Çocuk Hakları Aktivistleri: Çocuk Hakları Hareketini Birlikte Yükseltelim-1

El Yazmaları’nın Notu: 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü kapsamında hazırladığımız dosya içerisinde, çocuk haklarını dert edinip bu alanda çalışmalar yapan Esin Koman, Emrah Kırımsoy ve Sevinç Koçak ile gerçekleştirdiğimiz yuvarlak masa söyleşisinin ilk bölümünü okuyucularımızın ilgisine sunarız.

 

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü vesilesiyle böyle bir yuvarlak masa söyleşisini yapmak istedik. Öncelikle genel olarak çocuk nedir, neden hakları vardır üzerine konuşmak iyi olacaktır diye düşünüyoruz. Yani “hakkını” konuşmaya geçmeden “çocuk”u konuşmak…

Emrah Kırımsoy: Bu galiba çocuk hakları alanında çalışanlar için çok zor bir soru. Sorulduğunda öylece kalıyor insan. Genelde yetişkinlerin çocukla ilişkili algılarından bahsetmek ve aslında nasıl olması gerekir diye girmek çok daha kolay oluyor. Pat diye çocuk nedir deyince elimize bir top düşmüş oluyor galiba.

Buradan başlamak isteyen biri var mıdır bilmiyorum. Esin?

Esin Koman: Ben de bu soru için ne diyeceğiz, nereden başlasak diye düşündüm. Belki şöyle bir şey olabilir. Çocuk insandır. Yani bizim de, çocuk hakları aktivistleri olarak hep söylemeye çalıştığımız temel şey bu.

Çocuk insandır, bireydir, hak ve özgürlüklere sahiptir, kendini ifade edebilir. Yetişkinden tek farkı da bir çocukluk döneminin içerisinde olmasıdır diyebilirim ben. İlk cümleleri böyle kurmuş olayım, arkadaşlarla açabiliriz.

Sevinç Koçak: Şöyle bir ekleme yapabilirim belki Esin’e. Çocuklar için, yaş grubundan kaynaklı özel gereksinimleri olan insandır diyoruz. Sıfır on sekiz yaş aralığında olan herkes çocuktur. Biraz sonra Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden bahsedeceğiz, atıfta bulunmuş olayım. Ama bu böyle çok teknik bir tanım gibi geliyor bana. Böyle sanki bir yaş aralığına sığdırılmış biyolojik bir tanım gibi, sıkışıp kalmış geliyor.

Çocuklar duyguları, düşünceleri, tercihleri, hakları olan bireylerdir. Kendi dünyaları olan, kendi düşleri olan, kendi fikirleri olan bireylerdir. Yani bütün bunlardan arındırdığımızda sanki sadece bir biyolojik aralık tarif ediyormuşuz gibi oluyor. Bunun eksik kaldığını düşünüyorum.

Çocuğun ne olduğunu söylerken genel olarak algı, çoğunlukla yetişkin algısı. Emrah da az önce dedi ya yetişkinlerin çocuk algısı diye, yaygın yetişkin algısına göre çocuk; makro düzeyde devletin, mikro düzeyde de ailenin geleceğinin bütün sorumluluğunun yüklendiği bir tanım. Asıl problem de birazcık burada yatıyor.

Emrah: Söylenenlerle birlikte ben de çocuk ve yetişkin ayrımını neden yapıyoruz, “nereden yapıyoruz”u düşünmeye başladım. Bir taraftan kendini gerçekleştirme sürecinde, bir kere potansiyeli olan- aynı yetişkinler gibi- bu potansiyeli gösterebilmesi için kimi ihtiyaçları olan bireyler çocuklar.

Öyle bir süreç var ki, evet bir potansiyeli var ve kendi başarabilecekleri, başarabildikleri zaten var. Ama bunu geliştirebilmek için bir taraftan da o özel gereksinimlerin vurgulanması gerekiyor.

Bir de tabii çocuklar ile ilgili çalışırken bazen romantize edebiliyoruz. Aslında yaratıcı, heyecanlı, oyuncu vs. falan gibi. Ya da tırnak içerisinde masum. Ama insan dediğimizde; insan, iyiyi yapabildiği kadar kötüyü de yapabiliyor bir taraftan. Oysa biz bir şekilde iyinin yapılabilmesi için de olanakları oluşturduğumuz için öyle. Yani insanı en azından öyle tanımlamayı tercih ediyoruz. İnsan bunu yapar, insan bunu yapmaz gibi.

Bu arada yetişkinlerin de “insan” olmayı öğrendiklerini düşünmüyorum. Yani bütün yetişkinlerin de öyle bir meziyeti yok. Hepimiz insan olmayı öğreniyoruz bir taraftan. Ama o sürecin belki biraz daha başında olup; algıları çok daha açık ve belki de romantik bir tanım olacak ama “sıkışmamış”, yani kategorilere, şablonlara, ezberlere henüz sıkışmamış tek tipleşmemiş olan diyebiliriz bir taraftan çocuklara. Ki çocuk ve yetişkin ayrımını yapmaya başlamamızın belki de temel nedeni, yetişkinler tarafından kurgulanan bir dünyada yaşıyor olduğumuzdandır. Belki dünyayı yetişkinler kurgulamıyor olsaydı çocuk ve yetişkinliği de bu kadar sert ayırma ihtiyacında bulunmayacaktık. Ama öyle uygulanan bir dünya var ve tam da o noktada başlıyor yetişkinlerin çocuklar üzerinde tahakküm kurma süreçleri.

Esin: Bu tanımı yapmanın da kendisinin aslında karışık olduğunu görmek lazım. Mesela kadın nedir diye sormuyoruz. Hayvan nedir diye sormuyoruz. Ama hani “çocuk nedir”i sorma ve bunu cevaplama, bir yere dayandırma isteği duyuyoruz. Aslında çocuk meselesine ezberden baktığımızı, onu yok sayma meselelerinden de kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Aslında orada bir tanıma ihtiyaç yok. İnsan olduğunu kabul ettiğimiz, birey olduğunu kabul ettiğimiz zaman aslında çocuğun bir tanımı olmasına gerek kalmıyor. Arkadaşların da dediği gibi bazı özel durumların da, işte çocukluk dönemi diyoruz biz buna, çocuk olma; çocukluk süreci olduğu için bazı tanımlara ihtiyaç duyuluyor.

Yoksa çocuk nedir diye ne bir tanım var ne de öyle bir “çocuk” var. Fiziksel bir tanım üzerinden değerlendiremeyiz. O kadar çocuk var ki; o kadar insan olduğu gibi, o kadar kadın olduğu gibi, o kadar çok engellilik durumu olduğu gibi. O yüzden bu yanlış değil ama bunu da buradan da görmek gerekiyor.  O tanıma neden ihtiyaç duyuyoruz? O yüzden belki “çocukluk nedir”e bakmak doğru olabilir.

Emrah Kırımsoy( Fotoğraf kaynağı: farkyaratansiniflar.org)

Emrah: Oradan topu almak isterim bir taraftan. Tanımlamalar gerçekten başladığında şablonlar da başlıyor. Mesela çocuklar ile çalışanlara, çocukluk ile ilişkili genel geçer sorduğumuzda, kimse bir cinsiyetten bahsetmiyor genelde. Sanki çocuğun bir cinsiyeti yokmuş gibi. İşte herhangi bir etnik kökeni yokmuş gibi. Dili dini yokmuş gibi. Yani bunu özellikle tanımlıyorum çünkü bunlar da yetişkinlerin tanımlamak ve şablonlaştırmak için kaçamak şeyleri. Çünkü o çeşitliliği ve o her birinin biricikliği ve o ihtiyacı gözetebilecek düzeni sağlayamadığımız için hala kurgu, kurgulanan süreçte kategorize et, yerleştir, kategoriye uymayanı yok say. Error veriyor sistem orada. O yüzden tanımlamalardan kaçınmak önemli.

Yani Sevinç özellikle biyolojik olarak tanımlanan sürece vurgu yaptı. Hepimizin kafası oradan çalışıyor. Ama belki de çocuk derken bizim bir statüyü tanımlamaya çalıştığımızı hatırlatmakta fayda var. Bu da işte sözleşmenin verdiği güç ile sağlanıyor. Çocuk derken biz, şu yaşlarda, şu boyutlarda, şu ihtiyaçları olan kişilerden çok bir statü tanımlamaya çalışıyoruz. Orada kendini gerçekleştirebilmesi için yetişkinlerin korumakla veya özgürleştirmekle yükümlü olduğu bir alan, bir statü. Ama tabii bu reşit olmamak da değil, reşit olmamak diye anlaşılınca o statü aslında ehliyet vermiyoruz, şunu yapmıyoruz bunu yapmıyoruz gibi bir hukuksal tanımlamaya giriyor. Çocuk mevzusunu bir statü olarak ele almak gerekiyor.

Yani o kadar çeşitli ve renkli bir çocukluk grubundan bahsediyoruz ki bir taraftan, bir taraftan da hem korunması hem özgürleştirilmesi gereken gruplar da açığa çıkıyor ve çocukluğu da bütüncül şekilde ele alamıyoruz. Yani zamanında protestolara katılan çocukları başka bir yere koymaya çalışıyoruz. Ona da belki döneriz konuşma içerisinde.

Sevinç: Aslında buradan toparlayabiliriz belki. Homojen bir gruptan bahsetmiyoruz. Kendi içinde de çeşitlilik barındıran, farklılıklar barındıran bir gruptan bahsediyoruz. Yani çocuk olarak tanımlamamız yaş aralığı ve evresinden, özel gereksinimlerinden kaynaklanıyor ama onun haricinde hakları olan insanlar, hakları olan bireylerdir çocuklar. Ve böyle sanki hakikaten çocuk ya da çocukluk dediğimizde tek bir hal ve tek bir tanımmış gibi bahsedildiğinde bir yere sıkıştırılan, kategorize edilen ama doğru tanımlanamayan sadece teknik terimlere indirgenen bir şeye dönüşmeye başlıyor.

Bunu ayrıntılı konuştuğumuzda asıl çocukluk meselesi biraz daha anlaşılır olmaya başlıyor galiba. Mesela yetişkinlerle yaptığımız çalışmalarda sorduğumuz soruların cevapları genellikle, gelecek umudumuz vs. gibi kendi yapamadığımız, başaramadığımız sorumlulukların hepsini yüklediğimiz bir evre gibi görünüyor. Oysa bu dünyanın zorunluluklarını kavrayıp ona uygun bir yetişkinlik evresine doğru ilerlemesi gerekenler çocuklar değil, çocukların dünyasını kavrayıp onların dünyasına uygun şartları yerine getirmesi gerekenler yetişkinler. Yani sorumluluk tersine çevriliyor biraz bu tanımlarda.

Emrah: Bu arada biz bir süredir bu yetişkinlik mevzusuna kafa yormaya çalışıyoruz. Yetişkinliği de böyle şeytanlaştırabiliyoruz kendi kendimize. Yani yetişkinler kötüdür, çocukluklarını unuturlar vs. falan gibi. Orası da biraz tehlikeli geliyor bana. Çünkü aslında bir arada kurgulamaya çalışan yetişkin örnekleri de var. Bu yetişkinliği şeytanlaştırma mevzusuna da biraz dikkat etmek gerekiyor.

Orada belki yükümlülük sahiplerini biraz ayırmakta fayda var. Çünkü düşünsene o kadar yalnız bırakılıyorsun, bir çocuğun var çalışmak zorundasın, onun gelişimini sağlamak zorundasın, bu arada çocuğu bütün süreçlere katmaya çalışacaksın ama bu arada da tahakküm kurmamaya çalışan da bir ebeveyn olmaya çalışacaksın. Yani inanılmaz bir baskı da var mikro düzeyde demek istiyorum. Yine baktım mesela yetişkin deyince oradaki çeşitliliği gözden kaçırıyoruz. Çocuklarla yetişkinler arasındaki ilişkide algılarımız olumsuzluklar üzerine odaklandığı için bütün yetişkinleri aynı kefeye koyabiliyoruz.

Esin: Belki şunu da söyleyebiliriz. Çocuk tanımı yıllar öncesinde de farklı farklı. Tarihsel sürece baktığında çocuk bir yetişkin minyatürü oluyor, işçi oluyor, ailenin diğer ekonomik dertlerinin de ortağı oluyor…  Biraz dünyanın o zamanki ekonomik koşulları, politik süreçler, yaşanılan durumlar, kültürel etkiler ilgili bir tanım meselesi de aynı zamanda.

Çocuğun tanımı da yıllarca böyle gelip gitmemiş. Farklı farklı şekiller almış: Şeytan olmuş, cadı olmuş, yetişkinden ayrılmayan bir minyatür olmuş ya da köle olmuş. Genellikle bir tanıma koyduğumuzda onu idealize de etmiş oluyoruz. Çocuğa yönelik beklentileri olanlar, devletler, yetişkinler de bu nedenle tanımlama ihtiyacı duyuyorlar.

Aslında bir ideal çocuk ya da ideal bir çocuk tanımı yok. Var olduğu an ve yaşadığı süreç içindeki yeri önemli… Esasen çocuğa bu şekilde bakmak daha hak temelli bir bakış açısı sağlıyor bize diye düşünüyorum.

Emrah: Bu tarihsel süreç vurgusu çok önemli. Biz artık kendi yaşımızı da düşündüğümüzde gelen ve çocukluk döneminden ayak uydurma ve anlama gibi böyle bir gayret içerisinde olduğumuz için o değişimi değişecek olacağını bir kere kabul etmemiz gerekiyor belki.

Buradan da mesela sözleşmenin tarihi, çocuk haklarının tarihini falan düşündüğümüzde her şeyin ne kadar yepyeni olduğunu hatırlamakta fayda var. Sözleşmenin 31. yılındayız. Onun öncesi Cenevre Bildirgesi vs. var. 1924 zamanlarında bir yüzyılı bile aşmamış bir süreç aslında çocuk hakları mevzusunun konuşulur hale gelmesi. Ama değişiyor, dönüşüyor aslında yetişkinler de; öğrenmeye ve belki de kendi çocukluklarını hatırlamaya çalışıyorlar bütün bu süreçte. O da umut verici.

Biz eğitimlerde de hep söylerdik buradan da altını çizeyim: Çocukluğa ve çocuk haklarına, çocuk konusuna kafa yormak aslında daha güzel bir dünyanın olabileceği ile ilgili umudu yeşerten bir şey diye tanımlardık hep. Onu da burada böyle geçirmiş olayım ben.

Sevinç Koçak

Sevinç: Ben de bu tarihsel vurguya çok kısa ekleyeyim. 13. yüzyıldan itibaren tartışılmaya başlanıyor çocukluk meselesi. 16. yüzyılda olgunlaşmaya başlıyor ve biraz önce Emrah’ın dediği gibi çocuk hakları meselesi 1920’lerin başlarında şekil almaya, varlığı ortaya çıkmaya başlıyor. Bugün üzerine konuştuğumuz Çocuk Hakları Sözleşmesi ise 1989-90 yılları. Çocukluk meselesinin tartışılması, haklarının tanımlanması ya da hak sahibi bireyler olarak görülmesi  çok yakın tarihler dönüp baktığımızda.

O zaman buradan Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne geçebiliriz, başka girdiler yaptık zaten. Yani Çocuk Hakları Sözleşmesi bu işin neresinde duruyor, bu sözleşmenin önemi ve katkıları neler? Bir de tabii ki eksiklikleri, eleştirilip geliştirilmesi gereken noktaları üzerine de konuşabiliriz diye düşünüyoruz. Çünkü bu işin merkezinde duruyor aslında bir noktada. Biraz da onun üzerine konuşalım isterseniz.

Emrah: Aslında Çocuk Hakları Sözleşmesi, insan hakları hareketinin, insan hakları mücadelesinin bir sonucu, doğal bir uzantısı. Yani insan hakları mücadelesinin yüzyıllık bir tartışması, felsefesi var.

Daha sonra, savaşlarda insanların birbirine yapıp etkinlikleri, dönüp “Biz bunları birbirimize bir daha yapmayalım” deme noktasından sonra, devletlerin bir araya gelip bunu karşılıklı anlaşmalara, sözleşmelere dökmesi ile yazılı hale getirdikleri süreçlerden sadece biri. Yani aslında bir kâğıt parçası. İçerisinde bazı kelimeleri, çok önemli kelimeleri içeren bir kâğıt parçası.

Onun oluş süreci çok önemli bunu gözden kaçırmamak lazım. Bazen sözleşme ile ilgili özellikle hukukçularda, “Bu belgeyi belge olduğu için dikkate almalıyız” vesaire gibi bir yaklaşım da olabiliyor. Aslında işin felsefesini ve oraya geliş sürecini çok iyi içselleştirmek gerektiğini düşünüyorum.

Sözleşmenin oluşma sürecinden, çocuklarla ilgili tarihçeden biraz Esin de bahsetti. Sözleşmenin özellikle yarattığı, kırdığı nokta çocukların katılım hakkının altını çizen bir belge olması. Bu açıdan önceki belgelere göre çok daha önemli bir noktada. Çocuğun da kendini ifade etmesi, kendisi hakkındaki kararlara katılımı ile ilgili mekanizmaları güçlendirme vurgusu çok önemli.

Burada benim formülasyonum şöyle: Bu sözleşme ile çocuğu artık “muhatap” alınacak kişi olarak görmeye başladığını ilan etmiş oluyor devletler. Bu anlamda önemli. Tabii devletler bunları farkında olarak mı imzaladı çok bilmiyorum. Çünkü devletlerin bazen romantik çocukluk atıfları oluyor. Ama bu bir olanak. En azından sözleşmenin imzalanması için de alan açmış oldu. Şöyle, dünya üzerinde en çok ülke tarafından imzalanan sözleşme olduğu için, aslında dünya ülkelerinin üzerinde anlaştığı tek konunun çocuk mevzusu olması açısından da umut verici. Yani biz gerçekten çocuk haklarını gerçekleştirmek üzerinden kafa yormayı düşünürsek belki dünya düzenini değiştirebileceğiz (gülüyor). En azından bu benim yorumum.

Böyle bir giriş yapayım. Tabii çok heyecanlı, kocaman bir balon varmış gibi anlattım. Ama bu süreçte sadece sözleşmeyi imzalamak yeterli olmadı diyeyim.

Esin Koman

Esin: Emrah’ın da dediği gibi çocuk hakları, insan hakları hareketinin içinde doğuyor. Bazı kavramları tekrar tekrar kullanmakta fayda var. Mesela insan hakları dememiz gerekiyor aslında. Çocuk hakları derken çocuğun insan hakları meselesini vurgulamak da gerekiyor. Bu vurgu, algının değişmesi, çocuk hakları meselesinin yerine oturması, hak ihlallerinin önlenmesi için önemli. Bu terimlerin kullanımlarını arttırmak gerekiyor.

Tam da burada Sevinç’in vurguladığı, çocuğun yetişkin bireyden ayrı düştüğü nokta, özel gereksinimlerinin olması. Çocuğun özel farklılıkları var. Çünkü gelişim dediğimiz bir sürecin içinde çocuk ve gelişimini tamamlıyor. Gelişimini tamamlarken bazı şeylere ihtiyacı var. İyi, destekleyici bir yetişkine, iyi bir ortama, sosyal ve yükümlülüklerini yerine getiren bir devlete ihtiyacı var.

Çocuklar da dünyada olup biten her şeyden etkileniyor. Tıpkı bütün insanlık gibi. İnsan hakları hareketinin doğduğu nokta yoksulluk, savaşlar, krizler, afetler ise çocuk hakları hareketinin de tam da bu koşullarda kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle Çocuk Hakları Sözleşmesi dünyanın her halinde, çocuğun kendine özgü koşullarında desteklenmesine olanak sağlıyor. Çocuk hakları hareketi adına, temel bir dayanak oluyor bize. Nereden referans alacağımızı biliyoruz.

Çocuk Hakları Sözleşmesi tek başına yeterli değildir. Çocuğun durumunu değerlendirmek, çocuğu güçlendirmek ve hak ihlallerini ortadan kaldırmak için diğer insan hakları mekanizmaları ile beraber değerlendirmek gerekiyor. Bu bakış açısı bize çocuklara doğru yerden bakmayı ve çocuk hakları mücadelesine güçlü bir olanak sağlar.

Ama bence tartışmaya açık bir sürü yönü var. Revize edilmeye ihtiyaç duyuyor. Dünyanın içinde bulunduğu son süreçleri değerlendirdiğimizde her şeyin alt üst olduğunu görüyoruz. Bu nedenle var olan insan hakları mekanizmalarının yeniden yorumlanması, uygulamalarının değerlendirilmesi insan hakları hareketi için gerekli olduğunu düşünüyorum. Hak sahiplerini güçlendirecek yeni yöntemlere, yeni söylemlere ihtiyaç var. Bu nedenle Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin de bu tartışmaların içinde yer alması mümkündür. Yerle bir edilmiş bu kadar çok şeyin içinde sözleşmenin bir kenarda durup sadece öyle kalması ve tartışmaya açılmaması eksik kalabilir.

Belki bizler tartışamayacağız ama bunun felsefesini ve mantığını, çocuklarla birlikte tekrar düşünmek gerekecektir. Ama şimdilik temel bir dayanak olarak gerçekten sahip çıkmak gerekiyor. Sözleşmenin dört temel ilkesi, temel yaklaşımı, temel değerlerinin savunulması ve tekrar tekrar hatırlatılması çocuk hakları hareketi adına çok gerekli. Elimizi çok güçlendiren temel bir dayanak.

Gene sözleşme çocuğun o çocukluk dönemine önem atfediyor. Oraya başka bir vurgu yapıyor. O vurguya ihtiyacımız var maalesef. Çünkü o kadar çok kötülük yaşanabiliyor ki öyle bir vurgu gerekiyor. O vurgu acınası bir vurgu değil. Tam tersi güçlendirilmesi ve farkında olunması gereken bir vurgu. Ne demektir bu; 3 yaşında bir çocuğun neye ihtiyacı olabileceği, her 3 yaşında çocuğun aynı şeye ihtiyaç duymayabileceği, her 3 yaşındaki kız çocuğunun aynı mekanizmanın içinde yer alamayacağı gibi. Her çocuğun kendine özgü gelişim gösterir, kendi ait ihtiyaçları vardır ve koşulları farklıdır. Bu vurgu bizim çocuk algımızı değiştiren ve çocuğu birey olarak görmemizi sağlayan önemli bir ayrıntıdır.

Sözleşme sadece çocuk üzerinden gitmez, ebeveynler üzerinden, devletin sorumlulukları üzerinden de ilkeler belirler. Bu açıdan sözleşme bizim için iyi bir perspektif sunuyor. Bu yüzden bunun savunusunu güçlendirmek gerekiyor. Ama her zaman da tartışmaya açmak gerekiyor.

Sevinç: Sözleşme bizim elimizi güçlendiriyor. Güçlendirdiği yerlerden bir tanesi de devlete getirdiği yükümlülükler. Hak ihlalleri karşısında bu yükümlülükler üzerinden devleti harekete geçirmeye çalışıyoruz. Çünkü devletin ihlal ettiği aslında kendi imza attığı sözleşme. Tek başına evet yetersiz.

Sözleşmenin de yeniden güncellenmesi, gündeme getirilmesi gerekiyor ki hak tanımlayan her belge zaten gelişmeye açık olmak zorunda. Bu alanda yapılan hiçbir sözleşme, noktası konmuş ve tamamlanmış gibi görülmemeli. Örneğin temel ilkelerinden biri çocuk katılımını olan bir sözleşmenin çocuk katılımından yoksun hazırlanmış olması bile onun bu açıdan geliştirilmesi gerektiğini gösteriyor.

Dört temel ilkeyi dillendirmek de gerekir. Biz herkes biliyormuş gibi geçiyoruz üzerinden ama belki bilmeyenler olabilir. Birincisi, bütün çocuklar eşittir ve Çocuk Hakları Sözleşmesi ve çocuk hakları bütün çocuklar içindir. İkincisi, çocuğu ilgilendiren her konuda çocuğun yüksek yararını gözetmekten bahseder sözleşme. Ki biraz sonra bahsedeceğiz, çocukların yüksek yararından değil daha çok devletin ihtiyaçları ve yararını gözeterek alınan tonlarca kararla karşı karşıya geliyoruz. Üçüncüsü, çocukların yaşam hakkı. Bir diğer ilke de çocuk katılımıdır.

Sözleşmeden bahsederken şunu da es geçmemek gerekiyor. Sözleşmenin imzacı devletlerinden bir tanesi Türkiye ama Türkiye’nin çekince koyduğu maddeler var. 17, 29 ve 30. maddeler. Çocukların dilleri yokmuş gibi, aynı dili konuşuyor ve farklılıkları yokmuş gibi bakıldığında da sorunlar çıkıyor. Sözleşme çocuklar için anadil hakkından da bahsediyor. Anadilde eğitim alma, konuşma hakkı gibi. Türkiye’nin çekince koyduğu maddeler de bunlar. Geçen yıl 20 Kasım’da “çekincesiz çocuk hakları” diye özel vurgu yapmıştık. Çekincelerin tamamıyla kaldırılması gerekiyor. Anadilde konuşma, eğitim alma, yayın okuma hakkı önemli haklardır ve çocuk hakları açısından temel haklar arasında yer alıyor. Türkiye’nin bu çekinceleri kaldırması için de çocuk hakları aktivistleri olarak uzun süredir çalışma yürütüyoruz.

Emrah: Sözleşmenin ana ruhu olan dört temel ilkesi ayrı ayrı çok önemli fakat çocuğun yüksek yararı bakışı sözleşmede ilk kez söylendiği için hiçbirimizin unutmaması gereken bir bakış/ilke. Sözleşmenin çocuk haklarına kattığı en önemli şeylerden biri de bu.  Yetişkinler tarafından kurgulanan düzen vurgusu; sistemi koruyan, çocukları görmezden gelen, çocuğun ihtiyaçlarını yok sayan bakış açısı olduğu için bu sözleşmede çocuğun yüksek yararı bakış açısı çok önemli bir yer tutuyor. Bütün adımlarda bunu tekrar tekrar hatırlayıp, herkese göstermek gerekiyor.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde insan hakları üzerinden dikkat çekmeye çalışmıştık biraz evvel. İnsan Hakları Beyannamesi’nin ilk maddesini içselleştirmekte ve unutturmamakta fayda var.  ‘’Bütün insanlar eşit, özgür, onurlu ve haklar bakımından eşittir ve kardeşçe davranırlar’’ diyebileceğimiz madde. Çocuk da bir insansa ona da eşit, özgür, onur ve haklar bakımından eşit olduğunu hatırlamamız ve belki yeniden öğrenmemiz gerekiyor.

İstanbul Sözleşmesi ile ilişkili tartışma yaratan bir kesim var ya o yüzden Çocuk Hakları Sözleşmesi ile ilişkili eleştirel yaklaşımları dillendirirken kamuoyunu dikkat etmekte fayda var. Tanınan şeyler ile ilişkili 2 adım geriye gidebiliriz. Küçücük bir endişemi paylaşmak istedim sadece.

Sözleşmede geliştirilmesi gereken şeyler olduğu çok açık. Süreç değişiyor, dil değişiyor. Sözleşmede ayrımcılığı belirtirken ırkın geçtiği gibi cinsel yönelimin de geçmesi gerekmektedir. Türkiye’de bu tartışma nasıl olur gerçekten muamma. Belgelere eklemeler yapmak daha doğru olur çünkü orada edinilmiş haklar var. ‘’Kamu düzenini tehlikeye atmadığı taktirde’’ diye bir madde var. Çocuğun yüksek yararını gözetiyorsak bu kamu düzeni nedir, nasıldır ve kim belirler? Örneklerini görüyoruz; kamu düzeni dediğimizde eylem ve protestolara katılan çocuklar ile ilişkili muameleyi görüyoruz. Sözleşme kamu düzenini tehlikeye atmadığı sürece, bir arada yaşamayı ortaya atsa da sorun devletin kendisinden ve hiyerarşiden gelmektedir. Ucu açık ve tehlikeli buluyorum bunları o yüzden.

Sözleşmenin bazı örneklerde olduğu gibi bir bağlayıcılığının olmaması da sorunlu. İnsan hakları ihlallerinde bir mekanizma, insan hakları mahkemesi gibi bir bağlayıcılık, yükümlülük ve takip sistemi oluyor. Sözleşmenin takip sistemi, ülkelere tavsiye veren bir çocuk hakları komitesi, raporlama, izleme birimleri var. Ama o, hükümetin raporu oluyor. Komite özellikle çocuklardan rapor istiyor ama bu beceriye sahip olma yeteneği verilmediği zaman sadece hükümetin raporu ve komitenin gözlemleriyle kalıyor. Bu yüzden sivil kurum örgütlerin, inisiyatiflerin çocukların raporlama konularına katılması çok önemli. 5 yıllık raporlamalar isteniyor. 5 yıl çocuklar için kocaman bir zaman. Bu da sistemin ne kadar yetişkinler tarafından kurgulandığını gösteriyor. Çünkü bir komite var 18 üyeden oluşuyor, gönüllü çalışıyorlar, raporlama daha kısa süre aralıklarında olursa neye yetişeceğiz düşüncesindeler. Çocuk hakları ile ilgili gerçek bir izleme yaratmak istiyorsan bunun insan kaynağını, bütçesini ve yapısını açacaksın. Orada yine bir yapı var fakat göstermelik olarak kalıyor. Çocukların hayatındaki zamanı gözeten bir yapı değil.

Sözleşmenin arkasından ekstra protokoller de var. Silahlı çatışmalara dâhil olmamaları, çocuk fuhuşu, çocuk pornografisi… ile mücadele protokolleri gibi. Bu protokollerin de isimleri değişmeli öncelikle. Dil değişmeli. Böyle deyince alanı meşrulaştırmış oluyoruz. “Pornografik malzemelerde çocukların kullanımı” diye lanse edilmesi daha faili gösteren bir şekilde olabilir.

Biraz evvel Sevinç’in de bahsettiği çekinceli madde demek; bir çocuk hakları aktivisti avukat arkadaşın da dediği gibi, “ben bunu sevmedim, yapmayacağım” demek değil. “Ben şu anda o maddeyi uygulayacak konumda değilim, yasaları ve uygulamaları değiştirmem gerekiyor” mantığıyla zaman alma mevzusu aslında.

Böyle konuşurken sanki devletin o çekinceli maddeyi yok sayma lüksü varmış gibi anlaşılıyor. O yüzden çocuk hakları hareketinin sürekli “çekinceli maddeyi kaldır” diye hatırlatması gerekiyor. Çünkü öyle bir lüksü yok. Onu da belki kafamızda tutmamızda fayda var. Devlet katında veya karar vericilerde birilerini ikna etmek zorunda değiliz aslında. Onlar o sözleşmeye imzayı atmışlar bir kere. Çekince koymuşlar, çünkü demişler ki “ben daha hazır değilim.” O zaman hazır ol, o zaman hazırla kendini, o zaman alan aç diye ısrar etmemiz gerekiyor.

 

Esin Koman: FİSA Çocuk Hakları Merkezi

Emrah Kırımsoy: Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği

Sevinç Koçak: İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu