Beethoven: Müzikal Bir Devrimcinin Siyaseti – Thomas Gibbs

El Yazmaları’nın notu: Klasik müzikte devrimci dönüşümlere yol açmış ve çağlar boyunca dinlenen çeşitli eserlere imza atmış büyük besteci Beethoven’ın 250. doğum yılı vesilesiyle hazırladığımız mini dosya kapsamında Thomas Gibbs’in yazısını Caner Malatya’nın çevirisiyle siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Aralık 1944’te Churchill, Nazileri Yunanistan’dan püskürten komünistler önderliğindeki partizanlara karşı çıkmaya başladı. O sırada ateş hattında olanlardan biri, orada yüzünün yarısını kaybeden genç besteci (ve Yunan Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) üyesi) Iannis Xenakis’ti.

On yıllar sonra, artık en önde gelen müzikal devrimcilerinden biri olan Xenakis’in eserlerini toparlayan müzikolog Harry Halbreich onun müziğini şöyle tarif ediyor:

“Sert, huzursuz […] asla anekdot niteliğinde değil, asla duygusal değil, ancak en üst düzeyde manalı […] cesaretimizi arttırıyor: tüyler ürpertici bir enerji ustasının müziği…”

Ve bu tanımla, Xenakis’i yalnızca bir başkasıyla karşılaştırır – Beethoven ile.

Elbette Beethoven’ın devrimi farklıydı. Onun çağı üç büyük burjuva devrimini yaşıyordu: İngiltere’de Sanayi Devrimi, Fransa’da siyasi devrim ve Almanya’da felsefi devrim.

Ludwig van Beethoven, Aralık 1770’de Bonn’da doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, bu ayrıntı, aslında tam iki yıl sonra doğduğuna dair kendi inancının gölgesinde kalmıştır.

Genç Beethoven, babası hayal kırıklığına uğramasa da, bir Mozart değildi. Çok sıkı bir çalışmayla (büyük ölçüde sarhoş ve zorba biri olan babasının uyandırdığı öfkeden dolayı), kendi kendini istihdam edip çok kazançlı bir kariyere imza attı ve böylece aristokratların himaye ettiği saray müzisyenlerinin eski feodal dünyasından kaçmayı başardı.

Daima kendi efendisi olan besteci imtiyazı pek önemsemiyordu. Beethoven, ilk patronlarından biri olan prens Karl Lichnowsky’ye şunları yazdı:

“Prens, sen doğuştan kazandıklarınla sen oldun; ben ise kendimin eseriyim. “

İddialara göre, II. Franz’ın, “müzikte devrim niteliğinde bir şey” olduğu gerekçesiyle Beethoven ile ilgili olan herhangi bir şeyi reddediyordu. Ve bestecinin Goethe ile olan dostluğu, 1812’de parkta birlikte yürürlerken Beethoven’ın oradan geçen İmparatoriçe’yi küçümseyerek uzaklaşmasıyla aniden sona erdi.

Alman idealizminin dünyasına doğduysa da, Fransa’nın kendisini feodalizmden kurtarmaya yönelik maddi mücadelesinde ilhamını bulmuştu. Devrimci davanın ateşli bir destekçisi olarak Fransa’daki olayların gidişatını ve kıtadaki yankılarını, özellikle de Avusturya’nın önde gelen karşı-devrimci rolü oynamasından tiksinerek, hevesli bir şekilde takip etti.

Bu devrimci ruh, eserlerinin çoğunda yaşıyor. O, başka birçok kişi gibi, Napolyon’u devrimin savunucusu olarak gördü ve meşhur üçüncü senfonisini subaya adadı, fakat onun taç giyme töreni haberini alınca kızgın bir şekilde ithafını kaldırdı.

Beethovencu idefiks ise özgürlüktür. Tek operası Fidelio, yalnız bir kadının siyasi bir mahkûm olan kocasını bir İspanyol hapishanesinden kurtarışını anlatmaktadır (hikâyenin geçtiği yeri İspanya’daki rejime olan nefretini de içeren nedenlerle birlikte daha çok siyasi nedenlerle Fransa’dan İspanya’ya taşımıştır). 9. Senfoni’nin en önemli parçası haline gelen Schiller’in o kötü şöhretli sözleri de hayatlarına “neşeye bir övgü” olarak değil, “özgürlüğe bir övgü” olarak başlamıştır.

Birçok dinleyici için bu mücadele duygusu müzikten gelir ve nihayetinde onu bu kadar ilgi uyandırır kılan şey budur.

Beethoven’ın müziğiyle ilgili konuşmalara sıklıkla, insan olmanın ne anlama geldiğiyle ilgili konuşmalar eşlik ediyor. Ve onun ürünleri de çok insani bir sanatçıya ait. Bach veya Mozart’ta bulduğumuz zanaatkârlığın ruhani tutarlılığını Beethoven’da kesinlikle bulamıyoruz (Beethoven açıkça korkunç bir müzik yaptı – o kadar korkunç ki kendi başına bile kayda değerdi).

1802’de kardeşlerine, sağırlığının getirdiği intihar eğilimlerini anlatan bir mektup yazdı. Besteci, “Heiligenstadt Vasiyetnamesi” olarak bilinen bu mektupta, ölümle yüzleşerek şunları yazıyor:

“… beni alıkoyan tek şey sanat idi, üretmem için çağrıldığımı hissettiğim her şeyi üretene kadar dünyayı terk etmem imkansız görünüyordu bana …”

Bu sanat (ve bununla birlikte yaşamı) uğruna emek verme mücadelesi hiç azalmadı. Hayatının sonunda bile teknik alıştırmalara zaman ayırıyor, her zaman kendisinden daha fazlasını istiyordu.

Klasik Batı müziğinin tanımlayıcı bir özelliği varsa, o da üretilmiş bir yön duygusuna ihtiyaç duymasıdır. Yüzyıllar boyunca bu özellik, ahenksizlikleri “çözerek” ses ahengine ulaşmanın giderek karmaşıklaşan süreçleri yoluyla gelişti.

Bu bir yere kadar gidebilirdi ancak. 20. yüzyılın başlarında, müzikal romantizmin doruklarında, Arnold Schoenberg, müziğin eski hiyerarşilerden bağımsız olarak kendini yeniden inşa etmesi için tarihsel ihtiyaç olan “ahenksizlikleri özgürleştirmek” hakkında yazdı.

Romantizmin bu yeni çağında müziği ileri iten Beethoven’dı. Alman edebiyat sahnesinin Goethe ve Schiller’leri ile Fransız devrim şarkılarını bir araya getirerek Beethoven, müziğin nasıl olabileceğini göstererek onu tamamen değiştirmişti.

Pek çok kişi tarafından bu biçimsel geçişte bir dönüm noktası olarak kabul edilen 5. Senfoni, devrimin müziğine sinsice göndermelerle doludur.

Aslında küçük bir dedektiflik çalışması bizi doğrudan, öldürülen devrimci lider Jean-Paul Marat hakkında yazılan sözlere götürür:

“Cumhuriyet ve insan hakları için ölmeye elimizde kılıçla yemin ederiz.”

Beethoven 1827’de Viyana’da öldü. Şair Franz Grillparzer tarafından, bir asır sonra Lenin’in Mayakovski tarafından selamlandığı gibi selamlandı:

“Nitekim vardı, nitekim öldü, böylece zamanın sonuna kadar yaşayacak.”

Arkasında 9 senfoni, 5 piyano konçertosu, 16 yaylı dörtlüsü ve 32 piyano sonatını içeren devasa bir eser kataloğu bıraktı.

Elbette Beethoven “tüm kuralları çiğnemedi”. Yerleşik müzik formlarıyla çalıştı, ancak bu formların sınırları içinde başardığı şey mucizeden başka bir şey değildi. Ve belki daha da önemlisi, bununla 20. yüzyıldaki müziğin yeni keşfedilmiş özgürlüğünü sağlamasıdır.

Efsaneye göre, “Razumovsky” dörtlüsüyle ilgili bir şikayetle karşı karşıya kalan Beethoven, bu dörtlünün “daha ileri bir çağ için” olduğunu söyler. Doğumundan 250 yıl sonra haklı olduğunu görebiliyoruz. Herhangi bir gerçek devrimci gibi, geleceğe dair kehanette bulunmadı, onu inşa etti. Halbreich Xenakis’in Beethoven’a benzediğini söyleyişinden, bu devrimci ruhla inşa edilecek daha çok gelecek olduğunu hatırlayalım.

(Bu yazı Türkçeye El Yazmaları için Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinali için: https://www.counterfire.org/articles/history/21184-beethoven-the-politics-of-a-musical-revolutionary )