Nejla Kurul: “Temel Yurttaşlık Geliri Üzerine Düşünüp Tartışmaya İhtiyacımız Var”

El Yazmaları’nın Notu: Uzun bir süredir tartışılan Evrensel Temel Gelir uygulaması hakkındaki tartışmalara katkı sağlamak amacıyla bir dizi röportaj yapmayı önümüze koyduk. Bu amaçla akademisyen Nejla Kurul ile gerçekleştirdiğimiz röportajı siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Son yıllarda evrensel temel gelir, temel yurttaşlık geliri(TYG) ve temel gelir gibi adlarla Türkiye’de süren bir politika tartışması var. Temel gelir siyasetin hem sağ hem de sol yelpazesinden eleştiri aldığı gibi öneriliyor da. Temel Yurttaşlık Geliri’nin modernizmin ikiliklerini aşan, gündelik yaşama dokunan kapsayıcı bir yanı var. Bu tartışmanın felsefi, ekonomik ve toplumsal çerçevesini nasıl oluşturuyorsunuz?

Bana göre temel gelir tartışması, sermaye-devlet-yurttaş ilişkisinde salt yeni liberal bir politika ve yeni bir devletleştirme pratiği olarak okunmamalıdır. Temel gelir liberal bir eksenden okunduğunda emek, sermaye ve devlet ilişkisi yalnızca ücretli işçilerin emeğini üretken emek olarak görüyor. Bu nedenle de emeğin diğer bütün kesimleri sadece yeniden üretici, hatta üretici olmayan emek dışı bir süreç olarak ifade ediliyor.

Temel gelir tartışması bu üçlünün bakış açısından kurulduğunda, sağ siyasette “çalışmayana neden temel bir gelir verelim ki?” diyen tartışmaya yol açarken sol siyasette “temel gelir kapitalizmin emeği kapmasını sağlayan ve ufuktaki siyasal devrimleri engelleyen bir mekanizma” olarak görülmesine neden oluyor. İki bakış açısı da temel gelirin altında yatan çoklu dinamikleri görmezden geliyor. Bana kalırsa temel gelir daha derinlikli bir tartışmayı hak ediyor. Hatta bir politika olarak temel geliri aşan bir tartışmaya vesile oluyor. Pratik, bugün temel geliri zorunlu kılabilir. Ne var ki bu tartışma yarın başka bir konuya evrilebilir. Bu bağlamda temel gelir tartışması tek başına fetişleştirilmemelidir. Ancak ekonomik kriz ve salgın günlerinde artan işsizlik, yükselen vergiler ve fiyatlar, gelirin adaletsiz dağılımı, artan yoksulluk nedeniyle emekçilerin hayatta kalması ile ilgili bir politika önerisidir.

Biyo-politik bağlamda, sermayenin üretimi, her zamankinden fazla bizatihi toplumsal hayatın üretimi ve yeniden üretimiyle kesişiyor; dolayısıyla üretici, yeniden üretici ve üretici olmayan emek arasındaki ayrımları savunmak eskisine göre zorlaşıyor. Pandemi günlerinde Almanya’da işinden ayrılmak zorunda olan milyonlarca emekçiye yardım olarak değil, hak olarak yaklaşık 1000 Euro ödenmesi bir yandan emeğin talebidir ve bir yandan da bu pratik devletleştirilmiştir. Ancak milyonlarca ülke sakininin hayatta kalması için doğru bir uygulama olmuştur. Bu kısmi örnekte olduğu gibi temel gelir özgülünde aynı coğrafyada konaklayan insanların, emekçilerin yaşamları üzerine yeniden düşünmelerini sağlayacak bir bakış açısı sunar. Yardıma ihtiyaç duyan insanlara değil ya da yandaşlara dağıtılan ve sonrasında iktidar partisine üye kaydetmenin bir aracı değil, bir hak olarak gelir desteği üzerinde düşünmemizi sağlayan bir politika aracıdır temel gelir.

Bu tartışmanın teorik/politik arka planı nedir?

Her yurttaşa (18 yaşındaki) temel bir gelir sağlanması, zamanın değeri ve ölçüsü konusunda yeni ve özgün bir tartışmaya gitmemize vesile oluyor. Bu tartışma esasen Hardt ve Negri’nin çalışmalarında derinleştirilmiştir. Modern zaman kavrayışımızda, ücretli emek düzeni (özellikle sanayi proletaryası) dışında kalan emek kategorilerini yeniden üretim içinde ele alıyorduk. Bir ikilik doğmuştu üretim ve yeniden üretim. Atladığımız konu, yeniden üretimin, kaynayan, çoklu ve çeşitli üretici faaliyetleri kapsıyor oluşu ve kapitalist ölçü birimleri içinde görünmez kılınmasıdır.

Hardt ve Negri’ye göre “Emek, ister maddi ya da maddi-olmayan emek, isterse kafa ya da kol emeği olsun, toplumsal hayatı üretir, yeniden üretir ve bu süreçte sermaye tarafından sömürülür. Biyo-politik üretimin bu geniş çerçevesi sonuçta proletarya kavramının genelliğini kavramamıza imkân verir. Biyo-politik bağlamda üretimle yeniden üretim arasındaki ayrımın zaman içinde ortadan kalkması, bir kez daha zaman ve değerin ölçülemezliğine ışık tutar. Emek fabrika duvarları dışına çıktıkça, çalışma gününün herhangi bir ölçüsüne ilişkin bir kurguyu savunmak ve böylece üretim zamanıyla yeniden üretim zamanını ya da çalışma zamanıyla boş zamanı birbirinden ayırmak giderek zorlaşır. Biyo-politik üretim alanında gümbür gümbür çalışan saatler yoktur; proletarya bütün genelliğiyle, her yerde, bütün gün boyunca üretir”(M. Hardt ve A. Negri, İmparatorluk, s.406).

Hardt ve Negri’nin yaklaşımını biraz daha somutlaştıralım. Sayıları giderek artan işsizler okyanusu, salt sözleşme ve ölçü düzeninden haksızca dışlanmaları nedeniyle üretim alanı dışına itilmiş oluyor. İşsizin ücretli emek dışında kaldığı için sıfır düzeyinde bir yaşam sürdüğü varsayılıyor, işsizler böylece ölçü birimine uymadığı için değersizleştiriliyor. İşsizin kayıt dışında yaptığı işler de yok sayılıyor. “Kayıt dışı”nda ciddi bir üretim alanına karşılık gelen kadın emeği, köylü emeği, çocuk emeği, yaşlıların emeği, göçmen emeği, kapitalist ölçü birimi içine sokulamayan tüm emek biçimleri gözden ırak emek kategorilerini oluşturuyor. Örneğin feminist teoride kadının emeği bu nedenle “görünmeyen emek” olarak değerlendirilmiştir. Evde üç öğün yemek hazırlığı, evin derlenip toparlanması, temizliği, çocukların ve yaşlıların bakımı, ekmek yapımı, kış günleri için gıda hazırlığı, çocukların eğitimine destek gibi bizatihi üretim faaliyeti olan alanlar artık gözler önüne seriliyor. Bu olgu karşısında yeni bir zaman kavrayışına ikna olabilirsek zamanı çoğul toplumsal bedenin (çokluk) hareketlerinde vücut bulan ve yaşayan kolektif bir deneyim olarak algılayabiliriz.

Zamanı ücretli emek düzeni içinde ya da dışında kolektif bir deneyim olarak algılamak bizler için de yeni bir olgu. Yeni zamansallık anlayışımızla, çoğul emek kategorileri için, somut, pratik, teorik ortak politik bir eğilimi bütünlüklü biçimde ortaya çıkabiliriz. Hardt ve Negri’ye göre zaman, artık aşkın bir ölçü ve bir önsel tarafından belirlenmez. Zaman artık üretim ve yeniden üretim içinde çoklu emeğin doğrudan varoluşu ile ilgilidir. Emeği sözleşme ve hesapla ölçmek mümkün değildir. Zaman yeniden tamamen kolektif varoluşa tâbi hale gelmiş ve böylelikle çokluğun ortak faaliyetine ait olmuştur.

Endüstriyel işçi sınıfı kapitalizmin bir evresinin en görünür olgusu idi. Emek örgütleri de mücadeleyi bu olgu ile karşıtlık içinden ördü. Ne var ki yaşamın akışına dair yeni öğrenmelerimiz ücretli emek süreçlerinin altında ve arkasında yatan kaynayan pek çok olguyu açığa çıkardı. Kuşkusuz endüstriyel proletarya oransal olarak azalsa da varlığını sürdürüyor belli sektörlerde. Erkeği ve kadını fabrikalara dahil eden bir emek sürecine karşılık geliyor. Ancak sanayi proletaryasına yeni emek süreçleri eklenmiştir. İşçi sınıfının bireşiminde farklanmalar olmuştur; öte yandan bizler de hayatın farklı veçhelerini gözlemlemeye başladık. Böylece “proletarya” deyince emeği sermaye tarafından dolaylı ve doğrudan sömürülen herkesi kapsayacak biçimde genel bir kavram olarak ele almaya başladık. Yaşamın bir anında işi olan bir anında işsiz kalan işsizler okyanusunu, kadınların görünmeyen emeğini, kayıtlara girmeyen göçmen emeğini, mevsimlik işçilerin çocuklarının emeğini, çocuklara bakan yaşlıların emeğini ve görünmeyen diğer emek biçimlerini fark ediyoruz. Yani biyo-politik üretim bir genellik taşıyor.

Biyo-politik üretimin bu genelliği  Hardt ve Negri’ye göre, “herkes için bir toplumsal ücret ve garantili bir gelir talebini açığa çıkarıyor. Yazarlara göre, “Toplumsal ücret her şeyden önce aile ücretine karşı çıkar. Aile ücreti, cinsel işbölümünün temel silahıdır; bu sayede erkek işçilerin üretici emeği için ödenen ücretin aynı zamanda işçinin karısının ve evdeki ona bağımlı kişilerin ücretlenmeyen yeniden üretici emeğini de kapsadığı düşünülür. Aile ücreti ailenin kontrolünü tamamen erkek ücretlinin ellerine teslim eder ve hangi emeğin üretici olup hangisinin olmadığına ilişkin yanlış bir anlayışı besler. Üretici ve yeniden üretici emek arasındaki ayrım silindikçe, aile ücretinin meşruluğu da silinir”. Biliyorsunuz aile ücretini CHP, parti programında savunuyor. Böylece aile ücretinin bu sakıncalarını da göze almış görünüyor.

Bizim temel gelir dediğimiz, ancak “toplumsal ücret”, “garanti edilmiş gelir” demenin de anlamlı olacağı bir gündemle karşı karşıyayız. Toplumsal ücret ya da temel gelir aileyi aşar ve toplumsal bedenin tümüne uzanır. Çünkü hepimiz üretiriz, ortak üretimimiz toplam toplumsal sermaye açısından zorunludur.

Kolektif üretim herkesçe yapıldığında, gelirin de herkesi kucaklaması gerekir, bu garantili ücrete, toplumun bir üyesi olarak herkesin hakkı olan bir yurttaşlık geliri diyebiliriz.

Sol, sosyalist ve demokrat pek çok kesim pandeminin yol açtığı yaraları, özellikle nedenleri ve önlemler konusundaki başarısızları gözeten bir bakış açısı ile “bundan sonra ne olacağı ve hep birlikte nasıl yaşayabileceğimiz” konusunu tartışıyor. Tartışmalar gösteriyor ki tüm çoğul varoluşları ve tüm renk ve çizgileri ile emeğin direnişinin talep siyasetinde cisimleşen bir “tepkisellik” yerine doğrudan kurucu bir etkinlik olarak gündemleştirilmesi yönünde bir kararlılık gerekiyor.

Temel gelirin teorik arka planına dair bu tartışmalar oldukça ilginç. Peki son zamanlarda Türkiye’de daha sık tartışmaya açılmasının özgül nedenleri var mı?

Ülkemizde pandemi günlerinde gündeme gelmesinin nedenlerinden birisi artan işsizlik ve yoksulluktur. Evrensel temel gelir olarak da bilinen temel yurttaşlık geliri(TYG), politik, iktisadi ve sosyal bir araçtır. Bir yandan talebin canlanmasını sağlayarak “temel ekonomi”nin(vazgeçilmez olarak görülen su, temel gıda, giyim, elektrik, doğal gaz, iletişim, sağlık ve eğitim hizmetlerinin üretimi) gerçekleşmesini sağlamak bir yandan da giderek yükselen işsizliğin, derinleşen yoksulluğun geriletilmesini sağlayacak bir politika aracıdır. Kapitalizm içi, tek başına bir değişken olarak kullanılabileceği gibi yeni bir yaşam tahayyülünün, insanı güçlendiren, özgürleştiren ve geleceğe bağlayan yeni yaşam ekonomisinin bir boyutu olarak da ele alınabilir.

Yeni bir yaşam tahayyülü ya da yeni yaşam ekonomisi derken neyi kastediyorsunuz?

Kapitalizm eşitsizlikler, ayrımlar, hiyerarşiler üreten bir sistemdir; temel yurttaşlık geliri, işsizlik ve yoksulluğun etkilediği emek katmanlarını kısmen koruyarak sermaye piramidinin en alt katmanının daha da altına düşmelerini engelleyen bir ekonomi politika aracıdır. Yeni sağ politika, TYG’yi eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi, kamu çalışanlarının güvencesizleştirilmesi, vergi politikalarının sermaye sınıfını koruması ekseninden bakarak ekonomide tek bir değişken olarak uygulamayı yoksullukta eşitlenmeyi düşünebilir. Ancak TYG mülkiyet rejiminin değil, tüm toplumsal bedenin gereksinme ve arzuları açışından değerlendirildiğinde, kamu hizmetlerinin genişletilmesi ve eğitim ve sağlığın ücretsiz sunumu, kamu garantili istihdam programları, emekten yana vergi reformu politikaları gibi programlarla birlikte uygulandığında çok daha başarı olur.

Sol, sosyalist ve demokrat pek çok kesim pandeminin yol açtığı yaraları, özellikle nedenleri ve önlemler konusundaki başarısızları gözeten bir bakış açısı ile “bundan sonra ne olacağı ve hep birlikte nasıl yaşayabileceğimiz” konusunu tartışıyor. Tartışmalar gösteriyor ki tüm çoğul varoluşları ve tüm renk ve çizgileri ile emeğin direnişinin talep siyasetinde cisimleşen bir “tepkisellik” yerine doğrudan kurucu bir etkinlik olarak gündemleştirilmesi yönünde bir kararlılık gerekiyor.

Bu kararlılık kolektif varoluşun sonsuz yaratımını büyüten, destekleyen, gerçekleştiren bir çalışmanın başlatılmasıyla yeni yaşama aktarılabilir. Herkes için yaşamı önceleyen bir siyasetin inşası; kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, karşıtlık üzerinde temellenen, yaşamı reddeden bir siyasetin yerine tamamen yeni tür bir toplumsal bedenin, ortak bir bedenin, demokratik bir bedenin oluşumuna şimdi ve burada yaklaşımı ile girişilecek bir siyasal çalışma sürecidir.

Pandemi günlerinde “evde kal” kararı, moleküler düzeyde cisimleşen politik kuruculuk, temsillerin ve öznelerin tekelini sarsmıştır. AKP-MHP iktidarı, sahnede aldığı yalana yaslanmış başarısız rolüyle, ne kadar çabalasa da “fırsatçılıkla beslediği birkaç sermaye grubu, atadığı kayyumlar, infaz yasasındaki ayrımcılığı dışında” toplumsal sahneye/yaşama katkısı nerdeyse ortadan kalkmıştır. Siyasal iktidar olsa da olmasa da hayat, emekçilerin katkıları ile sürmektedir.  Tek tek ve kolektif olarak insanların kararları ve önlemleri ile yaşam olağan ritmini yitirmiştir, yeni bir yaşam kendini ifade etmektedir. Herkesin eve çekildiği dönemde, temel toplumsal hizmetlerin üretiminde emekçilerin “patronsuz” üretimlerinin önemi, buradan da emeğin gücü, emeğin öznellik üretimlerinin değeri ortaya çıkmıştır.

İnsan ve doğa karşıtlığı, toplumsal sınıf, etnisite ve toplumsal cinsiyete göre ayrıştırılmış Türkiye toplumunu ortak paydada yan yana getirecek ortak politik bir proje gereklidir. Sermayenin ve devletin tahakküm altına alamadığı/alamayacağı bir “artığı” ve “fazlalığı” üreten mücadeleler ve bu mücadelelerin görünür bir zemini olan demokratik kurumları yeni bir yolda inşa aşamasına taşıyacaktır.

Ortaklığın artışında ilk aşama, tüm farklanma ve zenginliklerin önünü açan, tüm insani ve doğal güçlerin engel/sınır/kapatma tanımaksızın ortaya çıkışına vesile olan ekonomik ve sosyal bir projeyi harekete geçirmektir.

Bu projenin bir yandan DİSK-AR’ın yaptığı araştırmaya göre (2020 Şubat) koronavirüs salgınının etkileri ile birlikte geniş tanımlı işsiz sayısının 15-16 milyona ulaşabileceği öngörüsünü dikkate alan bir boyutu vardır. Esnafın iflas ettiği, çiftçilerin borçlandığı, evin tüm yükünü taşıyan ev emekçilerinin güçlükle geçindiği, hâlihazırda kamu ve özel sektörde çalışanların artan güvencesizliği dikkate alındığında radikal sosyal ve ekonomik reformlara gereksinme duyulduğu açıktır. Diğer yandan kayyımlar yoluyla seçilmiş belediyelerin müştereklerine, vergilerine, doğal varlıklarına el koyma, yeni mülksüzleştirmeler, artan baskının yeni üretim olanakları konusunda arayışları geriletmesi bağlamında ortaya çıkan sonuçlarla bağıntısı vardır.

Evin tüm yükünü taşıyan ev emekçilerine, işini kaybetmiş işçiye, iflas eden küçük esnafa, borçlarını ödeyemeyen küçük çiftçiye, eğitimine devam eden/edemeyen üniversite öğrencisine, işlerinden atılmış memura, doktora, öğretmene, profesöre, cezaevindeki mahpuslara destek sunan ve onların insani olarak hayatta kalmalarını, hayatlarını insan onuruna yaraşır biçimde geçirebilmelerini sağlayan asgari düzeyde ekonomik ve toplumsal bir destekten, bütünsel bir dayanışmadan söz etmek gerekiyor.

Yeni yaşam ekonomisi(YYE), ekonomi-politik ve sosyal politikaların radikal biçimde dönüştürülmesini öngörür. Doğal ve kültürel varlıkları koruma ve geliştirme, bireylerin ve toplulukların gelişimi, yeni öznellik biçimlerinin üretimi, hak temelli sosyal politika ve toplumsal dayanışmanın inşası.

YYE, kentin kültür belleğinin, su havzalarının, tarım ve orman arazilerinin korunması da dâhil toplum halinde yaşam ve dayanışmanın gereği olarak birlikte inşa edilen bir sosyal politika, gündelik yaşamın içinde olan eğitim, sağlık, sosyal konut, toplu taşım, kent içi doğal alanlar, korular, parklar alanlar vb boyutları ile üretimi ve tüketimini birlikte ele alır.

YYE, koronavirüs sonrası üretim ve tüketimde doğal varlıkları koruma ve doğa ile uyumlu bir üretim ve tüketim modeli önerir.

YYE, onurlu bir yaşam için üretim içinde olan yurttaşlar için yaşanılabilir ücret ve üretimin dışında olanlara yurttaşlık temel bir gelirini temel bir insan hakkı olarak görür.

Geniş bir kamuoyu desteği ile bu uygulamanın Merkezi Hükümet tarafından bütçe yoluyla yapılması sağlanmalıdır. Bu geliri elde etmenin tek koşulu olmalıdır: Doğanın bir parçası olan insanın bu geliri doğayla uyumlu üretim ve tüketim için kullanmasını taahhüt etmesidir. İnsan doğanın efendisi değildir, “benden sonrası da tufan!” diyemez. Duyularımızla henüz tanıyamadığımız bir virüs bunu bize acı biçimde öğretmiştir. Doğa ile ilişkimizi yavaş, anlayışlı, saygılı, mütevazı biçimde yeniden kurmalıyız.

Bu durumda Temel Yurttaşlık Geliri’ni (TYG)açabilir ve yeni yaşam ekonomisinin başka yolları ile ilişkisini kurabilir misiniz?

Doğal ve insani güçlerin gerçekleşebilmesi için ekonomik ve politik ortak paydayı oluşturan Yurttaşlık Temel Geliri gerek salgın döneminde gerekirse salgın sonrası toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği için gereklidir. Temel gelir, kişinin çalışıp çalışmadığına ya da servet ve gelir düzeyine bakılmaksızın herkese (çocuklara da verilebiliyor), 18 yaşını dolduran herkese periyodik olarak yapılan koşulsuz nakit transferidir. Temel gelir bütçe dolayımı ile kişilere ödenir. Ülkeler koşullarına göre TYG uygulamasını kısmi olarak da uygulayabiliyorlar.

Kapitalist yaşamın güvencesiz, riskli ve acımasız gündelik aksiyomatiği temel yurttaşlık gelirinin, sosyal adalet, güvenli yaşam, özgürlük ve dayanışma gibi pek çok etik gerekçelerle savunulmasını gerektiriyor. TYG, ülke yurttaşlarının kendi hayatları üzerinde daha çok irade kullanabilmesini mümkün kılıyor. Böylece daha çok bireyin kendi içkin nedeni ile hareket edebilmesine, kadınların, gençlerin yaşamındaki olumsallıkların, yaratıcılıklarının artmasına, yaşlılığın korkulu bir rüya olmaktan uzaklaştırılmasına yol açıyor. Toplum sağlığı açısından önemi Finlandiya’da yapılmış YTG izleme raporunda ortaya çıkmıştır: TYG alan yurttaşların, finansal koşulları iyileşiyor, kendilerine, topluma ve geleceğe güvenleri artıyor, toplumsal sorunların çözümüne ilgileri artıyor, sağlık sorunları azalıyor, bürokrasiye daha az maruz kalıyorlar, melankoli, depresyon ve yalnızlık yönelimleri geriliyor.

Temel Yurttaşlık Geliri uygulamasının dünyada örnekleri var ve bu uygulama kamusal alanda ciddi tartışmalarla ülke gündemine alınmıştır. Finlandiya (2000 kişi, 560 Euro aylık), Kanada (Ontorio)’da (4 bin kişi), Portekiz’de (kısmi temel gelir uygulaması), Brezilya’da, ABD Alaska’da (temel gelir resmi olarak uygulanmıştır) nüfusa oranla küçük gruplarda uygulanmıştır, uygulamalar izlenmeye devam edilmektedir.

Temel yurttaşlık geliri, İsviçre’de 2016’da referandumla reddedilmiş olsa da seçmenlerin karşısında gerçek bir güç, bir virtüel, yani yapılabilirliği olan bir proje olarak çıkabilmiştir. Finlandiya’da temel gelirle ilgili olarak yapılan incelemede, uzun süreli işsizlerin, sosyal yardım alan bireylerin, engelli maaşına sahip olanların veya kronik hastalık yaşayanların (emek piyasası dışında olanlar) hedef nüfusun yüzde 43’ünü oluşturduğu görülmüştür.

Kanada’da yapılan TYG uygulamasında ulaşılan sonuçlar Finlandiya raporunu destekliyor. Rapora göre, TYG elde edenlerin gıda güvenliği, akıl sağlığı, stres kaygı, sağlık ve sosyal hizmetlerin kullanımı, konut istikrarı, eğitim ve öğretim imkanı, istihdam ve işgücü piyasasına katılım bakımından olumlu sonuçlar ürettiği görüldü.

ABD/Alaska örneğinde, petrol gelirinden elde edilen Daimi Fon kazancının bir kısmının TYG olarak halka dağıtılması biçiminde işlemektedir. Temel gelir, Portekiz’de Sosyalist Parti’ye 1995’de seçimi kazandıran bir uygulama olmuştur. Bu uygulama 17 yaşın üzerindeki herkesi kapsıyordu, bir hak olarak işletildi, yoksulluğa ilişkin çok yönlü bir yaklaşım olarak görüldü. Portekiz’de bu gelire sahip olmanın koşulu, “sosyal gelir”den belirtilen diğer kategorilere oranla düşük bir gelire sahip olmaktır. Bu çalışma, hâlihazırda güvencesiz biçimde çalışanlar kadar işsizler, mülteciler, göçmenler, yoksullar, kadınlar, eğitimin içinde olan ve olmayan, ne işte ne de okulda olan gençler, özel gereksinimli bireyler, düşük gelirli emekliler, emeklilikte yaşa takılanlar açısından anlamı vardır.

Geniş bir kamuoyu desteği ile bu uygulamanın Merkezi Hükümet tarafından bütçe yoluyla yapılması sağlanmalıdır. Bu geliri elde etmenin tek koşulu olmalıdır: Doğanın bir parçası olan insanın bu geliri doğayla uyumlu üretim ve tüketim için kullanmasını taahhüt etmesidir. İnsan doğanın efendisi değildir, “benden sonrası da tufan!” diyemez. Duyularımızla henüz tanıyamadığımız bir virüs bunu bize acı biçimde öğretmiştir. Doğa ile ilişkimizi yavaş, anlayışlı, saygılı, mütevazı biçimde yeniden kurmalıyız.

YYE, onurlu bir yaşam için, yoksul olsun olmasın her bireye, diğer gelirlerinden bağımsız olarak toplumun bir bireyi olması sıfatıyla düzenli bir gelir sağlamak anlamına gelen yurttaşlık temel gelirini savunur.

YYE, temel gelir uygulamasını aşamalı bir biçimde uygular. Birinci aşamada kayıtlı istihdamın dışında kalan başta kadınlar ve gençler olmak üzere her yurttaşa temel gelir sağlanır. İkinci aşamada, temel gelir tüm yurttaşlarına sunulan bir hak olarak sunulur.

YYE, temel gelir uygulamasını; çalışma saatlerini düşürerek mevcut işlerin paylaşımı, kamu garantili istihdam, kooperatif örgütlenmeleri, yerel yönetimler kanalıyla istihdam yaratma gibi programlarla birlikte yürütür.

TYG uygulamasının diğer ekonomik ve sosyal politikalarla bağını kurar mısınız?

Bunlardan ilki Kamu Hizmetlerinin Genişletilmesi ve Eğitim ve Sağlığın Ücretsiz Sunumu’dur. Koronavirüs günleri, özelleştirilen ve ticarileştirilen sağlık hizmetinin yetersizliğini, toplumun yüzde 20’sinin evinde internete erişemediği günlerde uzaktan eğitim hizmetinin başarısızlığını, emeklilikte yaşa takılanların çaresizliğini, emeklileri kuyruğa sokan, onların geleceğe kaygı ile bakmasına yol açan sosyal güvenlik sisteminin güvenilmezliği ortaya koydu. Bu nedenle başta sağlık ve eğitim olmak üzere, sosyal güvenlik sisteminin, elektrik, su ve gaz üretimi ve dağıtımının kamulaştırılmasına (devletleştirme değil-STK ve DKÖ, yurttaş inisiyatiflerinin katılımı ile)ve bu sürece yerel yönetimlerin de dâhil olduğu bir proje için söylem üretmek ve hayata geçirmek gerekiyor.

Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de yurttaşlar hafta içi sabah 7 ile 9 arası “sabah rutini” olarak adlandırılabilecek süreyi yaşamın günlük altyapısı olan sayısı 12 civarında olan ekonomik ve sosyal sisteme dayanan mal ve hizmetleri kullanarak geçiriyor. Örnekte kullanım sırasına göre; elektrik kullanımı, sıhhi tesisat, atık su ve kanalizasyon, perakende gıda tedariği, evlere gaz aktarımı, telekomünikasyon (kablolu ve mobil), sağlık, yaşlı bakımı, bireysel bankacılık, dayanıklı tüketim, eğitim ve toplu taşıma olarak bu hizmetler sıralanabilir. Bu sabah rutini sürdürülebilir ve doğa ile uyumlu üretimi mümkün kılıyor. Bu üretimlerin önemli bir kısmı küçük üreticilerin, yerel yönetimlerin, kooperatiflerin, başka bölgelerle tedarik ağlarını birleştiren yerel dayanışma ağlarının çabalarıyla gerçekleştirilebilir gözüküyor, üstelik yerel istihdama da hem gücül hem de aktüel bir gerçeklik kazandırıyor. Bu mal ve hizmetlerin merkezi ve tekelci anlayışın dışında toplumsal/kamusal bir biçimde üretimi mümkündür. Bu mal ve hizmetlerin üretimi, tüketimi ve paylaşımı konusunda köklü alışkanlıkların değiştirilmesi ve sermaye ilişkisi yerine yeni bir “toplumsal ilişki” anlayışıyla mümkün olabilir.

YYE, eğitim ve sağlık gibi kolektif hizmetlerin ücretsiz sunumu yoluyla genişletilmesine dönüktür.

YYE, temel ekonominin gerektirdiği mal ve hizmetlerin fiyat artışlarını temel gelirdeki değişime bağlayan bir düzenlemedir (elektrik kullanımı, sıhhi tesisat, atık su ve kanalizasyon, perakende gıda tedariki, evlere gaz aktarımı, telekomünikasyon (kablolu ve mobil), yaşlı bakımı, bireysel bankacılık, dayanıklı tüketim ve toplu taşıma).

İkincisi Kamu Garantili İstihdam Politikaları’dır. Koronavirüs sonrası dönemde ortaya çıkan işsizliğin doğuracağı bireysel ve toplumsal sorunları, hem yurttaşlık temel geliri ile hem de bu politikalar kadınları, gençleri ve engellileri önceleyecek biçimde tasarlanabilir. Politikaların hayata geçirilmesi merkezi ve yerel yönetimlerin, toplumsal alanda üretim, tüketim, dağıtım ve işçi kooperatiflerin işbirliği ve elbirliği ile yürütülebilir.

Kamu garantili istihdam, yaşanabilir (asgari) düzeyde ücretle çalışmaya razı ama iş bulamayan herkese istihdam olanağı sunan, açık uçlu bir kamusal istihdam politikasıdır. Devlet işsizleri kendi doğrudan ya da yerel yönetimler sorumluluğu ve eliyle yürüteceği projelerde istihdam edebileceği gibi, yeni istihdam olanağı sunmayı kabul eden özel sektöre de bu işi kontrollü olarak bırakabilir.

Bu politikalar iş sunumunun yanı sıra başka amaçlara da hizmet ediyorlar. İnsan hakkı olarak çalışma hakkını güvence altına alıyor. Kamusal bir seçenek sunarak istihdam güvenlik ağı yaratıyor. İşsizlere çalışma imkânı sağlıyor. Farklı bilgi ve becerilere sahip insanlara uygun işler sunuyor. Kamu yararını gözetiyor. Tüm ekonomide geçerli olabilecek etkin bir asgari ücret düzeyi belirliyor. İş döngüleri karşısında istihdam sorunlarına karşı durdurucu-destekleyici sigorta işlevi görüyor. Bu durdurucu mekanizma ve asgari ücretle fiyat istikrarına yardımcı oluyor. Emekçilerin işsizliğin neden olduğu ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarıyla baş etmeye yarıyor. Çevre, ihtiyaç içindeki insanlar gibi diğer sosyal sorunları azaltmaya yardımcı oluyor. İnsanı güçlendirmeye yönelik olarak kamu politikalarında insani ihtiyaçları önceliyor.

Kamu garantili istihdam politikaları, sadece istihdam-ekonomi açısından değil, emeğin örgütlenmesi, yoksulluk, bölüşüm eşitsizlikleri, kadın, diğer kimlikler ve ekoloji üzerindeki etkileri açısından da değerlendirilmelidir. Ayrıca Temel Yurttaşlık Geliri gibi politikalarla birlikte ele alınmalıdır.

YYE, insan onuruna yaraşmayan istihdam biçimlerini reddeder.

YYE, ücretli istihdamın dışında görülen ev içi emeği üretimin ve yeniden üretimin önemli bir boyutu olarak görür. Temel gelirin ilk aşaması kadınları ve gençleri kapsar.

YYE, engelli yurttaşlar, yaşama dâhil olma ve istihdamda önceliğe sahiptir.

YYE, sağlıklı toplumun örgütlü toplum olduğunu var sayar. Bunun istihdamdaki karşılığı olarak küçük üreticileri, küçük çiftçileri, dayanışmacı kooperatifleri, bahçeciliği, bilim ve sanat vakıf, dernek ve platformlarını ve diğer sosyal girişimleri güçlendirmeyi hedefler.

YYE, tarım alanındaki özelleştirmeleri reddeder, kamusal-kolektif tarım işletmeleri, kooperatifleri, birlikleri ve inisiyatifleri istihdamı artıracak biçimde çoğaltmayı amaçlar.

YYE, istihdamın yerel düzeyde sosyal yararı gözeten üretimlerle işsizliği önlemeyi amaçlar. Yurttaşlara temel gelire ek olarak gelir elde etme ve sosyalleşme olanağı sağlar.

YYE, yerel yönetimlerin, kendi bünyesinde veya kullanabilecekleri arazilerin kullanım hakkını topraksızlara, mevsimlik tarım işçilerine, zorunlu göç etmiş ailelere tarımsal üretim amacıyla tahsis eder.

YYE, sosyal güvenlik sisteminin kamucu bir anlayışla sunumunu öngörür, özel sosyal güvenlik sistemlerini reddeder.

Yeni yaşam ekonomisinin üçüncü boyutu Vergi Reformu’dur. Sözü edilen politikaların yaşama geçirilebilmesi kamu harcamalarından tasarruf sağlayan ve kamu gelirlerini artıran ciddi bir vergi reformu gerektiriyor. Devlet bürokrasisi üzerine giydirilen başta Saray olmak üzere hiyerarşi ve bürokrasiyi artıran uygulamalara son verilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kamu hizmetlerinin yürütülmesine yurttaş katılımının ve siyasete yurttaşın müdahalesini getiren parlamenter düzenin inşasına dönük düzenlemeler kamu harcamalarında tasarrufa yol açacaktır. Milli savunma, iç güvenlik, kamu düzeni, Diyanet İşleri Başkanlığı harcamalarında önemli oranda kesintiler yapılabilir… Kamu-Özel işbirliği projeleri kanalıyla sermayeye aktarılan destekler ortadan kaldırılabilir. Kamu gelirleri, düşük gelir gruplarını koruyacak şekilde artan oranlı vergiler (gelir vergisinde en üst gelir vergi % 60’a dek çıkarılabilir) ve servet vergileri ile artırılabilir. Ek olarak sermayeye muafiyet, istisna, indirim adı altında verilen teşvikler ortadan kaldırılabilir.

Yurttaşlık temel geliri, kamu güvenceli istihdam politikaları ve kamusal/toplumsal hizmetlerin genişletilmesi için gereken kaynakların edinimi yollarından biri de Merkez Bankası, Ziraat Bankası ve Halk Bankası gibi kâr eden kuruluşların kârlarını Hazineye aktarmakla olur.

Modern Para Teorisi’nin (MMT)teorisyenlerine göre, bu politikaların hayata geçirilmesi için ulusal para basma yetkisi ulus devletlere ait olduğundan fon sıkıntısı çekmezler, iflas etmezler. Böylece ekonomide işsizlikle kendini gösteren atıl kaynak durumu varsa, devlet bu işsiz insanları istihdam etmek için para basar ve bu parayı bu istihdam için harcar, hâsıla üretir. Enflasyon sorun haline geldiğinde bunu her zaman kontrol altında tutabilir (örneğin Japonya görülmemiş ölçüde kamu açığı vermesine rağmen sıfıra yakın enflasyon ile yıllardır bu açığı sürdürüyor).

Bir başka anlatımla açık bütçe ile efektif talebin desteklenerek, istihdam ve ücret artışı yaratılmasının mümkün olabileceğini ileri süren MMT’ye göre bütçe açıkları ya da yüksek borç stokları sorun oluşturmaz. Aksine kapitalist ekonomilerde her zaman eksik kaynak kullanımı söz konusu olduğundan bütçe açıkları ve borçlanma atıl kaynakların ekonomi içinde değerlendirilmesine ve talebin canlandırılmasına yardımcı olur. Böyle bir uygulama özel sektör toparlanana kadar devam eder.

Bu üç politika aşamalı bir biçimde ekonominin radikal bir biçimde demokratik yönetimi ve denetimini sağlayacaktır. Herkese ücretsiz kamusal hizmet politikalarının genişletilmesi bize üretimin demokratik olarak planlanması imkânını verecektir. Yani herkesin kendinden katabileceğine ve herkesin kendi ihtiyacına göre alabileceğine dayalı bir üretim ve bölüşüm sistemi gerçekleştirilebilecektir.

 Tabii ki temel gelir, içinde yaşadığımız kapitalist üretim tarzı içinde gündeme getirilebilecek bir düzenleme, yani şimdi ve burada! Geleceğin toplumunda nasıl yaşanabileceğine o toplumun üyeleri karar verecek. Ne var ki hakkında düşünülemeyecek ve konuşulamayacak bir olgu değil. Hâlihazırdaki emeklilik sistemi de kapitalizme hizmet ediyor diye reddetmeli miyiz? Yaşamın mikro alanlarını etkileyen her makro ve mikro politikayı sosyal ve demokratik bir toplumun ölçüleri üzerinden değerlendirmeye alabiliriz. Yaşamı olumluyor isek insanların açlık, işsizlik, yoksulluk nedeniyle karşı karşıya kaldığı ekonomik ve sosyal güçlükleri geriletecek TYG gibi ekonomik ve sosyal politikalar üzerine düşünmeliyiz.

Türkiye’de devlet ile yurttaş arasındaki ilişki Osmanlı’nın geleneksel devlet-kul ilişkisinden çıkagelmiş. Böyle bir ilişki biçimi ile birlikte düşünüldüğünde TYG uygulamasının bu ilişki çerçevesinde değerlendirecek olursak, bu uygulamanın bahsettiğimiz devlet-kul ilişkisini yeniden üretme tehlikesi yok mu? TYG’nin uygulanması yeni bir anayasal düzenle birlikte düşünülmesi kaçınılmaz değil midir?

Devlet ve yurttaş ilişkileri, sizin sözcüklerinizle devlet-kul ilişkileri salt içinde bulunduğumuz coğrafya ve zamanda yer almaz,toplumsal bir ilişki olarak kapitalizmde, hatta kapitalizm öncesi toplumsal yordamlarda da gözlemlediğimiz temsil ilişkisini çağrıştırır. Zamansal olarak da efendilerin ve kölelerin olduğu dönemlere giden ve yeniden bu dönemde de yaşayan bir ilişki biçimidir. Sonuç olarak bu ilişkiler TYG ile ortaya çıkacak değildir, hali hazırda vardır. AKP’nin vergi gelirleri yoluyla değil de adeta kendi cebinden dağıtıyormuş gibi dağıttığı “sosyal yardımlar”, hayırseverlik üzerinden yürütülen, yandaşlık ve patronaj ilişkisi kuran, besleyen ilişkiler zaten vardır. Basına yansıdığı kadarıyla yardım alan kişilerin bir kısmı AKP’ye üye olması için teşvik edilmekte, hatta zorlanmaktadır. Bu tür ilişkilerin tersine Temel Yurttaşlık Geliri sosyal bir haktır, kişilerin elinden keyfi biçimde geri alınamaz.

Ne kapitalist dünyanın ne de mevcut ulus devletlerin temel yurttaşlık gelirini teorik biçimiyle hemen uygulamaya geçirmesi kolay. Yani devletler, mevcut sistemi yeniden üretmek için her yurttaşa yaşamını onurlu biçimde sürdürebileceği bir geliri güvenceye alalım demezler. Bunun koşullarını oluşturacak ve devletleri bu doğrultuda kararlar almaya zorlayacak olanlar ülkenin örgütlü yurttaş ve yurttaş hareketleridir. Bugünkü yetişkin kuşakların gelecek kuşaklar için yapabileceği en kapsayıcı, bir sosyal hak olarak en güvenceli ve en adil çalışmalardan birisi yurttaşlık temel geliridir.


Yalnızca bizim geleneksel ilişki biçimimiz açısından değil, genel bir bakışla soracak olursak… TYG uygulaması beraberinde yurttaşlar üzerinde daha fazla bir denetim ağını gerekli kılıyor ya da daha fazla denetim ve daha fazla bürokrasi üretir gibi görüşler var. Bu görüşlere katılıyor musunuz?

Türkiye’de hemen her şeyin sorgulandığı bir dönem yaşıyoruz. Devlet sivil toplum üzerine çökmüş durumda, buna rağmen toplum kaynıyor ve her yana kaçışlar var. Önce şöyle bakalım, devlet ve yurttaş ilişkileri hâlihazırda bir denetim ağı üzerinden işliyor. Kamuda istihdam ediliyorsanız, işsizlik ödeneği alıyorsanız, herhangi bir sosyal güvenlik şemsiyesi altında prim ödüyor ya da emekli aylığı alıyorsanız, bir bankaya borçluysanız, kredi kartı kullanıyorsanız bir denetim ağının parçasısınız demektir. Yani askeri ve sivil devasa bir bürokrasi var. Üniformalı istihdam da sürekli artıyor. Polis, asker, güvenlik görevlisi, bekçi ve korucuların sayısı artıyor, denetim ağları yeğinleşiyor. Demek istediğim bir denetim ağının, bir iktidar alanının içindeyiz zaten. Denetim ağları ve bürokrasi Temel Yurttaşlık Geliri nedeniyle ortaya çıkacak değildir.TYG, belki de aksine sosyal yardım denilen çok parçalı ve yönetilmesi çok güç yardım sistemlerini derleyip toparlayacak bir destek politikası olabilir.

Kitlesel işsizliğin yaşandığı bir dönemdeyiz. Üretim teknolojilerindeki gelişmeler gitgide artan oranda bir işsizlik olgusunu doğuruyor ve bu kalıcı bir nitelik taşıyor. Ve bu olgunun üzerine de küresel salgın koşulları geldi. TYG uygulaması bu tabloyu ne şekilde değiştirebilir?

Marksist teoride, sermayenin organik bileşiminin yükselmesi olarak nitelenen, bugünse yapay zekâ ve robot kullanımının artmasıyla sonuçlanan sermaye yoğunlaşması ya da otomasyon nedeniyle işsiz kalma korkusuna pandeminin yol açtığı işsizlik de eklendi. Dediğiniz gibi kitlesel işsizliğin yaşandığı bir dönemdeyiz.

TYG’nin ortaya atılma nedenlerinden biri yapay zekâ, robotlaşma gibi kendini gösteren teknolojik gelişmelerin ve son süreçte ise pandeminin neden olduğu ve olacağı kitlesel işsizlik. İşsiz kalanların hayatta kalmalarını sağlayan bir düzenleme olarak savunuluyor. Temel gelir, inişli çıkışlı, güvensiz bir ekonomide böyle bir gelir uygulamasının bir sigorta gibi işlev göreceğinden hareketle bazı işçi sendikaları tarafından da savunuluyor. TYG, bir yandan kapitalizmin verili koşullarında emeği korurken, diğer yandan böyle bir gelirle çalışma gün ve saatlerinin azaltılarak (gelecekte daha az çalışma ütopyasının gerçekleştirmenin bir aracı olarak görülüp) kapitalizm sonrası topluma hazırlayan bir politika olarak da düşünülebilir.

TYG, teknolojinin neden olduğu (ya da sermayenin organik bileşimindeki artışın) işsizliği azaltması mümkün olamaz. Bu anlamda TYG işsizliği azaltmaz; ama sonuçlarını hafifletir. İşsizliğin azaltılması konusunda az önce belirttiğimiz kamu garantili istihdam politikaları gibi asıl olarak da finansmanı merkezi devletten, uygulaması ve denetimi yerel yönetimler ve kooperatiflerden olacak istihdam yaratma politikalarına ihtiyaç var.

 

Temel gelir talebi emek ve sermaye arasındaki çelişkiye dair nasıl bir zemine düşüyor? Bu salt kapitalizm sınırları içerisinde bir talep midir?

Tabii ki temel gelir, içinde yaşadığımız kapitalist üretim tarzı içinde gündeme getirilebilecek bir düzenleme, yani şimdi ve burada! Geleceğin toplumunda nasıl yaşanabileceğine o toplumun üyeleri karar verecek. Ne var ki hakkında düşünülemeyecek ve konuşulamayacak bir olgu değil. Hâlihazırdaki emeklilik sistemi de kapitalizme hizmet ediyor diye reddetmeli miyiz? Yaşamın mikro alanlarını etkileyen her makro ve mikro politikayı sosyal ve demokratik bir toplumun ölçüleri üzerinden değerlendirmeye alabiliriz. Yaşamı olumluyor isek insanların açlık, işsizlik, yoksulluk nedeniyle karşı karşıya kaldığı ekonomik ve sosyal güçlükleri geriletecek TYG gibi ekonomik ve sosyal politikalar üzerine düşünmeliyiz. Şu anda sermayeyi değil, emekçi sınıfları güçlendiren politikalar uygulaması için siyasal iktidarı zorlamamamız gerekmiyor mu?

TYG hakkında tetikte olmamız gereken bir boyut varsa o da bu politikanın Yeni Sağ’ın bir aracı haline gelmesidir. Yani TYG, emekçilerin mevcut sosyal hak ve kazanımlarını ortadan kaldıracak bir şekilde uygulanırsa (ki sermaye örgütlerinin ve örneğin 1970’li yılarda Friedman’ın kendisi bu amaçla savunmuştu), bu emek sermaye çatışmasını sermaye lehine güçlendirir. Ancak bu politika mevcut hakların üzerine, garantili istihdam ve genişletilmiş kamusal hizmet politikası ile birlikte uygulanırsa emeği güçlendirir, sermayeyi zayıflatır. Bu haline sermayenin taraftar olmayacağı da açıktır.

Temel gelir talebi Türkiye gibi yüksek enflasyonlu ekonomilerde ne gibi etkilere yol açar?

Burada endişe YTG’nin enflasyonu daha da körükleyip körüklemeyeceğidir. Öncelikle enflasyon tek başına emekçiler açısından sorun değildir. Enflasyon buna uygun ücret ve gelir artışları olmadığında sorun oluşturur. Enflasyondan asıl olarak servetinin reel değerinin erimesinden korkan finans kapital rahatsız olur. Kaldı ki şu an TYG alabilecek hedef kitle zaten tüketim harcamasını büyük ölçüde borçlanarak yapıyor. TYG gündeme geldiğinde borçlanma yerine kendi geliriyle bunu yapacaktır ki, bu Türkiye gibi ülkelerde üretimi teşvik ederek fiyatların istikrara kavuşmasıyla dahi sonuçlanabilir. Kısaca enflasyon YTG açısından endişe edilecek en son konular arasında yer alabilir.