Beethoven, bütün ömrü boyunca annesini kaybetmenin hüznünü taşıdığını söyleyecektir dostlarına.

Annesinin ölümünden sonra kardeşlerinin sorumluluğunu almak zorunda kalır ve 5 yıl boyunca Bonn’da kalmaya karar verir.

1792 yılında Viyana’ya giden Beethoven klasik müziğin ünlü bestecisi Joseph Haydn’ın yanında çalışmaya başlar. Joseph Haydn kısa sürede Beethoven’in üstün yeteneğini fark ederek; her konuda ona destek olmuştur.

26 yaşında işitme sorunları başlar. Sonrasında da bu durum gittikçe ağırlaşır.

Beethoven, başlarda besteci olarak değil piyanist olarak adını duyurdu. Daha sonra yaptığı bestelerle klasik müziğin 19. yüzyılın sonuna kadar yaşayan tüm müzisyenleri etkiledi. Onun müziği, tekniği, estetiği ve anlam gücüyle günümüze kadar etkisini kaybetmemiştir.

Sanayi devrimi Beethoven’i ve tüm toplumu etkileyen gelişmelerinden biridir. Balkanlardaki bağımsızlık savaşları, 1815 Waterloo savaşları döneminin önemli olaylarıdır. Napolyon’un kendisi ise Beethoven’i simgesel boyutta etkilemiştir. Öyle ki onu özgürlük timsali gördüğü sırada ünlü eseri 3. Senfoni’yi (Eroica) bestelemiş, sonrasında ise “imparatorluğunu” ilan edince bundan vazgeçmiştir. Napolyon’un yükselişi ve düşüşünü, başarısı ve çöküşünü yaşamı içinde açıkça görmüş ve bundan duygusal ve düşünsel dersler çıkarmıştır.

Dönemi 

Beethoven 18 ve 19. yüzyılda yaşamıştır. Bu yüzyıllar, çalkantı ve çelişkileriyle, devrimleri ve savaşlarıyla birlikte olağanüstülüklerin yaşandığı yıllardır. Gerek düşünce ve sanat akımlarıyla olsun gerekse de takvimsel olarak Beethoven özünde “geçiş dönemi” insanıdır. Sanat akımlarında klasisizm- romantizm, akılcılık-duyguculuk geçişinde; devrim-karşıdevrim, monarşi-cumhuriyet rejimi kavşaklarında tezatlarla birlikte yaşar Beethoven. Geçiş dönemlerinin belirsiz, olasılıklı, yoğunlaşmış çelişkilerini aynı anda yaşamıştır.

En koyu karanlık, güneş doğmadan önceki karanlıktır derler. Bundandır ki; dönemin en koyu kasvetinde beliren neşenin gülümseyen ışığını O’nun müziğinde duyumsayabilirsiniz.

Beethoven’i en çok etkileyen olay “Fransız Devrimi” olmuştur. Sanat tarihi eleştirmenleri O’nun “Fransız devriminin çocuğu” olduğunda hemfikirdir. 1789 Fransız devriminde 19 yaşında, Amerikan devriminde (1776) ise 6 yaşındaydı.

Sanayi devrimi Beethoven’i ve tüm toplumu etkileyen gelişmelerinden biridir. Balkanlardaki bağımsızlık savaşları, 1815 Waterloo savaşları döneminin önemli olaylarıdır. Napolyon’un kendisi ise Beethoven’i simgesel boyutta etkilemiştir. Öyle ki onu özgürlük timsali gördüğü sırada ünlü eseri 3. Senfoni’yi (Eroica) bestelemiş, sonrasında ise “imparatorluğunu” ilan edince bundan vazgeçmiştir. Napolyon’un yükselişi ve düşüşünü, başarısı ve çöküşünü yaşamı içinde açıkça görmüş ve bundan duygusal ve düşünsel dersler çıkarmıştır.

Topraklarında doğup büyüdüğü Prusya monarşisi ayrı bir yaşam izidir Beethoven’da. Zira feodaliteden, prenslikten, Almanya adıyla bir “burjuva cumhuriyetine” dönüşüm sancıları da Beethoven’ın yaşamının içindedir.

Çağdaşları 

Müzikte; Mozart, Haydn, Rossini, Czherny; edebiyatta Goethe, Schiller, Pfeffel, Mathison ile aynı dönemde yaşamıştır.

Beethoven ile filozof Hegel’in doğumu aynı yıla denk gelir, 1770 yılına. Ama Beethoven felsefede daha çok bir başka çağdaşı olan Kant’ı benimsemiştir. Filozof Herder de yine etkilendiği çağdaşlarındandır.

Çağdaşları arasında dünya görüşünü en çok etkileyen Bonn Üniversitesi’nde felsefe derslerine de katıldığı hocası Euglogius Schneider olmuştur. Fransız devrimi ideolojisini derinlemesine ondan öğrenmiştir. Filozof Immanuel Kant ise ahlâk felsefesiyle en çok etkilendiği kişi olmuştur. Öyle ki kendi el yazısıyla yazdığı “içimizde ahlâk kanunu ve üstümüzde yıldızlı sema Kant” sözünü başucunda taşımıştır. Müziğe, müzisyenliğe “görev insanı” yaklaşımı, sanatının içeriğine “ahlâk öğesini” yerleştirmesini en çok Kant’a borçludur.

Müzik sanatında öğrencilerine şu üç müzisyeni dile getirerek onların tarihsel rollerini vurgulamıştır. Bunlar; Handel, Mozart ve Haydn’dir.

Edebiyatta ise şiir olarak, Konrad Pfeffel’in (1736-1809) yeri ayrıdır. Bir şiirini besteleyerek yarattığı “Özgür İnsan” adlı şarkı (Op.52), gittikçe zenginleşen özgürlük edebiyatının yeni bir eser daha kazanmasına neden olmuştur.

Kime denir özgür insan?
Yalnız kendi iradesine dayanan,
Zalimin keyfine hizmet etmeyen
İnsana denir özgür insan.

Şair filozof Schiller’in Beethoven’in hayatına nasıl bir etkisi olduğunu “Neşeye Övgü“ şiirini şarkılaştırdığı 9. Senfoni’sinde görebiliriz. Goethe’nin eserlerinden etkilendiği ve de onunla arkadaşlığı da yine çokça bilinmektedir. Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları” romanı en çok beğendiği, defalarca okuduğu romanlardandır.

Kişilik Özellikleri 

Davetli olduğu bir yemekte bir prens piyano çalmasını ister. Ancak Beethoven, çalmayı reddeder. Çünkü ona “bağımlı” olduğunu sezdiren bir emrivakilik hisseder prensin sesinde. Prensin ısrarı üzerine Beethoven şu ünlü cevabı verir: “Prens! Sizin asaletiniz, doğuşunuzdaki tesadüfe bağlıdır. Oysa ben, kişiliğimi kendim oluşturdum. Yeryüzünde yüzlerce prens var, binlercesi de gelip geçecek; ama bir tane Beethoven var!” Bağımsız kişiliğini bu sözlerle ortaya koyan Beethoven’e göre asalet, unvan değil bireyin özgünlüğü önemlidir. Yaşadığı zamanda kendini özgürce oluşturabilmesi önemlidir.

Müzik tarihçileri bir prensin gölgesinde değil de bağımsızlığı ve özgür bireyselliğiyle gerçek anlamda ilk “müzisyenin” Beethoven olduğunu söylerler. Kilisenin, sarayın, asilzadelerin “çalgıcısı” değil; kelimenin gerçek anlamıyla O, bir müzisyendir.

Bireyselleşme içinde kendini oluşturma ise onun en büyük savaşı olmuştur. Özgür birey olmaya, soydan gelen değil de kendi yaptıklarıyla özdeşleşmeye değer vermiştir. Bu düşünceyle, tanrıya, zamana, kadere karşı, kendi gücüyle kendi zaaflarıyla birlikte bireysel özgünlüğünü geliştirmeye çalışmıştır.

İyilikseverlik ve insan severlik yaşamının ana eksenlerinden biridir.  Henüz 22 yaşındayken, Viyanalı bir kadının albümüne yazdıkları dikkati çekicidir:

“Yapabildiğince, iyilik yap

Özgürlüğü her şeyden çok sev

Tacın tahtın önünde bile, hakikati asla inkâr etme”

Kulaklarındaki işitme kaybı onu toplumdan uzaklaştırsa da yüreğindeki sevgiyi ve neşeyi 9. Senfoni’de olduğu gibi eserlerine de yansıtmıştır. “Ruhum ve duygularım, çocukluğumdan beri en ince iyilikseverlik arzusuyla doluydu; büyük işler başarma gücüne sahiptim… Tedavisi imkânsız bir hastalığa(sağırlığa) yakalandım… Ateşli ve canlı bir insan olarak dünyaya gelmiş, toplum hayatının her tür gösterilerine karşı duygulu yaratılmış olmama rağmen, hayatımı tek başıma geçirmek üzere kendimi vaktinden önce toplumdan ayırmak zorunda kaldım” diyerek bu gerçekliğinin bilincindedir.

Toplumcudur Beethoven. Bu özelliğini, müziğini saraydan, asilzadelerin küçük salonlarından halka halk salonlarına taşımasından görebiliriz. Beethoven seslerle heyecan uyandırmayı amaçlayan bir besteci değildi, başta özgürlük olmak üzere insanın temel sorunlarını ezgilere taşımayı bilen bir sanatçıydı.

Viyana’da yaşarken, çocukluk arkadaşı Wegeler’e yazdığı mektupta “Artık sanatım, yalnızca yoksulların yararına adanmış olacak… Ah o mutlu an, seni bulmak, sana ulaşmak, beni ne kadar sevindirecek… Şimdi kendimi daha güçlü, daha iyi hissediyorum“ diyerek sanatının rotasını da belirlemiş oluyordu.

Beethoven’in kişiliğine mizacına dair birbirinin zıttı neler söylenmemiş ki; “deli” de demişler dâhi de. Bir başkası aksi, dik kafalının biri diye nitelendirmiş. Kimisi garip ve tehlikeli derecede tutkulu bulmuş O’nu.

Belki de onu en bütünlüklü anlatan Goethe’dir. Bakın ne diyor: “Böylesine konsantre olmuş, böylesine enerjik, böylesine derin bir insan görmedim. Eksantriğin yeryüzünde neye benzediğini şimdi anladım.”

Beethoven müziğiyle yeniyi yarattı. Müzikte devrim, dönüşüm yarattı. Bir şeyleri değiştirmek için garip ve ucube olmak gerekmez mi? Ona atfen yakıştırılan mizaçlarla ifade edersek; dik kafalı olmadan, eksantrik davranmadan yerleşik olana karşı durabilir mi insan? Ya tutku… “Tutkusuz” devrim, “inatsız” direniş, olabilir mi? Ya “geçimsiz” olmadan iradeli, “aksi olmadan”  titiz ve çalışkan olabilir mi insan?

Burada sözü yine Goethe’ye bırakalım: “İçtenliğini enerjisiyle bütünleştirmiş daha böyle bir sanatçı görmedim. Dünyanın karşısında dikilip durduğunu şimdi anladım.”

Beethoven; Fransız Devrimi ilkeleriyle beslenir: Özgürlük, eşitlik, dayanışma ya da insan sevgisi. Bunlar, yaşam boyu sanatının da idealleri olacaktır. Toplumu, kaderci atıllıkla değil; devrimcilik ve kahramanlık idealleriyle beslemiştir. Devrimin “evrenselliği” bestelerindeki temanın itici gücü olmasıyla, müziği de kişisellikten kurtararak evrenselliğe taşımıştır

Müzik Tarihindeki Yeri 

Dedesinden babasından aldığı müzik “geleneği”ni; Neef, Mozart, Haydn ile birleştirip kendi özgünlüğünü yaratarak müziği “geleceğe” taşımıştır. Onun müzik tarihindeki yeri “Klasik Müzik”te romantizm akımının başlatıcısı olmasıdır. Her ne kadar “klasik dönem” kalıplarında da eserler verse de romantizm akımına geçiş Beethoven’la olmuştur. Özellikle Op. 109 Piyano Sonatı’yla klasik müziğin Romantik Dönemini başlatmıştır.

Klasik dönemin “akılcılığı” romantik dönemle “duygusal” tonlara bürünmüştür. Müzikte ulusal gelenek, halkçılık, kahramanlık temel anlamlar olarak dile gelmiştir. Eserlerde iyi-kötü çatışması yer alır. Klasik dönemde ortaya konulan bir şey “ya iyi ya da kötü” değildir. Yaşamda, kişiliklerde iyi ve kötü bir aradadır.

Müziği klişeden saraylardan çıkarıp halka sunarak yaygınlaştırması Beethoven’in müzik tarihindeki önemli belirteçleridir.

Bir konta, prense, düşese bağlı müzik yapmamasıyla “ilk müzisyen” modeli de o olmuştur. Ve “müzik için müzik” anlayışı yerine “yüce sanat” anlayışını getirmesi müzikte dönüm noktasıdır.

Beethoven portrelerinde peruklu değil başı açıktır; bu olgu aslında Beethoven müziğinin tarihsel değerinin de simgesidir.

Beethoven; Fransız Devrimi ilkeleriyle beslenir: Özgürlük, eşitlik, dayanışma ya da insan sevgisi. Bunlar, yaşam boyu sanatının da idealleri olacaktır. Toplumu, kaderci atıllıkla değil; devrimcilik ve kahramanlık idealleriyle beslemiştir. Devrimin “evrenselliği” bestelerindeki temanın itici gücü olmasıyla, müziği de kişisellikten kurtararak evrenselliğe taşımıştır

“Çocuklarınıza parayı değil fazileti öğretin” sözüyle erdemli yaşam özlemiyle sanatında “etik öğeyi”, parlatarak; sadece düşünülen hissedilen müzik değil “davranan”, “eyleyen” ve değiştirme iradesi ortaya koyan değerleri öne çıkarmıştır.

Sanat tarihindeki yeri bunlarla da sınırlı değildir. O çağının olduğu kadar günümüz müzik türlerine de öncülük etmiştir. Shakespeare’in tiyatro oyunlarına yaptığı bestelerle günümüz soundtrack müziğinde öncüsü sayılır.

Orkestra şefi Kurt Vonler, Beethoven’in müzik tarihindeki yerini şu sözleriyle ne güzel felsefi kavramlarla özetlemiş: “Müzikte; Bach, “Varlık”; Mozart, “oluşum”; Beethoven ise “değişim”dir.”

Müziğinin Estetiği 

Beethoven çok titiz çalışan bir müzisyendi. Müziği, “ifade gücü” ve “teknik” olarak, çok üst seviyedeydi. Beethoven, Haydn ve Mozart’tan devraldığı prensipleri geliştirdi, daha uzun besteler yazdı ve daha tutkulu, dramatik eserler oluşturdu.

Eserlerinde Mozart ve Haydn’ın belirgin özellikleri vardır.

Müziğinin özelliklerini belki de en iyi şu diyalog anlatıyordur: İlk eseri bir prensin evinde icra edildiğinde, eserin bestecisi dinleyiciler tarafından bilinmemektedir. Ev sahibi ayağa kalkarak “Sizce bu kimin bestesidir?” diye sorar.

Dinleyicilerden birisi; “Mozart’ın olmayacak kadar “kasvetli”; bir diğeri ise, Haydn için fazla “tutkulu” der. Ev sahibi genç Beethoven’i ayağa kaldırarak; “Eser işte bu kişiye, Ludwig van Beethoven’e aittir.” der.

Gerçekten de müziği Haydn ve Mozart’ın sentezidir.

Tutku ve kasvet, iyi ve kötü, coşku ve melankoli, neşe ve hüzün bir aradadır onun müzik estetiğinde. Çünkü o gerçek olana, hakiki olana yönelmiştir. Onda tek başına iyi ya da kötü yoktur. İyi kötü bir aradadır.

Onun müziği, gösterişten uzak ama görkemlidir. Sade, güçlü, liriktir.  Minör notalarla müziğine sert ve ani çıkışlar katar. Rossini’nin yumuşak geçişlerini beğenmez; eserlerindeki “patlamalardan” önceki gerilimi minör tonlarla hissettirir.

“Yapı, doğru biçim” gibi müzik formlarıyla fazla ilgilenmez o, içindeki konuşan sesi dinler. “Başlangıcı, bitişi” değil akışı, sonsuzluğu duyumsatır. Müzik onda köprü gibi başlayan ve biten değil; rüzgâr gibi bulut gibi sürekli akan ve biçim değiştirendir. Kendisinin sözleriyle: “Müzik anda işlemiyor. Büyüyor, gelişiyor. İlk bölüm ikinciye dönüşüyor. Bir fikir ölürken bir yenisi doğuyor.”

Müziğe “çirkin ve marazi” olanı katar. Sadece “güzel” olan estetik değildir, “çirkin” olanda estetik duyarlılığı içinde barındırır Beethoven’e göre. Gerçekliğin içinde saklı olan iyi-kötü diyalektiğinin melodisini yaratır.

Müziğin tekniği ve biçiminden çok “anlamı” önemlidir. Beethoven virtüözlüğü önemsemez, anlatılan tema içinde duygu ve düşünceleri anlamlandırır. Beethoven bir öğrencisine, “Müzisyenler tanrıya daha yakındır. Onun sesini işitiriz. Tanrıya övgülerini söyleyen çiçekler doğururuz. Böyle değilsek hiçiz.” diyen Beethoven, “Müziği duymak için içindeki sessizliği dinlemelisin” diyerek sanatsal yaratıcılığının diyalektik açıklamasını da yapar.

Neşe teması ise içindeki kasveti, insanı köleleştiren kaderi yarıp çıkan şimşek gibidir. İçselleşmiş isyandır neşe. Enerjinin tüm bedene yayılması ve usulca şarkılar mırıldanmasıdır. Doğa ise yaratıcılık, yenilik kaynağıdır. Onun panteist (Tüm tanrıcılık, doğa tanrıcılık) felsefesi müziklerindeki emprovize yaratımlardır. Şiir ve edebiyat sevgisi klasik müziğe şarkıyı getiren temel kaynak olmuştur. Goethe, Schiller, Shakespeare, Homeros ve Pfeffel’in eserlerinden etkilenerek birçok besteler yapmıştır.

Eserleri 

Beethoven’in otuz iki sonatı, beş piyano konçertosu, bir operası (Fidelio) koral fantezisi ve Liszt tarafından piyanoya uyarlanmış dokuz senfonisi vardır.

Duygulu ve duru ezgisiyle Moonlight (ay ışığı) Sonatı op., Rus devrimci Lenin’in insan yaratıcılığının doruğu olarak nitelediği Appassionato (tutkulu) eserleri en etkili sonatları olarak öne çıkar.

Senfonilerinde ise kuşkusuz en bilineni; Fransız devriminden esinlenerek bestelediği 9. Senfoni’dir. Schiller’in “Neşeye Övgü“ şiirini bu senfoniyle besteler. Hem insan sesi hem de “şarkı” formunda bestelenmesi, estetik doku olarak Beethoven müziğinin bütün niteliklerini yansıtır.

Kimilerinin, insanın onu dinlemek için dünyaya geldiği şeklinde değerlendirmelerine neden olan 5. Senfoni, Beethoven’in panteist inancının, doğaseverliğinin sanatsal yaratısıdır.

Eroica (3. Senfoni) ise kahramanlık senfonisidir. Beethoven bunu Napolyon için besteler; ancak Napolyon, imparatorluğunu ilan edince, eseri Napolyon’a ithaf ettiği ibareyi eserden çıkarır. Eserinin adını “Kahramanların Anısına” diye yazar.

Lenin ve Appassionato 

Beethoven’in müziği, özgürlüğün, mücadelenin, kararlılığın, kahramanlığın ve kadere galip gelişin simgesidir. Kitleleri sokağa çıkarabilecek, onları harekete geçirebilecek gücü ve ateşi içinde barındırır.

Tüm bunlar onun Appassionato (Tutku) başlıklı piyano sonatında somutlaşıp gerçeklik bulmuştur. Appassionato’daki bu değiştirici gücü ve ateşi Beethoven’den tam 100 yıl sonra doğan büyük devrimci Lenin şöyle der:

“Ben bu sonatı her yönüyle biliyorum. Aslında, onu her gün dinlemeyi çok isterdim.  Çok ince, harikulade bir müzik… Dinlerken hep gururlanırım, bak derim kendime; insanlık böylesi bir mucizeyi yaratabiliyor işte! Appassionata’dan daha büyük başka bir eser bilmiyorum…”

Lenin Beethoven’in tutkusuyla özdeşleştirir kendini, o tutkuyla 1917 Ekim devrimine çelik iradesiyle yönelir. Neşenin ve insan sevgisinin gücüyle çalışır. İnsanlığa eserlerinde karamsarlığı ve nefreti gören sanatçıları öfkeyle eleştirir. Yazar H.G. Wells’ e söylediği gibi:

“Hayır Bay Wells, geleceğimiz bir dehşet, karamsarlık senfonisi olmayacaktır. Gelecek Beethoven’dir. Gelecek, tüm Afrika’daki, Hindistan’daki, Çin’deki ve insanlığı, elbette tüm insanlığı içine alan özgürlük hareketlerini aydınlatacak ateşi tutuşturmadadır… Bu Beethoven’dir…”

Tarihsel Bir Kişilik Olarak Beethoven 

Tarih kronolojik bilgi yığını değildir. Emeğin ve mücadelenin yaratıcı iradesinde şekillenen gerçekliktir. Düşünce ve davranışın diyalektik etkileşiminde oluşur. Tarihsel kişilikler ise somut/tarihsellik içinde, bireyin bilinci ve eyleminde oluşur. Zamanını bilen kendi yaşamını anlamlandırır. Beethoven kendi çağını bilerek yaşamış; kişisel ayrıcalıklara değil kendine görev biçmeye değer vermiştir.

“Kader denilen şeyi gırtlağından yakalamak istiyorum. Bu kader beni hiçbir zaman boyun eğmeye zorlayamayacaktır” inadıyla, özgürlük ideali uğruna mücadele ederek, kaderine boyun eğmedi. 5. Senfonisi’nde final bölümünü “Kader kapıyı işte böyle çalar” olarak adlandırması yaşam iradesinin sanatsal ifadeleridir.

Yaratıcılığı ile kendini insanlığa karşı görevli sayan Beethoven, karamsar olduğu ve hayat bunalımı içinde kaldığı bir devirde beliren yaşamına son vermek istedi. Fakat kuvveti, iradesi, mücadeleci ruhu, kararlılığı ile büyük bunalımlardan kurtulmayı başardı. İşitme engelli olduğu halde, sesleri içinden duyarak, insanlığa büyük eserler yarattı.  “İntihar etmeyi aklıma koymuştum. Yalnız sanat engelledi beni. Yaratmam gereken her şeyi oluşturmadan ölmeyi kendime yediremedim.”

Devrimciliği ve özgürlük ideali onun kişiliğinin tarihsel hamleleridir. Onun, 9. Senfoni’yi ilk kez icra ederken; “Şimdi müzik sonsuza dek değişiyor” deyişi sanattaki devrimci ruhunu göstermektedir. Beethoven, müzikte romantizm akımını başlatıp yeni bir çağı aralaması sebebiyle tarihsel bir kişiliktir.

Fransız devriminin evrensel değerlerini kendi ülkesi için (o dönemde Prusya, şimdi Almanya) idealleştirmiştir.

“Hakikate ermeden huzur bulamazsın” diyor Beethoven. Hakikat ki; kendini en iyi, en aşırı durumunda ortaya koyarmış. Beethoven da döneminin en aşırı, en devrimci dönüşüm yıllarında kendini hakikate adamıştır.

“Yalnızlık benim dinimdir” diyerek “zirve kişilik” hedefiyle sanatçılığını üretmiştir, dağ zirveleri gibi yalnızdır.

Yaratıcıdır Beethoven. Arkadaşı onun bu özelliğini “Yaratıcılık anında yüzü katı, gözleri dışarı fırlıyordu. Shakespeare’in kahramanlarına benziyordu, Kral Lear’a” diye tarif eder. Yalnızlığının gerilimi ve kasveti içinde yaratıcılığının neşesi insanlığa ulaşmıştır.

Zorluklarla dolu yaşamında işine ve insanlığa duyduğu sevgiyle yaşar. “Mutluluk bana yaramıyor. Beste yapmak için gelmişim ben dünyaya” diyerek o, acılı yaşamından pes edip; mutluluk peşinde koşan hedonist bir varlık olmamıştır. İşine bakan, tarihin kendine yüklediği misyonla çalışıp hedefine inatla, kararlılıkla yönelir. Önüne ne çıkarsa çıksın “yolunca” gider. İşte bu nedenlerle Beethoven tarihsel bir kişiliktir.

Beethoven, gelmiş geçmiş bestecilerin en büyüklerindendir, belki de en devrimcisi. Yenilikçiliğiyle, atılımlarıyla, kişiliğiyle, hırçınlığıyla, sırlarıyla, huzursuzluğu ve kavgalarıyla, derinliğiyle ve yaratıcılığıyla evrensel kültür dünyasının doruğuna yerleşmiş ulu bir çınardır.

Sonuç: 3.Senfoni ve 9. Senfoni’deki Sır 

Tarih, uzun akışında yenilikler yaşayarak, birikip sıçrayarak değişiyor gelişiyor. Olaylar olgular insanlığa yansıyışıyla “olumlu” ya da “olumsuz” anlamda değerlendirilebilecek yeni biçimlere bürünüyor. Beethoven’in kendi tarihine etkileri ve tepkilerine bakarak günümüze şöyle bir bakarsak, örneğin Beethoven doğumundan (1770) tam 100 yıl sonra 1870 yılında Eugène Pottier adında bir işçi şair Enternasyonal Marşı’nı yazmıştı. Şiir, Paris Komünü ruhuyla bestelenerek marş haline geldikten sonra tüm dünya işçilerinin ezilenlerin devrim ve özgürlük marşı oldu. Şiir tıpkı Beethoven’in kiliseye, prenslere, ayrıcalıklara karşı özgürlük ideali gibi, patronlara, ağalara, beylere karşı mücadeleyi yüceltiyordu.

Enternasyonal Marşı ve Paris komünü Beethoven’in neşesi, coşkusu olur muydu bilemeyiz. Ama “Neşeye Övgü” şiirine bestelediği 9. Senfoni’nin AB’nin marşı olarak kabul edilmesine karşı çıkması daha kuvvetli ihtimal görünüyor. Beethoven’in; kendilerine senfoninin barış, kardeşlik temasını kılıf ederek, onca savaşla halkları ezen, sömüren, bunu da insan hakları savunuculuğu adı altında gerçekleştiren emperyalist sömürü devletler bloğu olan AB’ye karşı olması kuvvetli bir ihtimal dâhilindedir.

Duymasa da Can Kulağıyla Dinleyen   

Beethoven, gelmiş geçmiş bestecilerin en büyüklerindendir, belki de en devrimcisi. Yenilikçiliğiyle, atılımlarıyla, kişiliğiyle, hırçınlığıyla, sırlarıyla, huzursuzluğu ve kavgalarıyla, derinliğiyle ve yaratıcılığıyla evrensel kültür dünyasının doruğuna yerleşmiş ulu bir çınardır.

O, müziğiyle acılı fırtınalı yaşamına dair “iç dökmedi”; insanlığın ortak değerlerini “içinde duydu”. Bireyseli evrensele bağlamak duyarlılığıyla onun “içini okudu”. İnsanlığı, onun acısını, neşesini özlemlerini duymasa da “can kulağıyla” dinledi.

Ona müziğin yaramaz çocuğu dediler; ama o çocukların yaratıcılığıyla, çocuklara özgü enerjiyle “neşeli bir şarkı” oldu dünyamıza. Âşık Veysel’in gönül gözüyle görüşü gibi, duymamasına rağmen “gönül kulağıyla” duydu.

Beethoven hep insanlık tarihinin senfonik melodisi olarak yaşayacak. Bilinçlerde, hayallerde ve kalplerde…