Oyun Sadece Oyun Değildir

Oyun, çocukluğun evrensel dilidir. Oyunlar, çocukların geçirdiği çocukluk döneminin vazgeçilmez ve kıymetli parçasıdır. Oyun, basitçe oyun deyip geçebileceğimiz bir aktivite değildir. Çocuğun öylesine yaptığı, hatta kimi zaman abarttığı, yerini bilmediği bir zaman geçirme aracı da değildir. Oyun, çocuk için her şeydir.

 

Çocuk ve oyun ilişkisi, oldukça karmaşık ve zor ama bir o kadar da basit bir konu. Ancak özellikle pandemi ilanı ve sonrasında gelen karantina günleri ile birlikte eve kapanan çocuklar ve oyunlar ile ilgili, akıp giden zaman içerisinde pek de farkına varmadığımız bir sorun daha çıplak biçimde açığa çıkmış oldu: Çocuklar oyun oynamakta zorlanıyorlar. Oyun kuramıyor, çok çabuk sıkılıyor ve hiçbir oyuncakla uzun süre vakit geçiremiyorlar.

Bu konuyu tartışmadan önce oyun ve çocukluğun ilişkisi üzerine biraz konuşmak gerekir. Buradaki boşluklar ve hatalı, yetişkin merkezli yaklaşımları bilince çıkarmadan bunu konuşmak anlamsız da kalacaktır çünkü…

Oyun ve Çocuk

Oyun, çocukluğun evrensel dilidir. Oyunlar, çocukların geçirdiği çocukluk döneminin vazgeçilmez ve kıymetli parçasıdır. Oyun, basitçe oyun deyip geçebileceğimiz bir aktivite değildir. Çocuğun öylesine yaptığı, hatta kimi zaman abarttığı, yerini bilmediği bir zaman geçirme aracı da değildir. Oyun, çocuk için her şeydir.

Yetişkinlere çoğu zaman anlamsız gelen birçok oyun, aslında çocuğun hayatı anlamlandırması, öğrenmesi, güçlenmesi için çok önemlidir. En önemlisi de oyun, eğlencelidir! Ve sadece çocuk oldukları için bütün çocukların oyun oynama, eğlenme hakkı vardır.

Biz yetişkinler, çoğunlukla “çocuk oyuncağı” gibi ifadelerle, çocuğun oyununu ve oyuncağını küçümser, değersizleştiririz. Ancak çocuklar birçok beceriyi oyun aracılığıyla kazanırlar; oyunu bunun için oynamazlar belki, sadece oynarlar, ama o sırada birçok şeyi de kazanırlar.

Sistemin kalıpları içerisinden geçmiş ve artık neredeyse hiç vakti olmayan biz yetişkinlere oyun oynamak genellikle zaman kaybettiren bir aktivite gibi gelir. Geçip gittiğimiz kaldırım taşlarının üzerinden hoplayan, çizgilerle oyun kuran çocuklar, yetişkini oyalamaktan başka nedir! Çocuk, bir şey öğrenecekse onu illa ki okulda ya da kursta öğrenecektir; oyun zamanı ayrı ders zamanı ayrıdır. Ve genellikle dersler çok oyunlar azdır!

Oysa oyun, çocuk için olmazsa olmazdır. Oyunlar, çocuğun ruhsal, fiziksel, sosyal gelişim ve becerilerine katkı sunar. Sağlıklı büyümelerini, keyifli ve yaratıcı bir çocukluk geçirmelerini sağlar. Oyun çocuğun ufkunu genişletir, ona yeni yollar açar; çocuğun içerisine sıkıştığı halden çıkmasına yardımcı olacak ipuçları taşır. Bizlerin artık görmeye alıştığı, ardını göremediği her şeyden oyun çıkarabilir çocuk. Sınırları, oyun aracılığıyla aşar.

Başta çocuklar olmak üzere aslında tüm insanlar, oyun sırasında müthiş bir yaratıcılığa kavuşurlar; kişi en çok oyun oynarken kendini görür, kendine yaklaşır. Çocuk için de böyledir. Oyun oynayan bir çocuk kadar doğal bir görüntü yoktur. Yaratmak için özgürlük tanıyan, yetişkin yönlendirmesinden uzak, yapılandırılmamış oyunlar, çocuğun önünde sonsuz ve doğal bir dünyaya kapı açar. bu dünya kimi zaman fantastik kimi zaman gerçekle ilişkilidir.

Oyun, çocuğun pek çok şeyle baş etmesini sağlar. Çocuklar günlük hayattaki stresten tutalım da kayıp, korku ve daha birçok sorundan oyun aracılığıyla uzaklaşırlar. Oyun, çocuğu sakinleştirir, yeniler, diğer çocuklarla birlikteliği öğretir, ona mutluluk verir; yani çoğu zaman sağaltıcı bir rolü vardır. Oyunlarla çocuk, yaşamını anlamlandırır. Gerçek hayatta karşısına çıkan her şeyi oyun aracılığıyla yeniden kurup anlamlandırmaya, yeniden şekillendirmeye çalışır. Oyun çocuğa bu fırsatları tanır.

Ancak çocuk için oyun, bunların hiçbirinin “aracı” değildir. Oyuna araçsal bakan, genellikle biz yetişkinlerizdir. Çocuk sadece oynar ve eğlenir. Oyunu araçsallaştırmak, onu özgün, özel rolünden uzaklaştırır. İçini boşaltır.

Basit, şekillendirilebilir oyuncaklar zamanla gider, yerine büyük oyun evleri, oyuncak binalar, otoparklar, marketler vs gelir. Bu oyuncaklar çoğunlukla, çizgi film karakterlerinin devamı şeklinde kurgulanırlar, böylece daha çok satılırlar. Aynı zamanda bu oyuncaklar, yetişkin dünyasının minyatürü şeklindedir. Kız ve oğlan çocukları için ayrı ayrı, cinsiyetçi bir biçimde kurgulanan oyuncaklar, çocuğu geleceğin rollerine şimdiden yerleştirmeye meyillidir.

Günümüzde Oyun

Çağımıza baktığımızda, oyunun yok olmaya yüz tuttuğunu söyleyebilir miyiz? Bilgisayar oyunları, yarışlar bu kadar çokken hem de? Sanıyorum söyleyebiliriz. Yetişkinlerin ellerindeki telefonlarla sürekli oyun oynadığı bu günlerde çocuklar için durum farklıdır çünkü. En azından yukarıda bahsettiğimiz, çocuk oyunları anlamında oyunun giderek silikleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun da elbette politik, toplumsal sebepleri var.

Eğitim sistemi, çocuğu oyundan koparmak ister, çoğu yerde ve zamanda da koparır. Ve çocuğun oyundan uzaklaşması da çocukluğunun kalıplaşması, yaratıcılığının donması anlamını taşır. Oyun oynaması gereken, buna hakkı olan çocuklar, henüz okul öncesi dönemde oyundan uzaklaştırılıp derslere, akademik becerilere, testlere hapsedilirler. Bu rekabet sisteminde kendilerini yarışın içinde bulan çocuklar, yetişkinler-ebeveynler tarafından bir oraya bir buraya sürüklenirler. Oyun için kısıtlı ve yapılandırılmış bir zamanı olan çocuğun tüm vakti okul, kurs, sınavlar arasında geçer. Bütün bunlar, yetişkinler tarafından, boşluk bırakılmayacak, nefes alınamayacak şekilde planlanır. Zira “iyi bir yere gelmesi” için çocuğun erken başlaması, hızlı olması gerekir; bu da daha az oyun anlamına gelir. Oyunla vakit harcamaya gerek yoktur, yeterince oynamıştır artık büyümelidir. Bu sistemin içinde, diğer çocuklar artık birer oyun arkadaşı değil rakiptir.

Çocukların birbirleriyle oyunları, hem dışarıda onlara ayrılan, özgürce koşup oynayacak, oyun kurup dağıtabilecekleri yerlerin olmaması hem de ebeveynlerin taşıdıkları kaygılardan-dışarıda başına bir şey gelebileceği kaygısından- kaynaklı, oldukça kısıtlı zaman ve mekânda geçer. Çocuklar birbirleriyle ancak kısa teneffüslerde ya da birbirlerinin evlerinde oynayabilirler; daha varlıklı ailelerin çocukları için de bu, oyun grupları şeklinde görülür. Birçok çocuk için ise oyun çoktan bitmiş, iş başlamıştır.

Çocuğun kiminle, nerede, ne kadar, neyle ve ne oynayacağı bellidir.

Burada açığa çıkan bir sorun da oyun ve oyuncak arasındaki ilişkidir. Aslında çocuk için oyuncak basittir ya da öyle olması yeterlidir. Hatta çoğu zaman oyuncağa değil, basit oyun araçlarına ihtiyaç duyar çocuklar.

Ancak günümüzde, oyuncak çocukluğun bir parçası olmaktan çok sermaye için karlı, devasa bir sektöre dönüşmüş durumda. Oyun ve oyuncak anı şey gibi algılanıyor, algılatılıyor; sanki çocuğun ne kadar oyuncağı olursa o kadar çok eğlenir, o kadar çok oynar gibi bir algı!

Hâlbuki oyuncaksız oyun mümkün hatta böylesi çoğu zaman daha yaratıcı ve eğlencelidir. Ancak bütün bu kurgunun içinde çocuk, kısa oyun zamanlarında oyuncaklara hapsedildiği, dışarıda koşmak yerine evde ya da okulda, oturup uslu uslu oyuncağı ile oynaması gerektiği için oyun kurma konusunda kısırlaştırılır, bu konudaki yaratıcılıkları giderek törpülenir. Geriye de maalesef, tek başına oyun oynayamayan, oyun kuramayan, oyuncaklardan hemen sıkılan, mutsuz çocuklar kalır! Çocuklar sistemin ve onun parçası olan yetişkinlerin el birliği ile çocukluktan, oyundan ve eğlenceden koparılır!

Bütün bunlara rağmen çocuklar tabii ki bir biçimde eğlenecek, oyun oynayacak şeyler bulurlar, keşfederler. Ama bunun adı yaramazlık olur, yetişkinlerin başına icat çıkarmak olur…

Burada oyuncaklar ile ilgili küçük bir parantez açmakta yarar var. Günümüzün, neoliberal mantığıyla kurgulanan oyuncaklar, çocuğa yaratma fırsatı tanımaz. Çocuk bu oyuncaklarla başka bir şey yapamaz, onu farklı bir amaç için kullanmaz, o oyuncaklarla başka bir yerde oynayamaz. Tek tip, karmaşık ve bireyci oyuncaklar…

Basit, şekillendirilebilir oyuncaklar zamanla gider, yerine büyük oyun evleri, oyuncak binalar, otoparklar, marketler vs gelir. Bu oyuncaklar çoğunlukla, çizgi film karakterlerinin devamı şeklinde kurgulanırlar, böylece daha çok satılırlar. Aynı zamanda bu oyuncaklar, yetişkin dünyasının minyatürü şeklindedir. Kız ve oğlan çocukları için ayrı ayrı, cinsiyetçi bir biçimde kurgulanan oyuncaklar, çocuğu geleceğin rollerine şimdiden yerleştirmeye meyillidir.

Başlangıçta çocuğu sesleriyle, rengiyle cezbeden oyuncaklar hızlıca tüketilirler. Onunla bir defa oynayan çocuk, doğal olarak artık aynı şeyi tekrar tekrar yapmak istemez. Kim ister ki?

Dikkat edersek çocuklar oyuncaklardan çok evdeki malzemelere, mutfak gereçlerine, tamir aletlerine, masa sandalyeye, çarşaflara yönelirler. Çünkü bunlar oyuncak değil oyun aracıdır ve çocuk onlarla yaratıcılığını konuşturabilir, istediği oyunu kendisi kurabilir. Bu araç gereçler, oyun içinde anlam kazanır, şekil değiştirirler. Çocuk burada özgürdür. Evde oyuncak çadırı olsun olmasın sanıyorum her çocuk evdeki yastık ve çarşaflarla kendine bir çadır yapmıştır! Orayı o kurmuştur, orada özgürdür, mutludur. Oyunun tadına varmıştır.

Daha Fazla Oyun, Daha da Fazla

Sonuçta karantina günleri, tamamıyla yapılandırılmış bu döngüyü açığa çıkardı. Çocuklar okuldan, kurstan, diğer çocuklardan koptular. Evde oyuncaklar ve ebeveynlerle baş başa kaldılar. Zamanla oyuncaklar tükendi, oyunlar bitti; stres ve kaygı arttı. Ebeveynlerin en çok şikâyet ettiği şey şu olmaya başladı: İki dakika yalnız bırakamıyorum, hemen sıkılıyor, bilgisayarın başından kalkmıyor, oyun üretemiyor!

Nasıl üretsin? Şimdiye kadar ona bu fırsat tanınmadı, bunun için ona alan bırakılmadı ki!

Elbette çocuklar da salgından ve karantinadan fazlasıyla etkilendiler. Stres ve kaygıları arttı. Bunlar da onların oyunlarına, ruh hallerine etki etti. Ancak tam da bunların içinde daha fazla oyun oynamak iyileştirir çocuğu. Daha özgür olmak, daha fazla yaratmak ve kurmak.

Şimdilerde okulların açılıp açılmaması konuşuluyor. Ancak bütün bu uzun ve stresli, zor süreci bizlerle yaşayan çocukların, yoğunlaştırılmış, hızlandırılmış, mesafeli ve zorlu derslerden önce oyun oynamaya, rahatlamaya ihtiyacı var. Daha fazla oyun daha mutlu, yaratıcı çocuklar demek çünkü! Ve eğer onları geleceğin kurgusu içerisinde değil şimdiki çocuklukları içinde ele alırsak – ki almalıyız-, oyun çocuğun hakkıdır.

Bırakalım çocuklar keşfetsinler. Özgürce oyunlar kursunlar. Öğrenmek için falan da değil sadece eğlenmek için, gülmek için oynasınlar. Sadece çocuk oldukları için. Bu, toplumun bir parçası ve bireyi olan çocuklara iyi gelecektir. Tabii ki bizlere de!