Şiddet, Faşizm ve Devlet Üçgeninde Kadınlar

Tüm bu baskı, şiddet, tehdit ve saldırı dalgası karşısında kadınlar, binyıllardır biriktirdikleri mücadele deneyimleri ve yeni dünyanın eskimeyen patriyarkal kapitalizmine karşı yüzyıllardır geliştirdikleri mücadele araçlarıyla ne diktatöryal otoriter rejimlere ne de faşist hareket düzlemlerine onay vermiyor, boyun eğmiyor. 

Devlet, toplumun ilkel-komünal üretim biçiminden ve üretim araçları üzerindeki ortak mülkiyet düzeninden çıkarak; “mülk sahipleri” ile mülksüzler, sömürenler ile sömürülenler diye çelişik menfaat kutuplarına ve buna bağlı olarak da uzlaşmaz sosyal sınıflara ayrışmasıyla belirmiş somut tarihsel ve toplumsal-sınıfsal bir olgudur.
Bu ayrışmada, üretim araçlarına sahip olanların tarafı, mülksüzlerin emekleri ile devşirdikleri ürünleri ya da yarattıkları değerleri gasp etmelerini sistemli bir zor kullanma aygıtı olan devletle kontrol ederek, söz konusu ilişkilerin devamlılığını sağlamaya çalışır.

Kapitalizmin egemeni finans-kapital, acil güncel ihtiyacı olan otoriter-totaliter bir polis rejimini inşa etme yolunda önemli taşlar döşedi. Öte yandan, 2007-8 de patlayıveren dünya krizinden beri sürüp gelen ekonomik krizle beraber ABD emperyalizminin dünya hâkimiyetindeki sarsıntısı da devam ediyor.

Ancak, ABD’nin güç yetersizliğinin oluşturduğu boşlukta oluşan hegemonya krizinin yarattığı savaş politikaları ve kapitalizmin yaratıp büyüttüğü işsizlik ve ekolojik krizin genişleyen çapı da, kapitalizmin krizine ciddi gerilimler yüklüyor. Pandemiyi de bu krizlere eklediğimizde tüm bu krizler kapitalist denklemi zorluyor, sarsıyor, sarsmaya devam ediyor. Halkların öfkesi devrimci bir enerjiye dönüşmedikçe, yaşanan çok yönlü sistemik kriz, toplumsal zeminlerde çürümeler yaratıyor ve insanlık değerlerinde ciddi gedikler açıyor.

Sermayenin Krizler Sarmalından Çıkış Serüvenindeki Durağı; Faşizm

1.Paylaşım Savaşı sonrasında oluşan atmosferde tutunma zemini bulan faşizm, Almanya, İtalya gibi Avrupa, Japonya gibi Avrupa dışı toplumlarda egemen devlet biçimi olmasının yanı sıra, kimi Avrupa toplumlarında da (Macaristan, Avusturya, Polonya vb.) etkin faşist hareketler seviyesine sıçrayabilmişti. İşte, şimdi 21.yüzyılda dünya savaşları düzlemindeki koşullara benzer hatta üstüne katlanıp büyüyerek devam eden “çok yönlü krizler sarmalı” içindeyiz.
Keskinleşen sınıf çelişkileri, sınıflar arası artan gelir-zenginlik uçurumu, yoksulluk (Dünya Bankası şimdi olanlara ek olarak 2022 sonuna kadar 150 milyon kişinin daha “aşırı” yoksullaşacağını vurguluyor), işsizlik, savaş, göç, iklim krizi…

Tüm bu çelişkiler ve yarattığı yıkıcı gerilimler, kapitalizmi geldiği aşamada yüksek çatışma eksenlerine yerleşmeyi göze alma, en gerici ve en zorba diktatörlük biçimlerini kurmaya zorluyor.

Dünyada artan faşist rejim kurma arayışlarında, Türkiye özelinde yaşanan devlet- şiddet ve kadın ilişkiselliğini ve yükselen kadın mücadelesi/feminist hareketin bu ilişkisellik içinde konumlanışını bir boyutuyla ortaya koymalıyız.

Yeni Dünyanın Neo-Faşizmi

Faşist hareketin radikalizminin popüler belirtisi, şiddettir. Faşizm, şiddeti en temel araç olarak benimser. Şiddet davaya/ülküye tavizsiz bağlılığın, davası dışındaki dünyayı yakmayı göze almanın ifadesidir. Şiddeti bir değer olarak içselleştirmenin devamında, savaş yüceltisi, militarizm, güce tapma vardır. Şiddet laf yerine “erkekçe” söylem demektir ve “süslü sözler” söylemeyen-söyleyemeyen basit adamın dosdoğru davranmasını yansıtır. Anti-entelektüalizm yapısı fiziki şiddetin yanı sıra, aşağılayıcı dilinde de kendini gösterir.[1]

Faşist hareket en kaba haliyle “erkek” bir harekettir. Erkek egemenliğinin en yalın saf halini içinde barındırır. Modern dünyaya uygun “modern” biçimlere bürünse de, kadınları kamusal alandan dışlamayı hedefler, anneliğe ve hizmetçi olarak eşliğe indirgenmiş bir kadınlığın propagandasını ateşli şekilde savunur.

Faşist ideoloji erkekliği yalınlık, parlaklık ve sınırları çizili “güçlü” bir benlik olarak kurar; kadınlığı ise, kaypaklık, tekinsizlik olarak ve akıcı, gevşek bir benlik olarak kurar. Entelektüellik de, aynı faşist anlayışa göre “kadınsıdır.”

2016’da Erdoğan’ın KADEM hizmet binasının açılışında yaptığı konuşmada sarf ettiği “Kadının iş hayatındaki konumu onun anneliğini asla geriye atmamalıdır. Çalışıyorum diye annelikten imtina eden bir kadın aslında kadınlığını inkâr ediyor demektir. Anneliği reddeden, evini çevirmekten imtina eden bir kadın iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun eksiktir, yarımdır” sözleri, 1930 büyük ekonomi bunalımının yaşandığı sıralarda kadınların çalıştıkları işlerinden ayrılmaları emrini veren İtalya’nın faşist lideri Benito Mussolini’nin sözlerini anımsatıyor.
O da kadının yarım olduğunu ifade ediyor, “kadın boyun eğmelidir” diyerek: “Bazı kadınların günümüzde, bazı ekonomik zorlukların baskısıyla, evinin dışında bir çalışma ara duruma düştüğünü biliyorum. Ama modern toplumda kadının gerçek yeri, geçmişte de olduğu gibi aile ocağıdır… Günümüzde makine ve kadın, işsizliğin iki büyük nedenidir…” saçmalıklarıyla yol almaya çalışıyordu.

Anne olan kadın ile olmayan kadın ayrımı konusunda ya da malum “üç çocuk” ısrarında da Erdoğan’ın akla getirdiği bir diğer isim faşist sosyolog Ferdinando Loffredo. Loffredo’ya göre, “ailede tam hiyerarşi kurulduğunda, yani anneler ve çocuklar ataerkil otoriteye bağlandıklarında ve devlete karşı ailenin sorumluluğunu ataerkil aile reisi yüklendiğinde, hiyerarşi prensibi aileyi aşacak, tüm topluma yayılacaktır. Bu bağlamda, “devletin güç ve kan hazinesini(doğum yapan kadın) yaratanları öne geçirmek için anne olan kadınlarla öbür kadınlar arasında bir hiyerarşi kurulmalıdır.” Böylece kadınlar devletin hizmetinde daha çok çocuk doğurmaya davet edilmektedir.[2]
II. Paylaşım Savaşı sırasında Almanya’nın Fransa’yı işgali sırasında işbirlikçi Fransız faşistlerinin sloganı da “İş, Aile, Vatan”dı. 7 Mart 1942’de “çocuk düşürenler ile bu suça ortak olanlar”ı ölüm cezasına çaptıran devlet söyleminin ya da “kürtaj cinayettir” diye dünyanın birçok ülkesinde yankılanan söylemlerin yabancısı değiliz. Loffredo’nun aileye ve karşılığında erkeklere biçtiği sorumluluk “kadın ve çocukların” ataerkil otoriteye bağlanması, sonucunda ailenin devlete karşı sorumluluğunun tüm topluma yayılması arzusudur.

Patriyarkal Kapitalizmin “İşbirlikçi Gerilimleri”

Ataerki, kapitalizmle tarihsel süreçte girdiği gerilimli ilişkide kapitalizmin gücüyle toplumsal alanı fethetmesi karşısında ataerkinin “pazarlık gücü” kısmen zora girse de; kapitalizm, ataerkinin kadını ikincilleştiren durumunu en verimli şekilde kullanma yolunda ilerledi.

İçinde yaşadığımız modern kapitalist patriyarkal toplumda piyasaya yönelik olarak sürdürülen mal üretimi toplumsal yaşamın belirleyici bir parçası. Bir diğeri ise, genel olarak insan soyunun ve vurgu yaparsak işçi sınıfının emek gücünün üretilmesi-yeniden üretilmesidir.

Kapitalist sistemde, işçi sınıfı kendisinin yeniden üretimini sermayenin denetimi ve desteği dışında sürdürebilen “özgür” emekçi olduğu koşullarda, karşılıksız ev emeği kapitalizmin tarihsel ön koşullarından birisi. Ve hali hazırda, “karşılıksız ev emeği” bu düzenin sınıflarıyla ideolojisiyle, kaynakları kullanma biçimiyle yeniden üretilmesinde belirleyici bir etken.[3]

Bu bağlamda, bizzat işçi sınıfının yeniden üretiminin merkezi de, bildiğimiz aile kurumudur.

Aile etrafında gelişen nüfus, kürtaj ve doğum kontrol yöntemi politikaları, dünyanın farklı coğrafyalarında yeniden gündemleşti. Eş zamanlı ilerleyen emek politikalarında da, iş gücüne katılan kadınların daha yoğun, esnek, ucuz ve güvencesizleşen sömürü çemberi içinde sıkıştırılarak katlanmış sömürü altına alınması normalleştirildi. Aynı zamanda, kapitalizmin her krizinde olduğu gibi, iş gücü piyasalarından dışarı doğru itilen milyonlarca işsiz kadın söz konusudur.

Tüm açtığımız başlıkların faşist hareket düzlemleriyle ilişkisi düşünüldüğünde, birbiriyle kesişen, birbirini doğuran, etkileyen ve yeniden kurgulayan ilişki biçimleri kadınların hayatını kâbusa çevirmiş durumda.
Dünyada farklı boyutlarıyla benzer süreçlerden geçiyor kadınlar. Türkiye açısından 2011 yılında muhafazakâr aile varlıklarının güçlendirilmesi yönünde önemli kurumsal hamleler atıldı. Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü kapatılarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulmasıyla başka bir sürece girmiş olduk. Bakanlığın öncülüğünde hızlıca geliştirilen “muhafazakâr aileye” dönüş hamleleriyle, çocuk ve yaşlılıkla ilgili düzenlemeler ardı arkasına devreye sokuldu. Evli, “bakıcı anne” güzellemeleri, rejime uygun kadınların sosyal yardım politikaları içinde aileye, kocaya ve devlete bağımlılığının ekonomik ve sosyal girdileri yapılıyor. Büyük ve yüce “devlet babanın” (Erdoğan’ın şahsında biçimlenerek) kutsanma hali, diyanetin etki alanının güçlendirilerek tüm sosyal politikalar, aile ve dolayısıyla toplumun biçimlenmesinde başat aktör rolüne oturtulmasıyla örgütlenmeye çalışılıyor.

Ancak, rejimin toplumsallaşması için bunlar da yeterli değil. Hukuksal süreçlere dair önemli değişimler hedeflendi. Kürtaj yasağı, müftülük yasası, bekçilik yasası, boşanmaların önlenmesi için meclis komisyonları, infaz paketi, arabuluculuk yasası, şimdi yeniden tartışılmaya açılan nafaka tasarısı, 6284 sayılı yasanın kaldırılması hamlesi, tüm diğer değişikliklerin önüne engel olan İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması hamleleri birbirinin peşi sıra geldi.
Erken yaşta evliliklerin meşruluğunun kazandırılması arzusuyla rejimin ana ihtiyaç hali olan çocuk ve kadın politikalarındaki dönüşümün zeminini güçlendirme isteği de, her fırsatta geçirilmeye çalışılan “çocuk istismarına yönelik suçların af yasa tasarısında” vücut buluyor.

Tüm bu hamlelerin bir kısmı baskıyla geçirilse de, uygulanmak istenen çoğu hamle de kadın hareketinin baskısıyla geri püskürtüldü.

Dikkat çekmek istediğim nokta; faşizmin kurumsallaştırılması hamlelerinde rejim için gerekli olan dönüşümün iktidar bloğuna ve devletin tüm kuruluşlarının işleyişine yerleştirilmesinde ciddi yol alındığı.
Devlet kademesindeki bu ilerleyişin tabanda vücut bulan yansımaları; artan kadın cinayetleri, her alanda günlük hayatın akışında belirgin olarak yaşanılan kadına şiddet, baskı, hukuksuzluk, cezasızlık, yasaların uygulanmaması, keyfilik, kaos, kargaşa… Aynı zamanda bireylerin bilincine işlenen korku, geleceksizlik, güvensizlik halleridir. Bunlar, yeni rejimin karakter özellikleri olarak okunabilir.

Faşizm ve Şiddet

Burada özel olarak vurgulanması gereken nokta, evet faşist rejimler zor kullanma aygıtlarında çıplak şiddeti yoğun olarak kullanma ihtiyacı duyar; ancak bunu yaparken de devletin rıza üretme araçlarını da kullanır. Kitlenin desteğini almaya ihtiyacı vardır.

Rejimlerinin toplumsallaşmaya, kitlelerce onaylanıp benimsenmeye ihtiyaç vardır. Kullandığı şiddetin meşruluğunu ve yaygınlığını kadına uygulanan heteroseksist erkek şiddetinden alır. Ama aynı zamanda toplumsal onay için kadınların desteğine de ihtiyaç duyar. Örneğin, Alman faşizminde Hitler, kadınlarca desteklenmişti. Faşist rejimlerin kurumsallaşabilmesi için, kadınların da rejime kanalize olması sağlanmalı, onayı alınmalıdır.

Yükselen Feminist Hareket

Ancak tüm bu baskı, şiddet, tehdit ve saldırı dalgası karşısında kadınlar, bin yıllardır biriktirdikleri mücadele deneyimleri ve yeni dünyanın eskimeyen patriyarkal kapitalizmine karşı yüzyıllardır geliştirdikleri mücadele araçlarıyla ne diktatöryal otoriter rejimlere ne de faşist hareketlere onay vermiyor, boyun eğmiyor. Tersinden ciddi bir direniş sergiliyor.

Dünyada kadın hareketi, en önemli antikapitalist direniş dinamiklerinden birisi. Türkiye’den Latin Amerika’ya, Polonya’dan Suriye’ye, Lübnan’dan Pakistan’a Suudi Arabistan’a kadar dünyanın dört bir yanında erkek devlet şiddetine karşı ayakta.

Kadınların isyancı ve antikapitalist mücadele dinamiğinin, ekoloji, LGBTİ+, gençlik gibi diğer antikapitalist dinamikleriyle yan yana geliş zeminlerine ihtiyacı var.

Ancak, işçi sınıfının devrimci yıkıcı ve yeniden kurucu rolünü “sahneye” dökecek olan sol özne boşluğunun bu ihtiyacı karşılamadığı durumda; sistem güçlerinin bin bir biçime bürünerek kadın hareketini restorasyon güçlerine eklemleyerek sisteme içermeye çalışacağını da vurgulamalıyız.

 

Kaynakça:

Faşizm ve Kapitalizm. A.Thalheimer ve A.Rosenberg. çev. Rona Serozan

 

Dipnotlar:

[1] Faşizmin Halleri, Tanıl Bora- Birikim Dergisi sayı 133, mayıs 2000.

[2] Faşizm ve kadınlar, Şirin Tekeli. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/8316

[3] https://www.sosyalistfeministkolektif.org/web-yazilari/feminizm/sosyalist-feminizm-kurtulus-perspektifimizin-neresinde-duruyor/