İletişim Başkanlığı Kiminle İletişim Halinde?

Şunu görmeliyiz ki burası geniş bir propaganda ağı. Yani sadece başkanın ya da başkanlığın kendisi yok; o devasa binada ve ek binalarda çalışan binlerce personel, on binlerce trol ve buraya bağlı yandaş gazeteler var.  Buraya modern bir isim verip bir de görkemli binaya tabela asılınca, “suç örgütü” gibi işleyen, geniş bir propaganda ağı olduğu gerçeği kapanmıyor.

Lafı çok uzatmadan, direk soruyla başlayalım. İletişim Başkanlığı’nın bugünün Türkiye’sinde işlevi nedir? İsmine baktığımızda, sanki daha iyi “iletişebilelim” diye kurulmuş bir bakanlık havası veriyor. Hele de Ankara’daki en yüksek bakanlık binalarından birine tabelası asıldıktan sonra, ülkede en ufak iletişim sorunu kalmayacakmış gibi!

Bu başkanlığı, en çok da sosyal medya ile ilgili bir durum olduğunda konuşuyoruz. Özellikle de geçtiğimiz aylarda, Twitter’ın binlerce trol hesabı kapatması sonrasında Fahrettin Altun’un açıklamaları gündem olmuştu. Yine geçtiğimiz günlerde Erdoğan bir konuşmasında dillendirdiği “sosyal medyayı tamamen kapatmak istiyoruz” cümleleri gündem olmuş; sonrasında da Fahrettin Altun açıklama yaparak Erdoğan’ın sözlerinin çarpıtıldığını söyleme gereği duymuştu.

Geçtiğimiz aylarda, Sosyal Medya Yasası olarak bilinen yasa resmi gazetede yayımlanarak kabul edildi. Buna göre, sosyal medya ağları, talep edildiği durumlarda kullanıcı bilgilerini vermek durumunda kalacak, paylaşımlar engellenip tamamen kaldırılabilecek, paylaşan hesap anonim de olsa bilgileri alınıp hakkında işlem başlatılabilecek. Bunlara ek olarak “unutulma hakkı” da var yasanın içinde. Diğer maddeler, iktidar karşıtlarını baskılamayı, sansürlemeyi hedefliyorsa; unutulma hakkı da iktidara yarayacak cinsten bir madde.  Sosyal medya kullanımı ile çokça müdahaleyi içeren bu yasa geçti, ama iktidar bununla da yetinmeyecektir.

Sosyal medyanın kapatılması, kısıtlanması, yavaşlatılması gibi müdahaleleri sıklıkla yaşayan bir ülke olarak, başkanlığı en çok bu durumlarda ele almamız “doğal”. Hele de bu ülke, basın özgürlüğünde dünya sıralamasında sondaysa, ülkede her yıl onlarca gazete ya da internet sitesi kapanıyor, yayın yasakları getiriliyor, muhalif gazetecilerin basın kartları ellerinden alınıyor, binlerce gazeteci haksız yere tutuklanıyorsa bunları daha da fazla konuşmamız gerekir. Bir kuşak gördü ki, meydanlar kitlelerle dolup taşarken televizyonda penguen belgeseli gösterilebilinir. Sanıyorum tam da bu noktadan hareketle, İletişim Başkanlığı’nın işlevi ve görevinin, yalnızca yasak ya da baskı değil; ideolojiye hizmet olduğunu bilince çıkarmalıyız.

Buna dair bolca örneğimiz de var.

Başkanlık İletişimi mi Sağlıyor?

Bugün içerisinden geçtiğimiz siyasal atmosfer bize şunları söylüyor: İktidar koalisyonu, bir yandan içerideki krizlerle boğuşurken öbür yanda kendisini zorlayan, sıkıştıran ekonomik krizle cebelleşiyor. Bunların yanında yükselen pandeminin kontrolden çıkması, dışarıda gerilimlerin tırmandırılması gibi ağırlıklar da cabası. Ama sonuçta iktidar yol alıyor. Kendi faşist rejimini inşa etme yolunda sağlam ve güçlü olmasa da hızlı ve önemli adımları atmaya devam ediyor. Özellikle Ayasofya’nın açılışından sonra art arda gelen hamleler, iktidarın faşizmi kurma yolunda gaza bastığını gösteriyor.

Bunu yaparken ama yalnızca baskıyı, zor yolunu ve şiddeti kullanmıyor. “Sol”dan baktığımızda çoğunlukla burayı görüyoruz ancak iktidar, bu rejimin kuruluşundaki harçları, söylem ve yönelimleri toplumun bütün damarlarına yerleştirmeye, toplumu da bu rejime hazırlamaya çalışıyor. Kendisi faşistleşmiyor yalnızca, toplumu da bu yolda dönüştürüp, dolduruyor.

Dillerinden düşürmedikleri, kendi söylemlerince“yeni, büyük ve güçlü Türkiye”olan ama aslında Türk-Sünni ve erkek bir rejim ülküsünün peşinde ilerliyorlar; şu an dümeni faşizme bükmüş durumdalar ve halkı da peşlerinden sürüklemeye çalışıyorlar.

Yalnızca onların ilerlemesi yetmez. Halk desteğinin ne denli önemli olduğunun gayet bilincindeler. Biraz da bu nedenle, son dönemde oyları eridikçe etekleri tutuştu. Kendi çekirdek ekipleri, bağları kuvvetlenen cemaat ve tarikatlar ve onların ardına dizilen sermaye ve hatta muhalefet desteği yetmez. Bu rejimin savunucusu olacak kitlelere ihtiyaçları var. Giderek eriyen bir kitle ile ilerlemeleri zor. İmkânsız değil, yine de ilerleyebilirler ama bu zaten zor olan işlerini daha zora sokar.

Burada ayrıca, var olan kitlenin faşistleşmesi, toplumun çürümesi sonucu da açığa çıkıyor. “Günlük hayatın faşistleşmesi” için ellerinden geleni yapıyorlar. Böyle söyleyince akıl almaz gelebilir ama faşizm tam da budur.  Sadece birinin liderliğinde ilerleyen bir rejim değildir. Kitleler de faşistleştirilir, şiddete alıştırılır, dilleri sivriltilir, huzursuzluk yüklenir.

Tam bu noktada, iktidar ile toplum arasındaki “köprü” işlevini görüyor İletişim Başkanlığı. Adına aslında “propaganda bakanlığı” dememiz gereken bir bakanlık yani. İktidarla birlikte kurduğu propaganda dilini halka aktarmakla görevli. Bu ikisi arasında bir iletişim kuruyor yani!

Kitlelere Yönelmek

İletişim Başkanlığı, dikkat ettiyseniz, bir çeşit propaganda bakanlığı olarak çalışıyor. Hem de harıl harıl. Tabii bu propagandanın kara propaganda olduğu, paçalarından yalan aktığı aşikâr. Bir bilinçlendirme değil göz boyama hatta göz karartma, şişirme işlevi görüyor.

Bugün, çeşitli krizler içerisinde yol almaya çalışan ama aynı anda da kendi rejimini inşa etme yolunda ilerleyen iktidarın işi oldukça zor. Hem yaşanan krizleri gizlemeli, kısmi, geçici çözümler üretmeli-zorla- hem hataları, yanlışları gizlemeli-mecburen, becerebilirse- hem de ama kendi rejimini kurmalı. Bu noktada, toplumsal bir algı yaratarak ilerlemesi için güçlü bir propagandaya ihtiyacı olduğunu söylemek sanıyorum işten bile olmaz. Özellikle de, yeni seçmenler kazanmak şurada dursun, giderek oy kaybettiği, meşruiyetini yitirdiği şu günlerde, kitlelerle iletişim oldukça kritik. Ancak bu “iletişim”in iletişim olup olmadığı, tarzı biçimi tartışılır.

Öncelikle şunu görmeliyiz ki burası geniş bir propaganda ağı. Yani sadece başkanın ya da başkanlığın kendisi yok; o devasa binada ve ek binalarda çalışan binlerce personel, on binlerce trol ve buraya bağlı yandaş gazeteler var.  Buraya modern bir isim verip bir de görkemli binaya tabela asılınca, “suç örgütü” gibi işleyen, geniş bir propaganda ağı olduğu gerçeği kapanmıyor.

Burada, kullanılan üslup, öne çıkarılacak ya da gölgede bırakılacak her şey titizlikle seçiliyor belli ki. En önemli argümanları “komplo”lardan kurtulmak. Umberto Eco, faşizmin özelliklerinden birinin de “komploculuk” olduğuna dikkat çeker; her zaman kapıda bekleyen düşman vardır ve her şeyi o planlamıştır. Sadece bu da değil elbette, başkanlığın ana işlevlerinden biri de “gerçeği bükmek”, çarpıtmak. Düşünün ki var olan, gerçek bir şey bakanlığın elinden geçince tanınmaz hale geliyor! Bu yolla da aslında, halkı sersemletip, zihinleri bulanıklaştırıyor; öne çıkan ve parlayan tek şey olarak kendi faşist söylemlerini bırakıyorlar. Halka yalan söylüyorlar. Hem de halkın parasıyla! Zira bütün bu işlerin bütçesi halkın vergilerinden geliyor.

Teşbihte hata olmaz derler. Propaganda, faşizmin kurumsallaşması, halka aktarılanlar ya da medya üzerine konuşuyorsak mutlaka Goebbels’i anmalıyız! Dünyanın en büyük yalancısını! Ama aynı zamanda müthiş propaganda yeteneğini, kitleleri nasıl manipüle ettiğini, halkı yönlendirmedeki başarısını da hatırlamalıyız. Faşizmin kurumsallaşmasındaki başlıca rolünü yani. Onun Hitler’e bağlılığını, geçtiğimiz yıllarda ölen sekreterinin söylediği üzere “kitleleri nasıl büyülediğini” de hatırlamalıyız. Bir yandan yalanlarla ilerlenirken öbür yandan kitlelerin nasıl bir algı ile yönlendirildiğini, bütün bir medya, sinema, tiyatro baskılanırken çıkabilen tek sesin iktidarın sesi olduğunu, belli kelimelerin yoğunlukta kullanılıp söylemlerin hep kısa ama vurucu, duygu yüklü olduğunu da hatırlamalıyız. Bugün evet bambaşka bir çağın içerisinden geçiyoruz, geçmiş ile kimi yerlerde benzerken kimi yerlerde benzemiyor ama faşizmin kurumsallaşması noktasında kara propagandanın önemini görmek için bunu yapmak, etrafımızı saran sisleri açabilir diye düşünüyorum. Ya da en azından, bu başkanlığın tek görevinin sosyal medyayı engellemek olmadığını görmemizi sağlar.

Kızıl Elma’dan Libya’ya

İktidarın dilinden düşmeyen “yerli”, “milli” kelimeleri; “güçlü ve büyük Türkiye” ya da “diriliş yeniden” ülküleri, pembe hayaller değil! İktidarın ulaşmak için, gözünü kırpmadan her şeyi yapabildiği- tabii kimi dengeleri de sağlayarak-, halkı da ardından sürüklediği bir ideolojinin parçası. Şimdi, sıkıştıkça yükselttikleri İslami söylemlerin aynı zamanda milli bir dille bezenmesini de buradan okumamız gerekir. Bir yandan kitleler bu yolla yan yana, aynı ülkü etrafında tutulmaya çalışılıyor öbür yandan bu ülkü, bu ideoloji toplumun kodlarına yerleştiriliyor. İletişim Başkanlığı da, bu ideolojinin borazanlığını yapıyor. Onu besliyor, güçlendiriyor, kitlelerle buluşturuyor, kimi yerlerini daha modern hale getiriyor, gereken yerlerde müdahale ediyor, bir yandan toplumu, iktidarın ülküsü etrafından kışkırtıyor, savaş ve şiddeti normalleştirirken öbür yandan ülkenin “başarılarını” parlatıyor. Ajitatif, çoğunlukla derinliği olmayan, elbette bolca yalan içeren, etkileyici bir dilleri var elbette ama onun da ardında ideolojiyi güçlendiren bir propaganda dili var. İstiyorlar ki, kendi ideolojileri toplumun en azından bir bölümünün davası haline gelsin. Kendi ideolojilerini üzerine giymiş, o siyasal kimliği benimsemiş bireyler çoğalsın.

Burada özellikle de, İletişim Başkanlığı’nın videolarını ve sosyal medya kanallarını takip etmek gerekir diye düşünüyorum. Erdoğan’ın “kızıl elma” söylemi çok gündem oldu ama esasında, İletişim Başkanlığı bunu söyleyen bir klibi çoktan yayımlamıştı. Kızıl Elma’dan Ayasofya’ya, Oruç Reis’ten Libya’ya kadar çok çeşitli başlıklarda, profesyonelce hazırlanmış, coşku dolu videolar var buralarda. Mesela birkaç video, “Türkiye neden Libya’da?” başlığında. Örnek çok.

Genel olarak bu videolar diyor ki: “Biz” varsak Türkiye var. “Biz” varsak İslam var. Tüm umutlar yok olmuştu ki Türkiye geldi ve her şey değişti. Çünkü Türkiye şahlanıyor, büyüyor, mazluma el uzatıyor, yoksulları görüyor, kendisinde olanı paylaşıyor. Ama bunu istemeyen Batılı sömürgeci güçler, çeşitli plan ve tuzaklarla engellemeye çalışıyorlar. Oyunlar kuruyorlar. İlerlememizi istemiyorlar. Bu yüzden ülkedeki teröristleri de destekliyorlar. AKP-MHP koalisyonu, bütün bunlara göğüs germiş durumda, canla başla çalışıyor. Erdoğan kurtarıcı, komutan. O yüzden, içeride dışarıda atılan adımlara karşı çıkan, muhalefet eden herkes terörist, Batı destekçisi. Ama bizim atalarımız Malazgirt’te ne yaptıysa bizler de onu yapacak, savaşacak ve kazanacağız! Kızıl Elma’ya varacağız!

Soruyu bir daha soralım. İletişim Başkanlığı’nın işlevi ne? Tam da bunlar. Bu başkanlık, iktidarın ideolojisini kitlelere aşılayan, onu besleyip yeniden üreten dili oluşturuyor. İktidarın propaganda bakanlığını yapıyor, algı operasyonlarıyla ilerliyorlar. Toplumu, kendi faşist ideolojileri etrafında dizayn etmeye çabalıyor. Gerçeğin boğazına yapışıp nefessiz bırakırken, kendi gerçeklerini süsleyip halkın gözüne sokuyor.

Öbür yandan da karşıt bütün fikirleri, söylemleri terör yanlısı ilan ediveriyorlar. Aslında gündem bambaşka olmalı iken bir anda alakasız şeyler konuşulur oluyor; algılar sürekli bulanık halde tutuluyor. Kendilerinin belirlediği gündem ve dillerindeki naralar dışındaki her şey ise “vatan-millet düşmanları”nın operasyonu. Nitekim buna dair da çalışmalar yapılıyor. Bugün, Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanlığı’nın kurulduğu da Resmi Gazete’de yayımlanan kararname ile ilan oldu. Görevleri arasında şunlar var: “Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojik harekat, propaganda ve algı operasyonu faaliyetlerini belirleyerek her türlü manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyet.”

Bu bakanlığın videoları, söylemleri, hazırlanan klipler ya da verilen konserler şimdi ne kadar işe yarıyor, bunları kaç kişi izliyor tartışılır. Ama sonuçta yapmaya çalıştıkları şey yolunda ilerledikleri, bir biçimde becerdikleri, bu noktada güçlü oldukları açık.

Belki yazıyı, faşizme karşı durmuş olan Brecht’in, 1935’te yazdığı bir yazının şu bölümüyle bitirmek olumsuz havayı dağıtıp, umudun kapısını aralayabilir:

“Bugün yalanla ve cehaletle savaşıp doğruları yazmak isteyen herkesin üstesinden gelmesi gereken en az beş güçlük var. Bir kere bu kişinin, her yerde engel olunan hakikati yazmaya cesareti olacak; ikincisi, her yerde üstü örtülen doğruları keşfetmeye merakı olacak; hakikati bir silaha çevirme becerisi olacak; o hakikatin kimin elinde etkili olacağına karar verme yetisi olacak; son olarak da hakikati o insanlar arasında yayacak zekâya sahip olacak. Bunlar faşizm koşulları altında yaşayan yazarların aşmak zorunda olduğu çetin sorunlar, ama ülke dışına sürülmüş ya da kaçmış yazarlar, hatta burjuva özgürlüklerine sahip ülkelerde yazanlar için de geçerli.”