Çocuk Hakları Aktivistleri: Çocuk Hakları Hareketini Birlikte Yükseltelim-2

El Yazmaları’nın Notu: 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü kapsamında hazırladığımız dosya içerisinde, çocuk haklarını dert edinip bu alanda çalışmalar yapan Esin Koman, Emrah Kırımsoy ve Sevinç Koçak ile gerçekleştirdiğimiz yuvarlak masa söyleşisinin ikinci bölümünü okuyucularımızın ilgisine sunarız.

 

Biraz da çocuk haklarını açalım isterseniz. Nedir çocuk hakları dediğimiz şeyler? Hepsini konuşmak mümkün olmayacaktır elbette ama kimi şeyleri önceleyebiliriz sanıyorum. Genel bir çerçeve içerisinde çocuk haklarını savunduğumuzda aslında neyi savunmuş oluruz?

Esin: Bir önceki soruya referans vererek sözleşmeyle çocuk haklarını bağlamaya çalışacağım. Hak meselesi birey ve devlet arasındaki bir ilişki biçimini ortaya koyar diye düşünüyorum… Burada, sözleşmelerin sağladığı hakların hayata nasıl geçtiğine bakmak için devletin bireye nasıl yaklaştığına bakmak gerekir. Oradaki ilişki biçimi önemli. İnsan hakları meselesi ya da çocuğun insan hakları meselesine, biz bu noktadan da bakmalıyız. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin sağladığı hakların hayata nasıl geçtiğini ya da uygulandığını anlamak için devletlerin çocuk algısına bakmak gerek. Yani nasıl bir bakış açısı var? Böyle bir sözleşmenin varlığı devleti neden zorluyor? Yaptırımı yok ama bir niyet meselesi var orada. İlkesel ve değersel bir mesele var aslında. İmzayı atan her devletin bir yükümlülüğü var, bir sorumluluğu var aslında. Her şeyi ona göre düzenlemesi gerekiyor. Bizlerin beklentisi bu çerçeve oluyor olmalı… Ama işte insan hakları hareketinin içinde hak ihlallerini önlemeye çalıştığımız noktada en çok çarptığımız nokta bu.

Devletlerin bireye nasıl baktığı, devletlerin çocukla nasıl bir ilişki biçimi kurduğu… Aslında destekleyici ve koruyucu durumumuzun olması böyle bir şey. Devlet çocuğu yok sayan, ötekileştiren, ayrıştıran, zavallı gibi gören, deneyimini hiçe sayan, kimi zaman çok masum, kimi zaman melek, kimi zaman terörist gibi gören bir algıya sahip. O algılarla birlikte hareket ediyor. Hak meselesini de buradan algılıyor zaten. Bir hak talebinde bulunacaksa çocuk, devletin çocuğa bakışıyla, bakış açısıyla, oradaki teolojisiyle ilgili oluyor. Aslında bu sözleşmeler hepsini ortadan kaldırıp, bir insana nasıl bakılması, birey olarak nasıl kabul edilmesi gerektiğinin de altını çiziyor bize. Devletlerin farklılaşması, ideolojilerin farklılaşmasını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Temelde bir değerde buluşturmaya çalışıyor. Sözleşmeye göre çocuk bireydir. Kendisinin hakları ve özgürlükleri vardır. Karar verebilir, katılım hakkı vardır. Gelişimini tamamlama ve temel hak olarak yaşama hakkı vardır. Hakların gerçekleşebilmesi devletin nasıl baktığıyla ilgili oluyor. O yüzden bu tip sözleşmeler, mekanizmalar, bir araya gelmeler kıymetlidir. İyi olma niyetleriyle, iyileştirme niyetleriyle ilgili bir şey. Niyet ortadan kalktığında tabi ki sözleşmenin öngördükleri çöküyor ve hak ihlaliyle karşı karşıya kalıyoruz. O yüzden burada bakmamız gereken şeylerden bir tanesi de devletin çocukla nasıl bir ilişki kurduğu. Devlet gücünü kullanır. Gücünü kullanabildiği birey üzerinden, çocuk üzerinden her şeyi yapabilir kılar kendini… Önce var sayıyorsun, biraz sonra arkanı dönüp yok sayıyorsun. Anadilinde eğitim hakkına hayır diyorsun ama imzaladığın bir sözleşme var. Bu devletlerin ideolojisiyle, politik duruşunla ilgili bir sorun. Oysa her çocuğa eğitim hakkını, kültürüne, diline, dinine saygı duyarak, insan haklarının sağladığı koşullar çerçevesinde eşit bir şekilde sağlamak zorundasın. Devletten beklediğimiz o. Bunu yapamadığı zaman aslında hak ihlalleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Bizlerin devletlere hakların gerçekleşmesi, haklara saygı duyulması, hakların korunmasıyla ilgili baskı yapmamız gerekiyor. Devletlerin haklarla ilgili üç görevi var: Saygı duyacak, koruyacak ve sorumluluklarını yerine getirecek. O hakların sağlanması, işlemesi için sorumluluğu neyse onu yerine getirmesi gerekiyor. O yüzden çocuğun iyi bir yaşam sürebilmesi için, her şey çocuğun hakkıdır, diyoruz. Kendisini rahat ifade edebilmesi için, özgürlüklerini yaşayabilmesi için… Bunlarla ilgili her şey çocuğun hakkıdır. İnsanın sahip olduğu tüm hakları çocuklar için de geçerli.

Emrah: Çocukların haklarını eğitim hakkı, sağlık hakkı gibi kategorize etmeden önce aslında, çocuk haklarının insan hakları olduklarını, insan haklarının çocuklar için özel gerektirdikleridir diye vurgulamamız gerekir. Çocuk hakları bir çocuğun kendini gerçekleştirmesi, yapabilir hale gelmesi için ona borçlu olunan muamele olarak tanımlanabilir. Yani çocuğun kendini gerçekleştirebilmesi ve yapabilir olması için haklarının verilmesi, yapıp gerçekleştirebilmesi için kendisine alan açılması gibi pek çok denklem var. Bunlar çocuk hakları tanımlamalarını oluşturuyor. Bunu eğitim, sağlık veya sosyal hizmet gibi sınıflamaya başlayınca sanki bunlar ayrı ayrı özellikleri varmış gibi anlaşılıyor. Ama hepsi bir bütün. Bütün haklar birbirleriyle ilişkili. O yüzden spesifik olarak hak tanımlamalarına girdiğimizde bazen bütüncül bakmayı gözden kaçırabiliyoruz. Bir kere bir bütün olarak bakmaya devam etmek gerekiyor. Mesela biz eğitim hakkıyla ilgili bir şeyden bahsederken aslında çocuğun sadece okula gitmesi, oradaki derslere erişmesi falan değil, çocuğun insan haklarıyla ilgili değerleri, bir arada yaşamayla ilgili vs. o değerleri alabileceği bir eğitim sisteminin mevcudiyetinden, erişilebilirliğinden, kabul edilebilirliğinden bahsediyoruz. Burada Milli Eğitim Bakanlığı’nın verdiği şablondan öte, Türkiye’nin çekince koyduğu 17.maddedeki eğitim hakkı konusundaki çerçeveyle ilgili bir şeyden bahsediyoruz. Bunları böyle daha geniş kapsamlı düşünmekte fayda var.

Bir de Esin’in devletin hakları yerine getirme, gerçekleştirme vurgusunu yaparken devletin tanımladığımız iki tane yükümlülüğü var. Bir negatif yükümlülüğü bir de pozitif yükümlülüğü. Negatif yükümlülük derken çocuğun haklarını bir kere kabul etmek ve onlara müdahale etmemek, negatif hakların içerisine dokunmamak gibi bir görevi var. Mesela sen hiçbir çocuğun yaşamına son vermeyeceksin. Yargısız infaz olmayacak, çatışmalar olmayacak vs. bu alanı negatif yükümlülükler belirliyor. Çocuğun ifadelerini açıklamasına müdahale etmeyeceksin, önlemeyeceksin ya da herhangi bir şekilde kurgulamayacaksın. Bu zaten hakkı ve onu icra edebilmesine ortam hazırlayacaksın. Yani devletin burada o hakka karşı hareket etmemesi gerekiyor.

Pozitif yükümlülüklerinde de ihlalle karşılaşmaması için önlem alması gerekiyor. Mesela ev içerisinde şiddete uğramamasıyla ilişkili. İşte trafikte giderken herhangi bir şekilde kaza görmemesi, iş kazası nedeniyle yaşamını kaybetmemesi gibi hakkın ihlal edilmemesiyle ilişkili önleme yükümlülüğüne atıfta bulunan yükümlülükler var. Bu da önemli bazı şeyleri irdelerken. Çünkü mesela bazen ev içi şiddet örneğinden verelim. Devlet aklı kimi zaman “işte aile içi meseledir” diyerekten kendini dışarıda tutuyor. Öyle bir lüksü yok ne yazık ki. İyi ki öyle bir lüksü yok. Yani aile ve ev içerisinde bir şiddet varsa tabi ki o şiddeti durdurmaya, önlemeye, bir daha tekrar etmemeye ilişkili mekanizma üretmek zorunda. İşte bu aile içi mevzudur diyerekten geçiştirmesi mümkün değil.

Sevinç: Esin tam da şundan bahsetti ya; devlet işine geldiğinde aslında çocuk olarak tanımlıyor; işine gelmediğinde de bir anda yetişkin sorumluluğu atfedebiliyor çocuğa. Örneğin oy kullanmaya gelince on sekiz yaşının altındaki herkes çocuk olabiliyor. Ehliyet almak, alkollü mekânda bulunmak ya da bakkaldan sigara almak söz konusu olduğunda on sekiz yaşının altındaki herkes çocuk. Ama on beş yaşındaki bir çocuk evlendirildiğinde bir anda yetişkin olabiliyor, çocuk yetiştirme sorumluluğu taşıyabiliyor örneğin. Ya da çalışmak zorunda kalan çocuklar, çocuk işçiler bir anda yetişkin sorumluluğu taşıyabiliyor. Yasalar gözünde de devletin gözünde de yetişkin oluyor.

Çocuk bir suça dâhil olduğunda bir yetişkin gibi cezalandırılıyor. Oysa çocuk hakları temelde şunu söylüyor. Bir çocuk suça dahil olduğunda devletin yapması gereken şey o suçu çocuğun yaşamında ortaya çıkartan koşulları düzenlemek, değiştirmek ve çocuğun içinde bulunduğu koşulların kendisini iyileştirmektir. Oysa devlet ne yapıyor? Çocuğu bir yetişkin gibi cezalandırıyor ve hapse tıkıyor. Evlilik, yetişkinlere ait bir ilişki biçimi ve sorumluluk alanı. Bir çocuğun üstlenebileceği bir sorumluluğu barındırmıyor. Ama bir çocuk evlendirildiği andan itibaren yasalar önünde yetişkin oluyor bir anda.

Aslında sözleşmenin de eksiklikleri var bununla ilgili. Sözleşmede çocuğu tanımlarken “kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu” gibi bir ayrım var. Düzenlenmesi ve gözden geçirilmesi gereken yanlarından biri de burası mesela sözleşmenin. Yani sıfır on sekiz yaş aralığındaki herkes çocuktur tanımı pratik hayatın içerisinde uygulanılabilirliğini kaybediyor. Çünkü pratik hayatın içerisinde ihtiyaç duyulduğu andan itibaren çocuklar yetişkin olarak görülebiliyor ve bütün yasal düzenlemeler de buna uygun hale getirilmiş. Devlet politik bir yaklaşım olarak çocuğa çocuk gözüyle bakmamaya ve bu duruma uygun politik argüman üretmeye ve politik önlem almaya başlıyor. Örneğin geçmişte taş atan çocuklar diyebildiğimiz çocukların cezalandırılması sürecini hepimiz biliyoruz. Hapishanelerdeki çocuklara tutum ve davranışları da biliyoruz. Burada sosyal hayatın içerisinde çocuğun kendi ihtiyaçları temelinde konumlandırılması ve buna uygun olarak politikalar üretilmesi değil, devletin politikalarına göre çocuğun durduğu yerin konumlandırılması söz konusu. Yani bu meselede; devlet çocuğun ihtiyaçları temelinde çözümler üretmiyor, devletin ihtiyaçlarına ve kendi konumlandığı yere göre çocuğa bakıp konumlandırıyor. Problem de buralarda yatıyor.

Esin: Yakın zamanda pandemi ve deprem ile ilgili bir rapor yayınladık. Devletin gerçekten neyi nasıl algıladığı çok önemli. Çocuk meselesi politik bir meseledir. O politik olma durumu çocuğun hakları üzerinden, haklarının gerçekleştirilmesi üzerinden bize bir sürü şeyi tanımlıyor gerçekten.

Mesela depremi yaşayan çocuklara ne oldu, ne yapabildik? Pandemiden dolayı deprem anında çocukların evde olduğunu biliyoruz. Çok fazla çocuk yaşamını kaybettiler. Sonra çadır alanlarına aldık, yıllardır yaşıyoruz bunları. Van depreminden, Yalova depremine kadar, çocukların çadır alanlarında neler yaşadıklarını hatırlıyoruz. Hiçbir haklarına erişemediklerini, öncesinde de sonrasında da zaten gördük. Aslında bunlar bize hep çocuğa bakış açısını gösteriyor. Çocuk ile nasıl bir ilişki kurulduğunu. Devletin ilişki kurma biçimi nasılsa toplumun da ilişki kurma biçimi aynı şekilde yansıyor. Ebeveynlere sağladıkları haklar ortada. Onu gördüğümüzde, onu eleştirdiğimizde, herhangi bir haktan bahsedemediğimizde çocuğa sağladığı haklar da aynı şekilde oluyor. Her türlü krizde, her türlü ekonomik koşulda, her türlü zorluklarda, her türlü felakette en çok çocuklar ve kadınlar bundan zarar görüyor. Olumsuz olarak onlar etkileniyorlar. Neden? Çünkü devlet yükümlülüklerini ve sorumluluklarını yerine getirmiyor; devlet, algısını değiştirmiyor. Bu meseleye politik bir mesele olarak bakıyor. Gücü elinde tuttuğu için o baskıyı kurabilecek, ortadan kaldırabilecek bir şey gibi kullanıyor. Şiddet uyguluyor yani. Devletin çocuk ile kurduğu ilişki biçimi şiddete dayalı bir ilişki biçimi. O yüzden bütün olumsuzluklardan önce çocuklar ve kadınlar etkileniyor. O kadar çok örnek var ki depreminden pandemisine kadar.

Beni arayıp soruyorlar: “Çocuklar okula gitsinler mi?”, “okul kapansın mı?” İnsanların kafaları karışık haliyle. Devlet dediğin sosyal devlet olduğunda; bireyine, vatandaşına, yurttaşına iyilik hali ile yaklaştığında başka bir şey çıkar ortaya. Ebeveynlerin kafalarının karışık olmaması gerekiyor, net olunması gerekiyor. Devletin bütün hizmetleri sunmuş olması gerekiyor. Pandemi zamanlarında çocukların okula gitme koşullarının belirlenmiş olması gerekiyor. Ne ekonomiyle, ne ideolojiyle ortadan kalkmaması gerekiyor, tartışılmaması gerekiyor. Temel insanlık mücadelemiz bunun üzerinde değil mi? Değişmeyecek yani. Biri gittiğinde veya yeni biri geldiğinde başka bir şey olmayacak. Net olunması gerekir yani.

Çocuğun yaşama, barınma, sağlık gibi temel hakları var. Temel haklarından bahsediyoruz ama daha bir sürü hakkı da var. Kendisini ifade etmesi, gece sokağa çıkması, oy kullanıp kullanmaması, bir dernek kurup kuramaması, arkadaşlarıyla nerede buluşup nerede buluşmayacağı, okullarda hazırlanan eğitim programlarına ne kadar dâhil olup olmayacağı. Mesela bir sürü yetişkin beni arayıp soruyor:“Çocuğum özel okula gidiyor ama özel okulda bile pandemi sürecinde sıkıntılar var. Dönüp çocuklara hiç bir şey sormuyorlar, bilgi vermiyorlar  “Biz para veriyoruz bir de.” Tırnak içerisinde söylüyorum tabii. Biz her koşulda ücretsiz eğitimi savunuyoruz. Ama seçebilenler özel okula gönderiyor. “Ya hiç mi çocuklarımızı sormazlar, bu hiç mi değişmeyecek?”diyorlar. Evet değişmiyor ve aslında kötüye de gidiyor. Biz bu tartışmaları yürüteceğiz, yürütüyoruz elbette. Çünkü maalesef kötüye de gidiyor. İşte o yüzden Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin savunulması, tanıtılması ve yaygınlaşması için uğraşmak lazım. Mesela biz Gündem Çocuk Derneği’ni ilk açtığımızda, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin yaygınlaşması için çabaladık. Herkesin Sözleşme’yi biliyor olması gerekiyor ki o bir dayanak olsun. Şimdi bu geriye gidiş zamanlarında hatırlamak, daha da fazla savunmak önemli. O arada da çocukların güçlendirilmesi gerekiyor. Emrah bahsetti, Çocuk Hakları Komitesi, çocukları, çocuk hakları uzmanı olarak görür. Bu aslında çok olumlu bir şey. Güçlü bir şey. Ne demektir bu? Çocuk bilir demek. Kendisiyle ilgili her şeyi çocuk yetişkinden daha iyi bilir. Aynı kendimiz gibi düşünelim. Benimle ilgili bir şeyi başkası daha iyi bilemez. Bunu, çocuk da yapabilir. Sadece ortam hazırlarsın, uygun zemin oluşturursun, yetişkinin ya da devletin sorumluluğu budur.

Bütün bunları, baskının, otoritenin arttığı ortamlarda ısrarla hatırlatmak gerekiyor. Yoksa daha da zorlaşıyor. Mesela hazırladığımız raporda vardı. Çadır alanında kalan ailelerden biri, çocuğunu çadıra bağlamış. Başka bir yere gitmesin diye. Yani biz aslında engelli çocukların bağlandığını zaten biliyor, görüyorduk. Burada da korku var. Alan büyük, herkes girip çıkıyor, pandemi var; bunlardan kaynaklı çocuğumun başına bir şey gelirse korkusu var. Bu korku yetişkine her şeyi yaptırabiliyor. Buna izin vermemesi gereken devlet aslında. Bireyler de sorumlu ama asıl sorumlu devlet. Bütün hakları yerine getirmekle yükümlü. Kurumlarından, sivil toplum örgütlerinden, uzmanlardan destek almak zorunda bu gibi durumlarda.

Şunu da ekleyeyim, maalesef gün geçtikçe çocuk hakları ihlalleri artıyor. Tabii ki artar. Şiddetin, baskının arttığı, ekonomik krizin derinleştiği, kimsenin ne yapacağını bilemediği, umutsuzluğun olduğu bir ortamda tabii ki artar hak ihlalleri. Nasıl ki kadına yönelik şiddet, ayrımcılık atıyorsa bunlar da artıyor. Düşünsenize, pandeminin başından beri çocuklar eğitimle ilgili bir şey yapamıyorlar. Evin içindeler ama nerede hangi koşullarda olduklarını bilemiyoruz. Yetişkinler birer öğretmen olmuş durumda. Arkadaşlarına ulaşamıyorlar, yaşıtlarıyla bir arada değiller. Peki bunun mekanizması yok mu? Olmaz mı hiç! Yani birazcık hukukun işlediği, hakların korunduğu yerlerde bunlar yapılabiliyor. Burada devletin ilişkisi belirleyici oluyor ama işte. Yurttaş olarak görüyor mu çocuğu? Buna çok iyi bakmak lazım. O yüzden çocuk meselesinin politik olduğunu unutmadan bakmak lazım hep.

Sevinç: “Çocuğun söz hakkını ve karar alma süreçlerine katılımını tanıma” da uygulamada biçimsel kalıyor. Yerel yönetimler üzerinden yaygınlaşan çocuk meclisleri üzerinden konuşabiliriz bunu. Uzaktan bakınca çocuk katılımı açısından iyi bir şeymiş gibi görünse de son derece problemli aslında. Yetişkinlerin kurduğu meclislerin prototipleri yaratılıyor. Çocukların yetişkin gibi davrandığı, bir hiyerarşi içerisinde konumlandırıldığı meclisler. Bu, o çocukların hatası değil, yanlış mekanizmalar kurarak çocukları yanlış yönlendiren politik aklın yansıması. Çocukların gönüllü dahil oldukları, gerçekten söz alıp ürettikleri bir süreç işletilmiyor. Şu oluyor: Kendisini iyi ifade ettiği düşünülen çocuklar seçilip, temsiliyet üzerinden oluşturuluyor. Yani o temsiliyeti bile yetişkinler belirliyor. Çocuğun, diğer çocukları daha iyi temsil edeceğini belirledikleri çocukları koyuyorlar oraya. Çocuklar arasında yaratılan bir hiyerarşik ilişki içinde sanki çocuk, yerel süreçlerde söz hakkı sahibiymiş gibi gösteriliyor. Yetişkinlerin kurduğu, çoğulcu katılım ve temsiliyet konusunda büyük problemleri olan meclisin bir prototipi ve davranış olarak da yansıması yaratılmış oluyor. Okullardaki başkanlık seçimleri de benzer bir örnek. Bir rekabet ortamı yaratılıyor çocuklar arasında. Buralarda yaşanan göstermelik katılım, çocuk hakları açısından bahsettiğimiz çocuk katılımı değil. Orası, yetişkinlerin oluşturduğu bir vitrin ve o vitrinde de çocuklar var, hepsi bu. Aynı 23 Nisan’da çocukları koltuğa oturtmak gibi.

Bir taraftan da hak ihlalleriyle dolu bir deprem konusu var. Depremde hayatını ya da ebeveynini kaybeden, yaralanan, çadırlarda yaşayan çocuklar var. Ama görüyoruz ki depremin enkazı yine çocuklar üzerinden toplumsal vicdan ve merhamete oynayarak kaldırılmaya çalışıldı. Bu yükü çocuklara yükleyemezsiniz. Üstelik baştan sona hak ihlalleri ile yapıldı bunlar. Ne oldu? Çocukların bütün kimlik bilgileri servis edildi, mahremiyetleri yok sayıldı. Çocukların unutulma hakları yok sayıldı. İnternette dolaşıyor çocukların bütün görüntüleri. O çocukların, bu durum yüzünden yeniden yeniden travmatize olacakları hiç gözetilmedi. Bunu yaparken çocukların da ailelerinin de onayı alınmadı. -Ki böyle bir durumda onaya da ihtiyaç yok; kullanılmaması gerekiyor.-Düşüncesizce servis edildi hepsi. Çünkü o enkazı birilerinin kaldırması gerekiyordu. Bunun için en uygun araç olarak da çocuklar seçildi. Çünkü çocuklar söz konusu olduğunda bir anda duygusal ortaklaşma yaşanabiliyor. Ve deprem arkada kaldı. Yani o çocuklar neden o kadar zarar gördüler meselesi, o evler nasıl yıkıldı sorusu ya da depremde zarar gören çocuklara sonrasında ne yapıldı, sosyal destek sunuldu mu soruları bir anda güme gidiyor. Hepsi örtbas edilmiş oluyor.

Bir örnek daha vermek istiyorum. Daha geçen gün Ankara’da, geçtiğimiz Aralık’ta açılan bir davanın iddianamesi hazırlandı. Mert Yağız Köksal. 7 yaşındaki bir çocuğun ölümünün sorumluluğu çocuğun kendisine yükleyen bir iddianame hazırlandı. Okulda satılan, yaşa uygun olmadan üretilen bir çikolatanın minicik kapağını açmaya çalışırken boğazına kaçıyor. Okulda ilk yardım yok, nöbetçi öğretmen yok. Kantinde bu neden satılıyor sorusunun yanıtı yok. Çocuğun yaş grubuna uygun olmayan bir ürün nasıl oluyor da orada satılıyor? Bu soruların cevabı yok. İddianame diyor ki: Aslında elle açılması gereken bir paketi, dişiyle açmış olan çocuk kendi ölümünden asli kusurludur. birinci sınıf öğrencisi olan çocuk. Ve bu bir bilirkişi raporu. Çocuk haklarını geçiyorum, adalet duygusu ve vicdandan bile yoksun bir bilirkişinin raporu. O “bilirkişi” bu gücü nereden alıyor? Şuradan alıyor: Pandemi döneminde Nusaybin’de, sitenin bahçesinde oynayan çocuklara silah çeken polis nereden güç alıyorsa, o bilirkişi de aynı yerden alıyor. Raporu da o güçle yayınlıyor. Bu medya bu kadar fotoğrafı servis ederken bu hakkı nerden alıyor? Çocukların şimdiye kadar nerde konumlandırdıysa devlet, onlar da dayanağı tam buradan alıyor. Devletin kendisinden alıyor yani. Çocuk devlet ilişkisinde devletin çocuğa bakışı problemli olduğu için; çocuğu korumak, kollamak, desteklemek üzerinden değil, kendi gücünü ve iktidarını korumak üzerine olduğu için bütün bu ihlallere maruz kalıyor çocuklar. Ve bunun örneği o kadar çok ki…

Emrah: Hakikaten neresinden tutsak elde kalıyor. Belki şunu hatırlamakta fayda var. Her bir ihlal aslında çocukla ilgili yaklaşımı, çocuk haklarıyla ilgili gelinen ya da gelinemeyen noktayı ve aslında sistemin ne kadar beceriksiz olduğunu tekrar tekrar gösteriyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, her bir şeyi besleyen bir cezasızlık kültürü var. Çünkü ihlaller oluyor ve olmaya devam ediyor. İlk değiller son da olmuyor. Daha yeni karşılaştım, öğretmeni tarafından istismar edilen çocuğun öğretmenine 600 yıl ceza vermişler. Bravo! Toplumsal infial yaratan bir olayı kapatmanın çok güzel bir örneği daha. Dört beş yıl önce aynısını yaşamıştık, arada da neler yaşadık. Karaman’da istismara maruz bırakılan 45 çocukla ilişkili süreci gerçekten gündemde tutamadığımız için sonuçta, aynısı olmuştu. Sistem her şeyi sanki hiçbir şey yokmuş gibi, bunlar böyle kader kısmetmiş gibi gösteriyor. Sonra hemen yüksek bir ceza veriyor ve kapanıyor bir şekilde. Cezasızlık hâkim ama sonuçta ve bunu gündemde tutmalıyız. Ne olursa olsun, bir çocuk hakkı ihlali olduğunda hakikaten hayatı durduracak gücü nasıl toparlayabiliriz diye düşünmemiz gerekiyor. Şu koşullar tabii ki çocuk hakları hareketinin de önünü kesiyor tabii. Ama tekrar dönüp bakmalıyız. Bir arada yaşama kültürünü nasıl kurabiliriz diye düşünmeli, başka dil ve yöntemler geliştirmeliyiz. Çocuk hakları dediğimizde de muhalif oluyorsun, kriminal oluyorsun, marjinal oluyorsun. Hâlbuki mevzu, bir arada yaşamaya yönelik bir zemin oluşturmak. Ve bununla ilişkili olarak da devlete yükümlülüklerini hatırlatmak. 600 yıl örneğini o yüzden verdim. Tamam cezasız kalmaması önemli ama peki ya sorumluluk zinciri? Onu yapabilmesini mümkün kılan zemin? Eğer okuldaysa idare ya da oranın çalışmaları yok mu? Çocukların destek alabileceği, haklarını arayabilecekleri mekanizmalar yok mu? Bunlar niye yapılmıyor? Sorumlu sadece öğretmen mi? Ortada bir sorumluluk topu var ve elden ele atılıyor. Failin elinde kalıyor, onu cezalandırınca da hepimiz mutlu olup dağılıyoruz gibi bir durum oluyor. Bu gerçek dışı yaklaşımdan kurtulmamız gerekiyor.

Burada hak temelli sayılara da ihtiyacımız var. Tabii ki her bir vaka özel, önemli. Ama istatistikler de tutulmuyor. Nerede hata var, nereyi güçlendirmemiz gerektiği ile ilgili bir değerlendirme, ihtiyaç analizi yapabilecek veriler de verilmiyor. Zafer Kıraç, “cezaevlerinde kaç çocuk var?” diye sormaya devam ediyor mesela. Bir ara web sitesinden yayınlanıyordu şimdi o da kalktı. Tamamen bir belirsizlik var. Bütüncül, hak temelli bir bakışı sağlayacak zemin yok. Bu zeminin üstünde bile mücadele eden pek çok kişi ve örgüt var. Onlara da şapka çıkarmak lazım hakikaten.

Ülkemize gelecek olursak, çocuk hakları konusunda karnenin oldukça kötü olduğunu söylemeye gerek yok sanıyoruz. Sözleşmede de çekince konulan maddeler var. Ancak özellikle son yıllarda ihlallerin müthiş arttığı bir gerçeklik de var. Bu noktada, Türkiye’de çocuk haklarının durumunu iktidar ve pandemi ile birlikte konuşursak neler söylersiniz?

Esin: Türkiye’nin çocuk hakları karnesi oldukça kötü gördüğümüz gibi. Buna bakarken zor soruları da sormamız gerekiyor. Sevinç bahsetti depremle ilgili durumdan. Orada karşı çıkışlara da olmuştu fotoğraf paylaşımlarına dair. Çok da umutsuzluğa kapılmayalım. Ama şunu da sürekli hatırlatmalıyız: Doğru soruları sormak gerekiyor. Mesela niye yayınlarsın o fotoğrafları? Amacın ne burada? Evet görünür kılmak, kamuoyu oluşturmak vb. deniyor. Ama orada başka şeyler de var ortaya çıkarmamız gereken. Neden çocuğun ismini, görüntüsünü kullanmadan yapılamıyor haber? Biraz bireysel olarak da sormak gerekiyor insanlara. Ben bunu yapıyorum ama neden? Diye sormalarını sağlamalıyız. İnsanlık öldü demek bizi umutsuzluğa götürür; devrimci insanlarız biz, değişime inanıyoruz. Değişecek yani bunlar. Hala bu toplumda bu topraklarda o değişim arzusunun olduğuna ben inanıyorum. Soru sormamız o yüzden önemli.

Mesela, çocuğunu bağlayan kişi başka yol bilmiyor olabilir hakikaten. O çocuğu çadıra bağlıyorsa demek ki başka yol bulamıyor. Burayı düşünmemiz lazım. Bunu düşünürken soruları arttırmak, o sorulara hep beraber cevap olmak gerekiyor.

Gündem Çocuk’un açıldığı yıldan alsak, 20 küsur yıldır hep aynı şeyleri söylüyoruz. Evet, tabii söyleyeceğiz. Hala bu soruları sormak zorundayız çünkü. Devlete, bireylere, uzmanlara, ebeveynlere ve çocuklara. O kadar çok şey yaşadı ki çocuklar bu süreç içinde ve yaşıyorlar. Pandemide, depremde, ekonomik krizde, işçi hareketinin içinde, KHK’lerle, atılan akademisyenlerle… Çocuklar da her şeyi yaşıyor deneyimliyor ve paylaşıyorlar. O yüzden de sormak ve çözüm önerilerini onlarla birlikte üretmek önemli. Çünkü yaşamın tam da içindeler.

Emrah: “Mış” gibi yapar halimiz devam ediyor diyebiliriz. Yükümlülük sahiplerinin bu mış gibi yapma halini yıkamadık ve sonuçta ihlaller artmaya devam ediyor. Neyi neden yapıyoruz diye bakıp araçlar geliştirmeliyiz. Adorno, “yanlış sorunun doğru cevabı yoktur” der. Doğru soru o yüzden çok önemli.

Bir sürü madde, sözleşme vs. var. Ama oradaki bütüncül, hak temelli çocuk politikası ihtiyacını göstermek gerekiyor. Şuna da inanmak istiyorum ki karar vericilerin en azından bazıları bu temelde bir çocuk bakışını içselleştirdiğinde değişim, dönüşüm olabilir.

Sevinç: Karne kötü ama umutlu olmak açısından şunu görebiliriz: Bu alanda ısrarla mücadele eden çocuk hakları savunucuları var. Kadın haklarında milim milim bile olsa yol alınabiliyorsa; bugün habercilik kadın ya da çocuk odaklı olması yönünde tartışılıyorsa bu aslında bu konuda ha bire soru soran hak savunucularıyla mümkün olabiliyor ancak. Burayı hep diri ve güçlü tutmak gerekiyor. Çünkü sadece şikayet etmiyoruz aslında bir taraftan da o alanları dönüştürmeye çalışıyoruz, birlikte dönüşmeye çalışıyoruz.

Geçen gün mesela bir şey yaşadım. Çok trajikomik bir örnek ama. Depremde yapılan çocuk haberleri ve çocuk hak ihlalleri ile ilgili alternatif medya kanallarından bir tanesi röportaj yapmak istedi. Ben bekliyorum bağlanmayı, o arada önümden sunum akıyor. Sunumda aynı görselleri kullanarak eleştiri yapıyorlar. “İşte çocuk görseli kullanıldı, bunlar yapıldı bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diyor. Ama aynı şeyi yapıyor. Yeniden ürettiği şeyin eleştirisini yapıyorsun yani.

Bir dönüp aslında kendimize bakmak gerekiyor. Bizde genel hastalık şu ya “biz olduk, tamamız tamamlandık” ve bizden ötesine hep bir eleştiriyoruz. Hayır. Hiçbirimiz tamam değiliz. Biz de bütün bu hak savunuculuğunun içinde öğreniyoruz her gün, birbirimizden de öğreniyoruz. Bu yüzden bir sadece muhalif kimliği sahipleniyor olmak her şeye doğru yerden bakış açısını kendiliğinden geliştirmiyor. Her zaman kendimize de muhalefet ederek belki bakmak sorgulamak tartmak tartışmak gerekiyor sürekli bir şekilde birbirimizi beslemek gerekiyor. Yani birazcık bir parça bir şeyler değişiyorsa bu davalar da işte ne bileyim saçma sapan bir bilirkişi raporu yayınlandığında bunlar üzerinden bunu gündemleştiren hak savunucuları olduğunda ancak o davayı üzerinde etkili bir sonuç alabiliyoruz. Gidip kapısını aşındırdığımızda müdahil olmaya çalıştığımızda, işte davaları hapishanedeki çocukları Eylem Oyunlu da örneğin çocuklarıyla beraber cezaevine koyuldu. Bir tanesinin kimliği bile çıkmamıştı, kırk günlük bebek. Onunla ilgili basın açıklaması yaparak, gündem oluşturmaya çalışarak vs ancak tahliye ettirebildik. Dolayısıyla da  bunlardan vazgeçmememiz lazım. Evet karne çok kötü her gün tonlarca hak ihlali oluyor. Ama bu hak ihlallerinin karşısında yılmadan, ısrarla ve umutla dimdik duran hak mücadelesi savunucuları var. Bundan vazgeçmemek ve bu umudu da hiç yere düşürmemek gerekiyor.

Emrah: Ya Sevinç karne kötü derken somut bir örnek, birkaç gün önce Bianet’te emsal bir karar paylaşıldı. Çalışan bir annenin özel gereksinimleri olan çocuğu nedeniyle destek almasıyla ilgili bir dava. İstinafa da gitmiş ve bir kelime okumak istiyorum, kararda şu geçiyor: “Sosyal devlet ilkesinin doğal sonucu olarak çocukların korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alması devletin yükümlülüğüdür” diye bir karar ver. Şimdi gelmişiz 2020’nin Kasım ayına ve böyle bir karar çıktı diyerek seviniyoruz, yani asıl durumumuz bu. Zaten olması gereken bir şey aslında. İşin çok daha başındayız onu söylemeye çalışıyorum; devlet olarak ülke olarak. “Evet bu devletin sorumluluğuymuş” denilen karara biz emsal karar diyerek sevinen bir çocuk hakları hareketiyiz.

Sevinç: Mesela kamuoyunda “evlilik affı” olarak bilinen bir af var ve dört yıldır iptal edilmiyor bir türlü. Çocuk hakları örgütleri ve kadın örgütleri dört yıldır çıkmasına engel oluyoruz ama bir fırsatını buldukları anda tekrar ortaya çıkartıyorlar. Bahsediyoruz ya hani devletin yükümlülüğü sorumluluğu falan, işin garibi şu aslında: Çocuğu korumakla yükümlü olan devletin çıkardığı yasalara karşı çocuk hakları savunucuları olarak çocukları korumaya çalışıyoruz. Yani devletin yapması gerekeni biz devlete sürekli hatırlatarak ya da onun yarattığı tahribatın karşısında çocukları korumaya çalışarak hareket ediyoruz.

Son olarak, çocuk haklarını savunma ve bunların hayata geçişi noktasında yapılabilecekler üzerine de konuşalım isteriz. Bu günlerde ve tabii her daim çocuğun haklarını savunmanın önemi aşikar, bunu mümkün kılmak için de yollar nelerdir…

Esin: Aslında şöyle, yine çok önemsiyorum, kavramlara dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Özellikle baskıların arttığı bu dönemde söylemlerimize çok dikkat etmemiz gerekiyor gerçekten farklı yönlere kayabiliyor, yanıltıcı olabiliyor. O yüzden işte çocuğun insan hakları mücadelesi, çocuk algısı dediğimizde bu söylemleri böyle hakikaten içimize sindirerek ele almalıyız. Erken evlilik diye bir şey olamaz yani bunlar çok önemli. Kadın mücadelesi içinde de kavramları nasıl düzeltiyorsak çocuk hakları hareketi içinde de kavramlar önem kazanıyor. Bir böyle bakmak gerekiyor, mesela çocuğun hakları dendiğinde sadece eğitim, sağlık hakkı değil yaşamını bütünleyen her şeye hak diye görmek belirtmek. Yaşam için deneyim önemlidir çocuk için de öyledir. Çocuğun deneyimleri kıymetlidir, yok sayıp küçümseyemeyiz. Bu cümleleri bu kavramları kullandıkça -ister günlük dilde ister politik dilde- birey çocuk güç kazanır. Bu da çocuğun eğitim hakkından tutun da katılım hakkına kadar ve daha geniş şekilde haklarına erişimini güçlendirir. Ama deneyimini yok sayarsak, yapamaz edemez dediğinizde ya da bu algıyı değiştirmediğinizde bu algı bu his kalıcı hale geliyor.

Bir başka konudan daha bahsetmek istiyorum. Bu zor dönemlerde çocuklarla bir arada olmak gerekiyor yani alternatif buluşmalar yapmak gerekiyor. İster sanat ister kültür ister spor ister bilim ne dersek adına, bir araya gelmek gerekiyor. Çünkü çok yalnız ve mutsuz kaldı çocuklar aslında. Daha doğrusu yalnızlık derken devletle bireyin arasındaki ilişkiden söz ederek yalnızlık diyorum. Kendisini rahatça ifade edebileceği ortamı bulamıyor, yok öyle bir şey. Okulda yok, evde yok, sokakta yok, hastanede yok, cezaevinde yok, çadırda depremi yaşadığı yerde yok. Bu yüzden mümkün olduğunca onlarla bir araya gelmeliyiz. Değişen koşullara dikkate alarak; küresel salgın döneminde nasıl olacağını bulup ona göre buluşmalar yapmak gerek. Onların kendini ifade edebileceği alanları uygun şartlarda oluşturabilmek. Çünkü çocuklarla bir araya geldiğimizde sorunları tanımlayacağız ve çözümlerine ulaşabileceğiz.

O yüzden hak savunucuları olarak da bunları da birazcık daha bu koşullar üzerine düşünmek ve ortaya çıkartmak ve güçlendirmek gerekir. Mümkün olduğunca elimize her fırsat geçtiğinde bir arada olmak, onlara dönmek, onlara sormak, onlarla bir şeyler üretmek. Mesela gerçekten bir şeyler üretemiyorlar ya ben çok üzüntü duyuyorum diyeceğim ama kendimiz adına da üzüntü duyuyorum zaten, hani lanet olsun diyorum bu koşullarda mı yaşayacaktık. Hiçbir şey üretemiyoruz, hiçbir şeyden keyif alamıyoruz. Çocuklar da öyleler. Neyden keyif alıyorlar yani bir bilgisayar, internet, telefon, oyunlar falan onları çok meşgul eden şeyler ama orası değil gerçek alan. İnsanların mutlu olabilmesi için bir şeyler üretebiliyor olması gerekiyor, beraber üretebiliyor olması gerekiyor. Yaşıtlarıyla, yetişkinlerle, başkalarıyla doğada olması gerekiyor. Hiçbir şey yapamıyorsak en azından buluşmaları ayarlamak, doğayla çocuğu buluşturmak bunun için bir şeyler yapıyor olmak anlamlı geliyor bana. Bu dönem için ayrıca çocuklara haklarını hatırlatmak, haklarıyla güçlü olabileceklerini onlara hissettirmek gerekli. Bazı insanların onlar için iyi şeyler yapabileceğini hissettirmek ve onlara yeniden güven duygusu kazandırmak gerekiyor. Güven duyguları zedelendi. Salgın, deprem, ekonomik kriz hiç kolay değil… Bu koşullarda hayatla olumlu bir bağ kurabilmek, güven ve umut hissetmek bizler için de çocuklar için de çok zor. Ama çocukların yaşam pratikleri ve ritimleri çok başka, çok daha olumlu. Deneyimleri daha taze olduğu için öğrenme istekleri çok,  neşeleri daha kalıcı. O yüzden farklı üretim ve buluşma oluşturmak ve buluşmaları sık sık yapmak, yapmaya çaba harcamak, yapanları desteklemek, yapanları görünür kılmak da mücadelemizin bir yönü diye düşünüyorum. Buralara destek vermek hepimiz için iyi olacaktır.

Sevinç: Belki dört başlıkta toparlayabilirim ben ne yapmalı meselesini. Bütüncül bir çocuk koruma politikasına ihtiyaç var ve bu politik mücadele ile var olan bir alan. Burayı hiç es geçmemek ve hiç boş bırakmamak gerekiyor bu birinci ayağı. İkincisi yetişkin farkındalığını arttırmak gerekiyor, bunun için mümkün olduğunca sahada çalışmak, saha çalışmalarını yapmak gerekiyor. Üçüncüsü çocukları cesaretlendirmek ve güçlendirmek, cesaretlendirecek güçlendirecek çalışmaları arttırmak gerekiyor. Dördüncü olarak da hak mücadelesini güçlendirmek gerekiyor, çünkü bu üç ayağı sağlayabilecek temel unsur hak mücadelesini güçlendirmek ve desteklemek. Yapılması gerekenleri böyle dört başlıkta toparlayabiliriz.

Emrah: Umutla, inatla, ısrarla işte. Sevinç de çok güzel kategorize etti dört alanı Esin de zaten altını çizdi. Onların arkasından devam etmek isterim ben de. Biraz daha uyanık olma, meşrulaştırma çabasına karşı bazı şeylerde hızlı harekete geçebilme ve belki ilkesel olarak zaten zeminimiz çocuk haklarıyla ilişkili içselleştirmeye tamam dedikten sonra, çok fazla kurgulamaya girmeden, doğrudan harekete girmeyi de önermeye çalışacağım. Yani ilkesel zemin olduktan sonra ya şu da eksik bunu da bekleyelim şöyle olsa böyle olsa gibi mevzuyu büyütme hastalığımız olabiliyor bizim. Hâlbuki hayır yapılması gereken bir şey olduğunda pıt diye hızlı hızlı yapmalıyız. Çünkü o adımları kaçırdığımızda zamanı geçmiş oluyor, yani biraz daha belki hızlı olmak. Ama bu bize yük olsun diye söylemiyorum ben içinde bulunduğumuz kapasitemize, gücümüze de bakarak tabii ama bir şekilde ses çıkarmaya devam ederek.

Sevinç: Bunları söylemekten vazgeçmemek gerekiyor gerçekten. Söylerken dil meselesi de son derece önemli. Çocuklarla ilgili haber yaparken; haberin dilini, içeriğini, kullanılan görselleri önemsemek gerekiyor. Esin az önce birkaç örnek verdi. Çocuk gelini de buna eklemek gerek. “Çocuk gelin” tanımlaması, evlilik yoluyla yapılan çocuk istismarını masumlaştırıyor, meşrulaştırıyor. Emrah’ın dediği uyanık olma meselesi önemli. Her gördüğümüzü, yakaladığımızı dönüştürüp birlikte yol alarak ilerleyeceğiz.

Emrah: Çocuklar için daha iyi bir dünya mümkün diyelim. Ve belki de bütün bu süreçte dayanışma olanaklarını büyütmeye çalışmak ve birbirimizin haberdar olmaya devam etmek gibi…