Suriye Makamlarına Sunulan Bildirim (Haziran 1971) – Hikmet Kıvılcımlı

El Yazmaları’nın Notu: Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümünün 49. yıl dönümü kapsamında hazırladığımız dosyada, Kıvılcımlı’nın özgeçmişi ile 12 Mart muhtırasını değerlendirdiği 1971 Haziran ayında Suriye makamlarına yazdığı bildirimi siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Doğum: 1902.

İstanbul Birinci Emperyalist Evren Savaşı, Osmanlı İmparatorluğunu mütareke ile teslim olmaya zorlarken, 1919 yılı emperyalist maşası Yunan ordusu, İngiliz sermayesinin (Demiryolu, Liman, Gaz, Su, Halı, Manganez, Madenler ve ilh. gibi alanlarda) en kesif yatırımlar yaptığı Ege-İzmir bölgesine çıktığı gün, ben Yörük Ali Çetesinde fedai olarak Aydın cephesinde savaşa katıldım. Cephe gerisine İtalyan askeri dost diye çağrılınca İstanbul’a döndüm. Tıbbiye-i Askeriyye-i Şahane’den 1341 (1925) yılı mezun oldum.

Daha Tıbbiye’de iken Sosyalizm teori ve pratiğine başlamıştım. Milli Kurtuluş Savaşı zafere ulaşınca, Ankara’nın vaadetmiş olduğu Sosyalizm yerine Kapitalizm yoluna girişi beni şoke etti. İkinci Cihan Savaşına dek gayrı müsait şartlar altında Sosyalizm mücadelesine devam ettim. Şimdi tarihlerini ve miktarlarını hatırlayamadığım kadar defalarca hükümler giydim. En son 1939 yılı askeri isyana tahrikten bir 15 yıla daha Nazım Hikmet’le birlikte hüküm giydik. 1950 affı ile çıktık. Nazım Türkiye dışına kaçtı. Ben Türkiye’nin Demokrat Parti (DP) altında yabancı sermayeye ve emperyalizmeborçlanarak bütün ekonomik ve politik varını ipotek ettiğini istatistikleri ve belgeleri ile tespit edince, eski bir Kuvayımilliye savaşçısı sıfatı ile Vatan Partisi’ni kurdum (1954).

İdeoloji: Antiemperyalizm ve Antifeodalizm şiarları altında İkinci Kuvayımilliyecilik Seferberliği idi. Menderes-Bayar kliği, 1957 seçimlerinden sonra, özellikle Vatan Partisi’ne ve sosyalist temayüllere karşı tedhişe geçti. Amerika’dan 300 milyon dolar koparmak için iki yüzlü dış ve iç şantajlara kalkıştı. Bir yanda Kruşçef’i Ankara’da karşılamaya hazırlanırken; ötede, Amerika Dışişleri Bakanı Ankara’ya geldiği gün, bütün basında 36 punto yazılarla benim ve sosyalist arkadaşlarımın başlarını suçlu olarak teşhir etti. Çok geçmedi, Ordu gençliği, 1960 yılı 27 Mayıs vuruşu ile DP iktidarını alaşağı edip Menderes ile iki bakanını astı.

Sosyalizm uğruna 50 yıllık mücadelemde 50 yıla yakın hüküm giyip 22 yıldan fazla yattım.50’ye yakın ilmi eser yayınladım. Bunların en sonuncuları: “Tarih-Devrim-Sosyalizm”, “İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş: İngiltere”, “Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak için Uyarmalı”, “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi”, “Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu”, “Oportünizm Nedir?”, “Halk Savaşının Planları”, “Devrim Zorlaması-Demokratik Zortlama”, “27 Mayıs’ın Eleştirisi”, “İkinci Kuvayımilliyeciliğimiz (Milli Birlik Komitesine Açık Mektuplar)”, “Emperyalizm: Geberen Kapitalizm”, “Toplum Biçimlerinin Gelişimi”, “Anarşi Yok, Büyük Derleniş”, “Proletarya Partisi’nin Program ve Tüzüğü” ve ilh. gibileri, halen, ben Türkiye’den çıkana dek kimisi yeni baskıları yapılarak satılmakta idi. “Sosyalist” haftalık gazetenin sahibi ve başyazarıyım. “Türk Solu”, “Aydınlık Proleter Dergi”, “Aydınlık Sosyalist Dergi” gibi mevkutelerde çıkmış etütlerimin, makalelerimin, İstanbul, Ankara, İzmir Üniversitelerinde verdiğim konferansların, yaptığım seminerlerin, açık oturumların, yazdığım diğer makalelerin sayısını ben dahi bilemiyorum. Bütün o mücadele ve yayınlarda işlediğim başlıca tema, teori açısındaniki büyük noktada toplanabilir:

1- Türkiye gibi Yakındoğu’nun antika medeniyetlerinden çıkagelmiş, daha doğrusu bir türlü çıkamamış, o yüzden Batı kapitalizminin Geniş Yeniden İstihsal ekonomisi önünde sömürgeleşme prosesine girmiş ülkelerde: Batı’daki klasik Burjuvazi-Proletarya (yani modern işveren-işçi sınıfları) yanında, ayrıca antik medeniyetlere temel olmuş küçük üretim tabanı üzerinde, Tefeci-Bezirgan ekonominin mütemadiyen yıkılıp yeniden kurulmuş Tarihsel Devrimler (bir medeniyetin bütün sosyal sınıfları ile birlikte, en son ilkel sosyalist toplumlarca yıkılması ve yeniden kurulması) sistemleri içinde Derebeyleşme ile sona ermiş Tefeci-Bezirgan Sınıfları vardır. Bu bakımdan geliştirilmemiş ülkelerin sosyal tezadları, Batı’daki basit sınıflar savaşından çok daha karmaşıktır.

2- Batı emperyalizmine asıl hükmeden artık (Kapitalist-Büyük Emlak Sahipleri) denilen 19. Yüzyılın klasik hakim çifte sınıfı değil, bu iki sınıfın en kodamanlarını Bankalarda, Tröstlerde, Kartellerde, Konzernlerde, Holdinglerde domuz topu etmiş Tekelci Finans-Kapital zümresidir. Geri ülkelerde de gericiliğin Özgücü: Büyük merkezlerde yuvalanmış bulunan bu Modern Finans-Kapitaldir. Ama ülkenin geniş taşra kasabalarında ekonomiye ve topluma hâlâ hükmeden eşraf, ayan, derebeyi tiplerine karmış Antika Tefeci-Bezirgan sınıfları (Kur’an-ı Kerim’in Riba diye özellikle Mekke surelerde haram ettiği faizcilik ve vurgunculuk mümessilleri) emperyalizmin yedek gücüdür. Türkiye’de Amerikan hegemonyası altında iktidara gelen DP o iki (modern Finans-Kapital zümresi ile antika Tefeci-Bezirgan) sınıfın şartsız kayıtsız ittifak ve tahakkümlerinin siyasi sentezidir. Bu irtica cephesine karşı Vurucu güç (Ordu gençliği): Başta en teşkilatlı ve şuurlu tek modern sosyal sınıf olan işçi sınıfını Özgüç ve bütün küçükburjuva (Köylü, Esnaf, Aydın vb.) ve serbest rekabetçi (tekelci kodamanlara ve emperyalizme karşı, vatanı milleti satmayacak) sermayedarları Halk Yedek Gücü olarak teşkilatlıca tutar ve harekette desteklerse, hem kazanılan siyasi iktidar yıkılmaz olur, hem ülkenin “muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşma temposu büyür, çabuklaşır.

Hizb’ûlBaas’ın teorik yapısını etüt etmek isterim. Ancak şimdiye dek izleyebildiğim pratik politikası, yukarda özetlemeye çalıştığım görüşlerimle yakın akraba gibidir. Hele Ferik Hafız el Esat Hazretlerinin son Fransızca Le Monde gazetesine verdiği röportajını okuyunca o noktadaki kanaatim daha da kuvvetlendi. Onun için Türkiye’den çıkmak zorunda kalınca, fikir ve ruhuma ilk tevarüt eden Suriye oldu. Zaten Hz. Muhammed’in büyük “İnnelMüslimineihve!” prensibi, daha dün hepimizin aynı Osmanlı camiasında bir cüz olduğumuz ve hele Suriye devrimcilerinin Osmanlı militarist derebeyliğine, komprador İttihatçı zulmüne karşı yiğitçe mücadeleleri unutulamazdı.

İsrail bütün Türkiye halkının düşman gördüğü bir ülkedir. Bütün Türkiye ekonomisinin ve masonik yollardan politika, idare ve kültürünün Yahudi tesiri altında ezildiği bir gerçektir. Türkiye’nin şuurlu ve sol aydınlarına göre: İsrail Arap dünyasının belinin ortasına çakılmış bir emperyalist kamadır. Çakılış sebebi, Batı kapitalizminin can damarlarındaki akar kanı olan Yakındoğu petrollerini Akdeniz’e getiren payplaynların çoğunun Filistin’den geçmesi ve bu petrol borularına İsrail gibi her an emperyalist silah müdahalesi ile desteklenebilecek bir bekçi köpeğinin kapitalizm için vazgeçilmez oluşudur. Bu açıdan İsrail-Filistin meselesi, gerçekte Dünya Emperyalizm- Sosyalizm meselesidir. Ve öylece çözümlenebilir. Arap milleti kimi derebeylere rağmen bu hakikatin ışığına ve pratiğine girmiş bulunuyor.

Emperyalizm, hele Amerika U.S. (CIA), dünya tahakkümünü sağlamak için son yıllarda geri ülkelere füzeler gibi iki merhaleli kargaşalıklar sokma usulünü kullanıyor. Endonezya’da kanlı facialar yaratan bu usül, Türkiye’de de her 10 yılda bir denendi. 27 Mayıs 1960 ihtilali suikasti amortize etmişti. O zaman da Amerika (CIA) inkılapçı başlatıp mürteci bitirme, soldan gösterip sağdan vurma çifte merhaleli, iki katlı oyununu yaptı. Bereket Ordu gençliği oyunu çok az önledi. 27 Mayıs’tan sonra, Türkiye’de Sosyalizm yasak edilmekten çıktı. Bütün aydınları ve işçileri uyarmaya başladı.

O zaman, Birinci Kurtuluş (Kuvayımilliye) savaşında önlenen Amerikan Mandası mı (İttihad ve Terakki Partisi) yoksa İngiliz Mandası mı (Hürriyet ve İtilaf Partisi) olalım teslimiyetinin 1945 yılından beri önce yavaş, sonra yıldırım çabukluğu ile Amerikan Mandası biçiminde Türkiye’de bütün radarları, ABD’li üsleri, yabancı uzmanları, askerleri, “Barış Gönüllüleri” ve kovboy, sinema, Amerikan modası, hatta din perdesi altında CIA casus teşkilatları ve siyaset bezirganlıkları ile yerleşmiş bulunduğu gittikçe daha acı acı anlaşılmaya başlandı. İlk tepki Amerikan İstihbaratı ile 6. Filo gösterilerinekarşı belirdi. Amerikan denizcileri denize atıldı, Amerikan elçisinin otomobili yakıldı. Amerikan müesseseleri örselendi. Aydınların ve gençliğin aksülameli olarak göze çarpan Amerikan düşmanlığı, 1970 Haziranında patlak veren işçi ayaklanmaları üzerine kesin safhasına giriyordu. Gerek CIA, gerek onun yerli uşakları bu gidişi önlemek ve yıldırmak için çoğu aylıklı ajanlarla işsiz lümpenlerden derlenmiş “Komando” yahut “Ergenekon Arslanları” yahut “Ülkü Ocakları” diye halkın alay mevzuu olan silahlı emperyalist çeteleri kurdu. Bunlara Alpaslan Türkeş gibi Kıbrıs’tan Türkiye’ye sokulup Harbiye’de ırkçı olarak yetiştirilmiş kimselerin kurdukları sözde milliyetçi, gerçekte Amerikancı partiler, Kayseri’nin en zalim feodal Tefeci-Bezirganlarından Feyzioğulları’nın Güven Partileri maske edildi. Adalet Partisi’nin Amerikan şirketlerinde ortak Demirel’i hükümet eliyle, CHP’nin İnönü kanadı tarafsız görülerek o “Komando” kılıklı gizli ajanların gün ortası, halk içinde ilerici gençleri kurşunlayıp kaçmalarını gittikçe azdırdılar.

Bu durumda ya ölmek, ya meşru müdafaaya geçmek zorunda bırakılan devrimci gençler, Filistin savaşçıları ile temasa geçip Arap dünyasında gerilla metotlarını öğrenmeye giriştiler. Son zamanda gençliğin arasına kışkırtıcı provokatörlerin sokulduğu ve şuur ve disiplin dışına itilmelerin çoğaldığı seziliyordu. Bununla birlikte Ordu gençliği ve tabanı Birinci Kurtuluş (Kuvayımilliye) geleneğinin Amerika’ya karşı İkinci ve daha şuurlu bir Halk Kurtuluş Savaşı isteğini süratle benimsiyordu. 27 Mayıs Anayasası: Türkiye’nin “Sosyal Cumhuriyet” olduğunu ve milletin, halkın “Direnme (Muhalefet)Hakkı”nın kutsiyetle tanındığını yazıyordu. Ordu Vazife Talimatnamesi, Orduya Anayasayı “korumak ve kollamak” görevini veriyordu. AP iktidarı ve bütün öteki Bezirgan ve Finans-Kapital siyasi partileri gençliğe karşı tatbik ettikleri öldürücü ve soysuzlaştırıcı illegal tahakküm ve baskıyı Ordu gençliğine ve tabanına karşı yürürlüğe geçirmekten acizdi. O sebeple, Ordunun tarafsız kitlesini tedirgin etmek için Kürt meselesini ve vakitsiz patlamaları kışkırtıyorlardı. Bu kasıt tutmayınca iki merhaleli ordu müdahalesi planlandı. Ordu içindeki ilericilere, devrimci sol hareketle birlikte, hiyerarşi bozulmadan, başta Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Kumandanları gelmek üzere yapma yolu uygun gösterildi. Ordu ilerici kuvvetleri de haklılıklarına güvenerek bu yolu tuttular. 1960’da 27 Mayısçılardaki daha devrimci kanadın, 1963’te 21 Mayısçıların “geciktirme” hatasına, 1971 Mart 12 “Muhtıra”cıları da düştüler. Hareketi 9 gün sonraya bırakınca, bir mütereddidin ihaneti ile CIA ve yerli ajanları Ordunun tepesindekileri iki yüzlü davranmaya çekebildi. O vakit “İkinci basamak” tatbik edildi. 12 Mart Muhtırası üç madde oldu. Birinci madde: Parlamentoyu, Hükümeti ve Siyasi Partileri suçlu saydı. İkinci madde: O suçun “İnkılap kanunlarına uygun” olarak tamir edilmesini, gene Partiler üstü kalması istenen “Parlamento”dan istedi. Bu yapılmazsa Ordunun resen idareye el koyacağı 3. Madde ile ihtar edildi. AP’nin Demirel hükumeti istifa ettirildi. Böylelikle vakit kazanan gerici elemanlar aldattıkları Ordu ilericilerini ani baskınla tasfiye ettiler. Suçladıkları Parlamentodan en ağır Sıkıyönetim kanunlarını ve kararlarını Nihat Erim hükumetine çıkarttırdılar. Bu oyun, Türkiye Finans Kapitalistlerinin, dünya Finans-Kapitalistlerinin emriyle oynadığı aldatmacadır. Ancak “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”. Türkiye en müthiş bir iktisadi buhran içindedir. 21. yüzyıl sonuna dek ödeyemeyeceği dış borçlara boğulmuştur. Sanayi, Finans-Kapital elinde, yabancı kumpanya ve devletlerin müsaade ettikleri iratçı tufeyli biçiminde olduğu için, ziraat de birkaç bin tefecinin traktörleri ile kökleri kazınan köy nüfusu ve çok işsizlerle doldurdu. Yarım milyon işçi Avrupa’ya can attı. Bir milyon işsiz dışarıya kaçmak için İş Bulma Kurumları önünde rüşvet vererek nöbet sırası bekliyor. Her yıl 400 bin kadar artan 2,5 milyon işsiz-yoksul sürünüyor. Ötede dış ticaret 40-50 Yahudi yahut melez firmanın döviz kaçakçılığı ve fatura oyunları ile her yıl artan açıklarını, yaman Bütçe açıkları ile yarıştırıyor. Onun için Türkiye Finans-Kapitalistleri Nato-Cento-Seato emrinde Avrupa Ortak Pazarı’na ve parlamentolarına, cankurtaran simidine sarılırca sarıldılar. Satılmadık milli menfaat ve sınır bırakmadılar. Bu çıkmaza, bayağı bir kukla olan N. Erim hükumeti veya sıkıyönetimlerin drakonyen kanunları hiçbir çıkar yol getiremez. Tersine ekonomik tezatları büsbütün dinamitleştirir. Rejimin tek umudu, Amerika’ya ve onun Türkiye’deki semitik ve masonik kollarına yaranmaktadır. Bu ise, memlekette daha korkunç devrimlere zemin hazırlamaktan başka sonuç veremez. Devrimcileri çoğaltır, ilericiliğe yeni ufuklar açar.

12 Mart Muhtırası henüz mantıki neticelerini vermemiştir. Asıl çıngar, ara sıra sözü edilen “Reform”lara gelince kopacaktır. Tepeden inme Sıkıyönetim yırtıcılığı, Ordunun ilerici güçlerini ilerde daha tedbirli olmaya zorlamaktan geri kalmayacaktır. Gençlik ise, bir daha geri dönmemecesine sosyal problemlerin içindedir. Dini hisleri CIA ajanlarının istismar etmelerinin de bir haddi gelecektir. CIA petrol şeyhlerinin maskesini kullansa da gericilik birkaç satılık kişinin “aylıklı asker”liğinden öteye geçememiştir. Menderes Ordunun Demokratik eğilimi ile Demirel Sosyalist eğilimi ile karşılaştı. Aradaki fark 10 yılda kendini gösterdi.

Haksız baskı ile (Mecelle’nin dediği gibi): “Bir şey dıyk oldukta, müttesi olur”.