Hüda Kaya: Özgür Bir Türkiye’yi Hep Birlikte Gerçekleştirdiğimizde Hakikatler Güneş Gibi Ortaya Çıkacak

El Yazmaları’nın Notu: Halkların Demokratik Partisi(HDP) İstanbul Milletvekili Hüda Kaya ile Türkiye’deki siyasal atmosferi, HDP’ye yönelik saldırıları, Türkiye’de İslam ile solun ilişkisini ve HDP’nin, bütçe görüşmelerine yönelik öne çıkardığı ekonomik-sosyal talepleri konuştuğumuz röportajı siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunarız.

Bir süredir HDP’nin antifaşist blok çağrısı dillendiriliyordu. Geçtiğimiz haftalarda, bütçe görüşmelerine dair tartışma başladığında da Garo Paylan’ın çeşitli ekonomik ve sosyal talepler içeren bir talepler listesini kamuoyuyla paylaştığına tanık olduk. İyice hızlanan siyasal ortamda HDP ne yapmayı murat ediyor? 

Türkiye muhalefeti iktidar yapısı gibi aynı siyasi gelenekten gelen partiler gibi meclis içi veya dışı tüm muhalefet yapıları gibi onların sahip olduğu dinsel bir durum söz konusu.  Türkiye politik geleneği muhafazakârlığın, bir inancın, Sünniliğin ya da farklı ideolojilerin kendi içinde kapalı bir yapılanma konsepti ile bugüne kadar geldi.  Birbirlerine fazla temas edemediler.  Böyle bir ortamları olmadı. Aslında bunu hedeflemediler de.

HDP, özellikle 7 Haziran’dan bu zamana, mecliste yer aldığı andan bugüne,  Türkiye siyasetinde farklı bir yelpazenin açılmasına,  bir teneffüs ortamının oluşmasına vesile oldu.  Türkiyelileşme aslında tam da buydu.  HDP, tek bir etnik kimliğin değil,  tek bir inancın değil,  tek bir ideolojinin değil,  halkın tüm temsiliyetinin,  tüm renklerinin eşit ve özgür bir şekilde yan yana durabildiği,  birbirine dokunabildiği, birbirini dinleyebildiği, empati yapabildiği,  birlikte çalışabildiği,  bir deneyim ortamı oldu.  Türkiye için cidden çok büyük bir kazanım oldu bu.  Doğrusuyla yanlışıyla,  düşe kalka,  baştan sona dört dörtlük diyemeyeceğimiz bir şekilde,  emekleyen bir bebek gibi,  düşmelerimiz,  kalkmalarımız olduysa da,  ortaya koyduğu proje itibariyle tüm halkları kucaklayan sesi ile soluğuyla,  Türkiye’de farklı bir muhalefet ortamı açılmasını,  bir rüzgâr esmesini sağladı.

Bu, farklı çevreler tarafından da kısmen anlaşıldı.  Anlaşılmaya çalışıldı, empati yapılmaya çalışıldı. Heyecan uyandırdı.  7 Haziran sürecinde milliyetçiyim diyen,  MHP’liyim diyen, çok farklı çevrelerden çok farklı kesimlerden HDP’ye oy verenleri biliyoruz.  Bu anlamda HDP’nin yeni bir siyasal yapılanma noktasındaki bu zenginliği hem dikkat çekti hem de heyecanlandırdı.

Fakat 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden süreç içerisinde uygulanan özel korku projeleriyle,  patlamalarla,  telafisi mümkün olmayan kayıplarla, halk dizayn edilmeye çalışıldı.  Tam da bu projeye karşı halklar manipüle edildi.

Bir kez daha ortaya çıktı ki sistemin korktuğu yer tam da burasıydı. Sistem tek renk, tek dil, tek ırk, tek mezhep, tek inanç istiyordu. Sistemin varlığı,  mekanizması teklik üzerine kuruluydu. Çok sesli, çok renkli zengin temsiliyeti içeren yapılardan kokuyorlardı.  Haklı olarak ürktüler.  Çünkü kendi bekaları için HDP’nin varlığı büyük bir risk idi.  Ve o günden bugüne de çok büyük saldırılarla,  tutuklamalarla,  patlamalarla,  büyük acılarla, HDP’nin ortaya koyduğu muhalefet dalgasına saldırdılar.

Mesele sadece HDP değil,  parti değil. Eğer yalnızca parti olsaydı kapısına kilit vururlardı. Kapısına kilit vurmaktan daha ağır, mekanizmayı kilitleyici, korkutucu,  tam da bu perspektife teveccüh gösterecek kesimleri hedef alan,  onları dizayn edici,  uzaklaştırıcı,  mesafe koyucu bir pozisyona itme politikası güttüler.

Bunda kısmen başarılı oldular. Bunun geçmişe dönük birkaç muhasebesine dikkat çekmek gerekirse,  “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” ifadesi HDP’nin bugün siyasal linçe uğramasında, şu anda bugünkü dramları yaşamasına gelen basamaklardan bir tanesidir. Çünkü “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” adımıyla birlikte başlayan süreçte bugün üç yılı aşkın süredir önceki Eş Genel Başkanlarımız sayın Demirtaş ve Yüksekdağ ile vekillerimiz içerideler, zindandalar. Nedir suçları? Türkiyelileşme meselesi, tüm halklar için barış, huzur, sevgi, eşitlik, adalet istemek. Bizim bütün amacımız hep bu oldu. İlkelerimiz, programımız ortada.

Bu dalgayı kırmak istediler ve halklar nezdinde HDP’yi terörize ederek itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Bugüne gelinceye kadar yüzlerce basamaklık bir süreç yaşandı tabii ki. Üst üste kaç seçim atlattık. Muhalefet bloklarının farklı duruşlarına, çekincelerine, endişelerine rağmen HDP’nin ortaya koyduğu bir strateji, bir duruş oldu ve bunun sonuçlarına herkes şahit oldu.

Bugün geldiğimiz noktada yine malum muhalefet çevrelerinin HDP ile yan yana gelmekten korkan, endişe eden, terörize edilmekten, itham edilmekten, HDP’nin yaşadığı bedel ödeme süreçlerine maruz kalmaktan korkan, haklı olarak endişe eden çekinceleri devam etmekte.

Dolayısıyla biz ne sağ blokta ne de diğer muhalefet bloklarında yer almayan, yanına yaklaşılmasından her an korkulan, bir parti, bir halk, bir duruş içerisinde bulduk kendimizi. Bizim zaten var oluş sebebimiz, var oluşumuz gereği özgün bir ses olmamız gerekiyor. Çünkü gerçekliğimiz bu. Bizim herhangi bir yapıya, bloğa, kendimizi zorla eklemleme noktasında olmamız bize artı bir şey kazandırmayacak.

Halkımız zaten bu yaşadığımız süreçler içerisinde, yaşanan gerçekliklerden son derece mustarip ve incinmiş durumda. Dolayısıyla biz her halükarda kendi potansiyelimiz ile bir üçüncü yol olma azminden geri durmadan, kendi duruşumuzu ortaya koymak zorundayız. Çünkü bizim kendimize ait bir programımız, bir bakış açımız, bir perspektifimiz, bir mantalitemiz var, bir insanlık projemiz var.

Zaman zaman kamuoyuna yapılan açıklamalarla bu duruşumuz ifade edildi. En son yine eş başkanlarımızın yaptığı açıklamalarla muhalefete, muhalefet çevrelerine bir çağrıda bulunuldu. Bu çağrı her zaman yapılıyor. Hepimiz yıllardır, sürekli yapmaya devam ettik. Kaçınılmaz olarak bu çağrı muhalefet tarafından görülmek zorunda, görülmeli. Eğer gerçekten AKP iktidarına karşı ciddi bir muhalefet, samimi bir çaba ortaya koyma çabasındaysak bizim muhalefetin sesini güçlendirebilecek, dayanışmasını büyütecek adımlar atmamız kaçınılmaz. HDP de bunun davetini yapıyor. Bu davete icabet edildiği zaman iktidarın zulmüne, tekçi politikalarına karşı daha güçlü sonuçlar alacağız.

Garo vekilimizin yaptığı ekonomi politik açıklaması vardı. Biliyorsunuz 2020’nin sonlarına doğru geliyoruz. Meclisteki en ağırlıklı gündem konusu, Türkiye’nin de gündem konusu, bütçe görüşmeleri oluyor. Her sene olduğu gibi maalesef ki bu seneki bütçenin de halkın yaşam standardını yükselten, halkın yaşam güvencesini geliştiren, yaşam umutlarını arttıran, eğitimin kalitesini arttıran, insanların geçim derdini sonlandıracak projelere adım atmaktan yana olmaktan uzak.

Bugüne kadarki bütçeler tam birer israftı, savaş bütçeleri oldular. Yine yapılacak olan yüksek güvenlikli bütçeler, savaşa ayrılan bütçeler, özellikle Diyanet üzerinden insanların manipüle edilmesi üzerine oturan projelerin, Diyanet’in on civarında bakanlığın bütçesini katlayan bir bütçeye sahip olması gerçekliği var ortada. Korkunç bir israf bütçesi söz konusu aynı zamanda. Örtülü ödeneklerin haddi hesabı yok.

Dolayısıyla bizler HDP olarak yıllardır zaten seçimlerde, konuşmalarımızda, kadın politikaları noktasında, işsizler emekçiler noktasında, tarım politikaları noktasında ve her fırsatta toplumun her kesimine dokunacak projelerimizi ifade edegeldik.

Evdeki kadınların sağlık, güvence ve emeklilik haklarına sahip olabilecekleri projelerimizi hep açıkladık zaten şimdiye kadar. Gençlerimiz için de, askerlik yapan yapmayandan tutun, iş sahibi ya da işsiz olanlara, çiftçilere ve tarım politikalarına değin bugüne kadar var olan projelerimizin, bugünkü AKP iktidarının bütün o alanlarda çökerten yanlış politikalarının karşısında gündem edilmesi elbette çok önemliydi. Garo vekilimizin bu anlamda kendisinin yoğunlaştığı bütçe ve plan çalışma komisyonundaki çalışmaları da olmak üzere meclisteki ve meclis dışındaki ekonomik projeler noktasında iftihar edeceğimiz güzel çalışmalarından bir tanesi oldu bu.

Hatırlatma babında, şu cümlelerle toparlamak isterim: HDP’nin politikaları noktasında zaman zaman bizler de dâhil olmak üzere, etraftan da pek çok sitemler, eleştiriler geliyor. “HDP sadece etnik politika konusunda mücadele ediyor” deniyor.

Belki zaman zaman hani, bedenimizde hangi organımız acırsa canımız orada olur misali, toplumsal yaralarımız neredeyse bu konuda sesler yükseldiğinde, mevcut olan sansürlü medya gündeminde zannediliyor ki bizler sadece bir gündem üzerinde politika üretiyoruz. Hayır, insan hakları, tarım politikaları, emekçilerin hakları, ekonomik projeler noktasında, etnik kimliklerin gasp edilen hakları noktasında toplumun her kesiminde, kadın hakları, gençlerin yaşadıkları sorunlar, taciz şiddet, tecavüz, ölümlerin yaşandığı durumlarda, düşünce ve ifade özgürlüğünün katledildiği ortamda, yaşanan bu zulümler doğrultusunda bazı alanlarda yoğunlaşmış söylemlerimiz dikkati çekebiliyor doğal olarak.

Fakat bu, bizim gelecekteki Türkiye toplumunu tüm alanlarda inşa edecek bir projemizin olmadığı manasına gelmez. Her alanda komisyonlarımız, meclislerimiz, çalışmalarımız devam ediyor. Yılbaşına kadar olan süreç içerisinde de bütçe konusundaki çalışmalarımızın kamuoyu tarafından daha fazla görüleceğini sanıyorum.

Sözlerinizin başında Türkiye’de toplumun çeşitli kimliklerle, etnik kimlikler olsun; dinsel kimlikler olsun bölündüğünü söylemiştiniz. Şimdi Türkiye’de tarihsel olarak bir tane ana kamplaşma var. Bir yanda modernist laikçi elit diyebileceğimiz bir egemen blok, diğer tarafta İslami egemen blok. Bunlar arasında çok uzun bir süredir devam eden bir mücadele, bir iktidar çatışması var. Sosyalist solun da bu çatışmaya zaman zaman taraf olduğuna tanık oluyoruz. Sizce İslam’ın bu coğrafyadaki gerçekliğini gören bir sosyalist hareket neleri önüne koymalı? Nelere dikkat etmeli? 

Son yıllarda Türkiye kamuoyunda İslam ve sol ilişkisi daha bir irdelenir oldu. Özellikle sorgulayan, muhalif İslami düşünceye sahip olan çevreler ve demokratik, özgürlükçü sol çevrelerin daha ortak alanlarda buluşabildiğini, ortaklaşabildiğini görüyoruz. Adaletse adalet, bunu hepimiz istiyoruz.

Özgürlük, eşitlik, barış, bunlar belki ideolojik anlamda bir söylem gibi bir tarafın kabul ettiği değerler, evrensel değerler gibi görülüyorsa da aslında bu değerler tüm dinlerin, sadece Kur’an’ın değil, diğer inançların da en temel değerleri. Barış için mücadele etmek aslında ibadetin kendisi. Maalesef ki Kur’an’ın elçilerinin toplumsal barış, huzur, eşitlik, özgürlük noktasındaki mücadelelerinin başına tıpkı Muhammed’den önceki peygamberlerin mücadelelerinin başına gelenler geldi.

Muhammed’den sonra İslam’ın da başına geldi. İslam bir devlet dini, bir sistem dini haline getirilerek toplumları manipüle edecek ve kontrol edecek bir araç olarak kullanılageldi. Bir egemenliğin egemen dini haline getirildi. Ve Muhammed’den sonraki süreçleri tekrar etmeye gerek yok. Oluşan imparatorluk süreçleri içerisinde zulüm yönetimlerine dönüşmüş saltanatların halkları kontrol eden bir mekanizması olarak gerçekleşti yüzyıllar boyunca.

Fakat Kur’an’i çizgideki Müslümanlar peygamberden sonra oluşan bu İslamcı egemenci ve eril, diğer bir ifadeyle de aslında Yezidçi, Emevici dinci geleneği toptan reddederek Kur’an’ın kutsal mesajları, temel ilkeleri olan toplumların barış, adalet, özgürlük, eşitlik ortamında huzurlu yaşamalarının esas alınması noktasında kendilerini bulduklarında diğer sol dinamiklerle ortaklaşabildiklerini gördüler.

Fakat nasıl ki İslam deyince, İslam dünyasındaki pratikleri dikkate aldığımızda, bin bir çeşit renk ve pratik görüyorsak, yorum görüyorsak aynı şey sol ve sosyalizm için de geçerli. Yani bakarsanız bir Kaddafi sosyalizmi mi,  bir Saddam sosyalizmi mi, bir Çin sosyalizmi mi, bir Kore sosyalizmi mi, bir Enver Hoca sosyalizmi mi, bir Lenin bir Troçki mi?

İnançlar söz konusu olduğunda kafa kesen kol kesen cariyeci, köleci, ganimetçi yorumu esas alıp, “Din budur işte, İslam budur” diye kolaylıkla itham edebilmeyi kendilerinde hak gören bazı malum sol ve kendilerine sosyalist diyen çevreler “İslam aslında budur başka gerçek İslam niye arıyorsunuz ki? Kaç çeşit İslam var?” diye istihza edenler aynı şekilde bunu sol ve sosyalizm için de düşünebilirler.

Bu, tüm ideolojiler için, tüm inançlar için böyledir. Çünkü ben eğer bir kitabı okuyup kendimce çıkarımlarda bulunuyor, yorumlayabiliyorsam benim yanımda bir başkası da kendince çıkarımlarda bulunur ve yorumlar yapabilir ve kendince bir pratik ortaya koyar. Dolayısıyla her insan kadar yorum vardır. Bir ideolojinin düşünen her insan kadar farklı pratiği vardır, bir inancın farklı pratiği vardır. Bu, bugünkü ideolojiler için de geçerlidir, inançlar için de geçerlidir ama temel esaslar önemlidir.

O temel esaslarda bizler, tüm insanların inançlarda karşılığı olduğu gibi ‘’tarağın dişleri gibi eşit’’ olduğunu kabul etmede birleşiyor muyuz? Özgürlüğün; adaletin, huzurun, eşitliğin hepimiz için olması gerektiğine inanıyor muyuz? Buna kimisi inanç der kimisi ideoloji der ama temelde hepimiz birleşiyoruz bunda.

Bu evrensel temel değerler önemlidir, hepimizi buluşturması gerekenler bunlardır, buluşturan da bunlardır zaten. Dolayısıyla aslında yanılgı hep şu olmuştur: Bugün AKP iktidarının muhafazakâr rövanşist pratiğinin sonuçlarından ne kadar şikâyetçiysek, hepimiz ne kadar muzdaripsek aslında biz AKP öncesi 28 Şubat’ın sekülerist laikçi sistem uygulamasının politikasının sonuçlarını da eleştirebilmeli ve değerlendirmeliyiz. Biz AKP öncesini eleştirebildiğimiz oranda, AKP iktidarının yaptığı bu rövanşist yaklaşımların ne demek olduğunu anlarız.

O zaman ifrat ve tefrit dediğimiz, kuzey ve güney kutupları gibi uçlara, aşırıya gitmekten kendimizi korur ve daha sağlıklı yol alabiliriz. Daha sağlıklı çıkarımlarda bulunabiliriz, tahlil edebiliriz. Ne kadar sağlıklı tahlil edebilirsek sonuçlarını daha sağlıklı ortaya çıkarırız ve sorunları çözmede de başarıya ulaşabiliriz. Türkiye’de maalesef sistem içerisinde AKP öncesi iktidarlar döneminde de sistemin o katı, laikçi, sekülerist dayatmacı politikalarının sonucudur bugünkü AKP uygulamaları.

Bizler yarın AKP gittikten sonrasında da AKP döneminde yaşanan yanılgılara düşmemek için bugünden bunun tedbirlerini almalıyız ve hazırlıklı olmalıyız. Bu ne demektir? Bu, kısır bir döngüye dönüştürmeyecek politikalar üretmektir. Sekülerler gelsin diğer kesime dayatma yapsın, muhafazakârlar gelsin öbür tarafa dayatmalar yapsın, özel yaşama müdahale etsin, özel alan bırakmasın. “İnsanların her tür özel alanına müdahale hakkı vardır” gibi bir anlayışa karşı bugün özellikle demokratik özgürlükçü muhalif çevreler bu anlamda bir araya gelirken AKP sonrası Türkiye’yi yönetme projeleri çerçevesinde ortaklaşırken altını kırmızı çizgilerle çizilmesi, dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi de bu olmalıdır.

Biz bugün bakın daha AKP varken bile, bugün bile toplumun farklı alanlarında ve noktalarında bu tepkilerle karşılaşıyoruz. Yani bugün siz başörtülüyseniz bazı çevrelerde otomatikman başörtülü eşittir AKP’li gibi algılanarak size tepki gösterilebiliyor. Bu anlamda şekilcilikten öte, nasıl ki dincilerin şekilciliğinden şikâyet ediyorsak, sekülerist şekilciliğe de dikkat çekerek daha insanca, daha özgürlükçü, önyargısız bir muhalefet oluşturarak geleceğin Türkiye toplumunu inşa etme noktasında sağlıklı yol alabilecek çalışmalar ortaya koymak zorundayız. Eğer bunu yapmazsak, yapamazsak bundan önceki iktidarlar süreçlerinde yaşandığı gibi bu kısır döngü yaşanmaya devam edecek.

Tam da İslamiyet ve sol demişken Müslümanlık üzerinden siyasallaşma biçimlerine baktığımız zaman çok büyük oranda sağ, aşırı sağ hatta bazen az önce bahsettiğiniz yorum şeklinde gerçekleşebiliyor. Sizce halkçı demokratik bir İslam yorumu mümkün mü? Ve de gerekli mi?  

Bu tabii sadece İslam için değil, biraz önce de ifade ettiğim gibi, diğer tür inançlarda da, mezhebi anlayışlarda da, ideolojilerde de daha özgürlükçü daha insanca bir yol ve yöntem bulmada artık Türkiye zaman kaybetmemelidir.

Türkiye halklarının artık bundan daha ağır bedel ödeyecek “lüksü” kalmamıştır. Bu sadece İslami düşünceye sahip olanlar için söz konusu değil elbette. Ben daha önce bazı konuşmalarımda da ifade etmiştim, bir kez daha burada ifade edeyim. Sadece dinci yobazlar yoktur, sadece Sünni yobazlar yoktur. Seküler yobazlar vardır, ideolojik yobazlar vardır, bağnazlar vardır, gericiler vardır. Sadece dinci ganimetçiler yoktur, cariyeciler tecavüzcüler yoktur. Sekülerist, bağnaz, yobaz, fetihçi, ganimetçi ideolojilere sahip olanlar da vardır. Ve Türkiye politik tarihi toplum tarihi de bunu ortaya koymaktadır.

6-7 Eylül hadiseleri de tam da sekülerist bağnazlığın nasıl da tecavüzcü, ganimetçi, fetihçi dinamiklerinin bilinçaltının ortaya çıkardığı olaylar olarak capcanlı hafızamızdadır. Dolayısıyla dinci ve gerici, bağnaz ve yobaz deyince sadece dinciler akla gelmemeli, sekülerist ideolojik yobaz ve gericiler de akla gelmelidir. Onun için altını çizerek tekrar tekrar ifade ediyorum, insanca ve özgürlükçü, demokratik bir anlayış çerçevesinde bir toplumu oluşturma noktasında artık daha fazla geç kalmamalıyız.

Bu anlamda HDP tabanı üzerine bizim 7 Haziran’dan bu zamana yaptığımız hem anketlerde hem de tabanımızda bildiğimiz, şahit olduğumuz gerçeklikler üzerinden ifade etmem gerekirse, HDP’ye oy verenlerin yüzde 85’inden fazlası dindar ve muhafazakârdır. Ama hepsi demokratik bir Türkiye, özgürlük ve barış, eşitlik ve huzur isteme noktasında büyük bedeller ödüyorlar ve ödemeye devam ediyorlar.

İşte Türkiye gerçekliği bu olmalı. Gerçeklik bu. Hem dindar hem de özgürlük isteyen, demokratik Türkiye isteyen, eşitlik isteyen, adalet isteyen, barış isteyen siyasi proje tam da bu. Neden olmasın? Türkiye için bunlar ütopik bir gelecek değil. Bunlar bir gerçeklik ve HDP ile de bu somut bir şekilde ortaya konulmuş bir durumdadır ve bugün çok ağır bir sansür ve siyasal linç ile karşı karşıya kalmış olmamızdan dolayı bizim ortaya koyduğumuz bu halk gerçekliğimiz, perspektifimiz maalesef ki Türkiye’nin geneli tarafından anlaşılmamıştır, tanınmamıştır, duyulmamıştır.

Halkımızın bilgi edinme hakkı ağır sansürlerle elinden alınmıştır. Fakat şeffaf seçimler ve sansürsüz, özgür, şeffaf bir toplum gerçekliğinde her şey ortaya çıkacaktır ve halklar huzurun farkına varacaktır. Eşitliğin, barışın farkına varacaktır. Hiç kimse evladının tabutunu görmek istemez. Hiç kimse kan dökülmesini istemez. Biz yıllardır bunu ifade etmeye çalışıyoruz. Ne asker, ne polis, ne genç, ne kadın, ne erkek, ne yaşlı, ne genç ölmesin istiyoruz. Kan dökülmesin, bu toplum artık acı çekmesin istiyoruz.

Fakat bizim bu sözlerimizin topluma ulaşmasını engellediler ve ondan dolayı bizler olmadan, tek bir HDP’li olmadan aylardır, yıllardır kanallarda bizleri tartışıyorlar, bizleri terörize ediyorlar, bizleri hedef gösteriyorlar. Fakat bizler konuştuğumuzda, bizleri insanlar dinlediğinde elbette ki gerçeklerin farkına varacaklar, varıyorlar da. Özgür bir Türkiye’yi hep birlikte gerçekleştirdiğimizde hakikatler güneş gibi ortaya çıkacak.