Klasik Müzik ve Beethoven – Gareth Jenkins

El Yazmaları’nın Notu: Klasik müzikte devrimci dönüşümlere yol açmış ve çağlar boyunca dinlenen çeşitli eserlere imza atmış büyük besteci Beethoven’ın 250. doğum yılı vesilesiyle hazırladığımız mini dosya kapsamında Gareth Jenkins’in yazısını Caner Malatya’nın çevirisiyle siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.

 

En büyük bestecilerden biri olan Ludwig van Beethoven’un doğumunun 250. yıl dönümündeyiz.  Beethoven’ın kalıcı bir güce sahip bestecilerden biri olması, onun yaratıcılığı ile büyüdüğü dünyayı saran toplumsal kargaşa arasındaki yakın ilişkiden kaynaklanıyor.

Beethoven, saray müzisyenlerinden[1]oluşan bir aileden geldi. 1792’de Habsburg İmparatorluğu’nun büyük sosyal ve kültürel merkezi olan Viyana’ya yerleşti.

Beethoven’ın sanatsal gelişimini belirleyen şey, Aydınlanma devriminin fikirlerinin, Fransız Devrimi’nde maddi ifadesini bulan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik fikirlerinin etkisiydi. Ayrıca 1792 yılı devrimin Ren nehrini geçtiği, devrim ordularının Avrupa boyunca uzun yürüyüşüne başladığı, tahtları ve hiyerarşileri devirdiği bir yıldı.

Beethoven’ın büyük öğretmeni Haydn’ı yarı feodal bir dalkavuk yapan himaye sistemi hâlâ güçlüydü, ancak Beethoven, virtüöz bir piyanist ve besteci olarak giderek bağımsız bir şekilde faaliyet gösterebiliyordu.

Devrimci fikirlerin yayılması Beethoven için, sosyal olarak kendisinden üstün olanlarla en azından kültürel olarak eşit olduğunu ve müzikal olarak kabul edilebilir olanın sınırlarını zorlayabileceğini hissetme güvenini vererek bir katalizör görevini gördü. Dehası aracılığıyla Avrupa’daki kralları ve prensleri yeni bir düzeni kabullenmeye zorlayan bir aykırı tip olan Napolyon’u da etkileyici buluyordu.

1800’lü yıllarda Beethoven’ın müziği, gelenekleri kırılma noktasına getirmeye başladı. Armonilerinde daha fazla renk ve cüret, ritimlerinde daha fazla heyecan vardı. Örnek olarak üçüncü senfonisi Eroica’nın sarsıcı uyumsuzluklarla dolu olan ilk bölümünü vermek en doğrusudur.

Beethoven başlangıçta senfoniyi Bonaparte’a ithaf etmeyi amaçlamıştı. Fakat Napolyon 1804’te kendisini imparator ilan ettiğinde, öfkeyle ithafını kazıdı.

İkinci bölümü, ölen bir kahramanın cenaze marşı olan senfoni, insanlığa ateşi ve medeniyeti getirmek için tanrılara meydan okuyan Yunan mitoloji kahramanı Prometheus’u kutlayarak sona erer.

Tek operası Fidelio ise bir kadının haksız yere hapsedilen kocasının serbest bırakılması için gösterdiği mücadeleyi göklere çıkartıyor. Mahkûmların korosu, bestelediği en etkileyici müzik parçalarından biridir.

Fakat Napolyon özgürlüğü ayaklar altına aldıysa, imparatorun 1815’teki yenilgisiyle daha da kötü olmuştu. Bu durum gerici bir dönemi başlattı. Özgürlük kirli bir kelime haline geldi. Beethoven’ın müziği biçim olarak devrimci olmayı bırakmadı – ama daha çok iç benliğin duygularını ifade etti.

1827’deki ölümünden sadece birkaç yıl önce bestelediği, son senfonisi olan dokuzuncu senfoni, gençliğindeki özlemlerinin müziğinde hâlâ sürdüğünü gösteriyordu. Beethoven bu sırada tamamen sağırdı. Aşktan dolayı da hayal kırıklığına uğramıştı. Geç dönem çalışmalarının karmaşıklığı genellikle karanlık ve çaresizlik hali ile tariflenmektedir.

Yine de bu alışılmadık eserin son bölümü (aslında senfonilerin enstrümantal olması gerekiyordu) bunu tersine çevirir. Bir şarkıcı, seyirciye bu karanlık havayı terk etmesini söylemek için araya girer. Sonra koro, birden “Neşeye Övgü”ye- özgürlüğün şifresi- başlar.

(Bu yazı Türkçeye El Yazmaları için Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinali için: https://socialistreview.org.uk/457/classical-music-beethoven )

 

[1]Bir prens, dük, kral, imparator veya çarın hizmetinde olan müzisyen. ç.n.