Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Seyit Aslan: Topyekûn Mücadele ve Direniş Hattına İhtiyacımız Var

El Yazmaları’nın Notu: Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Seyit Aslan ile Dardanel fabrikasında işçilerin işyerine kapatılıp çalışmaya zorlanması, bu örnekten genele yayılan işçi düşmanı politikalar ve işçi sınıfının sermaye ve iktidar karşısındaki konumunun güçlenmesini sağlayabilecek adımlar üzerine yaptığımız röportajı siz okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Dardanel fabrikasında koronavirüse yakalanan işçiler fabrikaya kapatılıp çalışmaya zorlandılar. Fabrikadan gelen açıklamada ise bu uygulamanın “işçilerin sağlığı için” yapıldığı söylendi. Dardanel’de yaşananlar, sonraki gelişmeler ve güncel durum üzerine sizin değerlendirmeleriniz nasıl olur?

Dardanel’den yapılan açıklamada, İl Hıfzıssıhha Kurulu tarafından alınan kararın “işçilerin sağlığı için alındığı” söyleniyor. Tabii ki öyle değil. Çünkü 15 günlük kapalı devre çalışma süresince işçiler içinde yaygın bir Covid-19 testi yapılmadı. İşverenlerden, karantina sürecinde ve devamında işçilerin durumuyla ilgili kamuoyuna yeterli ve doğru bilgilendirme yapıldığına tanık olmadık.

Yaşanan süreçte Dardanel işçilerine dönük saldırılara, tam kölelik koşulları diyebiliriz. 21. yüzyılda 1800’lü yılların çalışma koşulları. Fazla çalışma, düşük ücret… Asgari ücret dışında başka bir gelir yok. Ücret düşük olunca işçiler mesaiye kalmak zorunda kalıyorlar. Ayda yüz saate yakın zorunlu fazla mesaiye kalıyor, buna rağmen aldıkları ücret geçimlerini sağlamıyor. Her türlü baskı ve angarya da işin cabası. İşçiler çalışma saatleri içinde göz göze bile gelemiyorlar. Amirler ve müdürlerin baskısını her an enselerinde hissediyorlar. Sendikalaşma girişimleri her seferinde işten atmalarla engelleniyor. Bu durumdayken işçiler, “İşyerinde psikolojimiz bozuluyor, bantlarda nefes alamıyoruz, tuvaletlere gidip gelme bile sorun oluyor. Müdürlerin, amirlerin gözü hep üstümüzde. Hayatımız adeta rehin alınmış durumda. Son karar da bunun somut örneği zaten. Patronun işi aksamasın diye hepimizi ateşe atıyorlar” diyerek yaşadıklarını anlatıyorlar.

Şu an karantina ve kapalı devre çalışma sistemi bitti, ama ağır çalışma koşulları devam ediyor. Oluşan kamuoyu baskısı ve yaşanan tartışmalar işçilerin morallerini yükseltti ve en azından yalnız olmadıklarını görmüş oldular. Şimdi durumu değiştirmek ve daha insani koşullarda yaşamak için mücadele etmekten başka bir yol olmadığını, yaşanan bu somut durum karşısında daha iyi anlamış oldular.

Sermaye sınıfının birkaç ay önce açıkladığı ve hızla devreye sokmak istediği “kapalı devre çalışma” adı altındaki çalışma kampları, MESS-SAFE ve türevi işletmeler; Vestel’deki durum, marketlerde koronavirüse yakalandıktan sonra depoya saklanan işçiler, test sonuçları imha edilen fabrikalar… Tüm bunlar çerçevesinde, kurulmak istenen yeni emek rejimi üzerine siz neler söylersiniz? İşçi sınıfı üzerindeki baskılar nereye gidiyor?

Kapitalistler sömürüyü daha fazla yoğunlaştıracak politikalar uyguluyorlar. İktidarlar sömürü politikalarına yasal dayanaklar oluşturuyorlar. Savaş dönemlerinde, sıcak çatışma dönemlerinde yürüttükleri politikada değişik yol ve yöntemler deniyorlar. Körfez Savaşı’nda grevler yasaklanmıştı, 15 Temmuz sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan yerli ve uluslararası sermaye temsilcilerine “Biz OHAL’i üretim devam etsin diye ilan ettik, grevleri yasakladık” diye itirafta bulunmuştu.

Salgın süresince “evde kal” çağrıları işçi sınıfı için bir şey ifade etmedi, fabrikalar çalıştı. Yapılan şuydu: “Ölen ölür, kalan sağlarla üretime devam”. Yeni olan ise sömürü biçimleri, yol ve yöntemler. Hepsi aynı kapıya çıkıyor, her koşul altında işçi sınıfının payına ağır çalışma koşulları ve sömürü düşüyor. Sömürü ve baskının payına pandemi koşullarında çalışma eklenmiş bulunuyor. MÜSİAD’ın izole üretim merkezleri, MESS’in MESS-SAFE uygulaması ve Dardanel’de kapalı devre çalışma için alınmış karar da bu sürecin parçaları.

Yapılacak iş, işyeri, fabrika düzeyinde mücadelenin ilerletilmesinin yol ve yöntemlerini çoğaltmak, teşvik etmek ve desteklemek… Emek ve sermayenin karşı karşıya geleceği fabrikalarda düğüm çözülecektir. Çünkü artık ne işsizlik ne yoksulluk ne de baskılar sürdürülebilir değildir. Kim işçi sınıfından yana, kim onun karşısında, önümüzdeki dönemde daha da netleşecektir.

İktidar ve sermaye salgın sürecini fırsata çevirerek işçi sınıfına dönük saldırılarını yoğunlaştırıyor. Ücretsiz izin uygulaması, kısa çalışma ödeneği vb. saldırılar artacak. Kıdem tazminatı hamlesi şimdilik askıda. Önümüzdeki süreçte işçi ve emekçiler açısından her türlü zorbalık kullanılarak zorla çalıştırma gibi süreçlerin gündeme gelebileceğini öngörmek gerekiyor. Var olan örgütlülüğü de dağıtmak, güdük olan sendikal hareketi etkisizleştirmek, daha işbirlikçi sendikalar yaratmak, kazanılmış olan hakları budamak gibi süreçler karşı konulamadığı koşullarda yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Süreç içerisinde giderek derinleşen bir işsizlik, yoksulluk var; bunun yanında yükselen işçi kıyımı, haksız hukuksuz uygulamalar da artıyor. Sınıf mücadelesinin ise şimdilik daha çok yerel direnişler şeklinde cereyan ettiğine tanık oluyoruz. Sınıf mücadelesinin seyrini siz nasıl görüyorsunuz? Bu cendereden çıkış üzerine sizin söylemek istedikleriniz nelerdir?

Evet, işçi sınıfına dönük çok yoğun saldırılar var. Sizin de ifade ettiğiniz işsizlik, yoksulluk, işçi kıyımı ve daha birçok saldırı yaşanıyor. Bunun karşısında lokal, yerel direnişler var.

Sınıf mücadelesinin önünde birçok engel var. İşçi sınıfının en temel sorunu örgütsüzlük. Sendikal bürokrasinin oynadığı rol, işbirlikçi sendikal yapılar, sendikal hareketin parçalı durumu vb. sorunlar yaşanıyor. Bu kadar fazla sorun ve saldırı yaşanırken, elbet karşı mücadelenin dinamikleri de gelişiyor. Aşağıda birikimlere yol açıyor. Ancak bazı beklentiler var, merkezi düzeyde sendikalar birleşsin diye. Bugün açısından merkezi düzeyde birleşmenin olanakları yok. Çünkü sendikal yapıların, konfederasyonların büyük bölümü yaşananları sorun olarak görmüyor. Hak-İş, tümüyle sınıfın karşısında yer alıyor. Türk-İş’te sendika bürokrasinin hâkimiyeti var. Kendi içindeki kimi sendikalar küçük itirazlar yapsa da durum değişmiyor. Dolayısıyla yukarıdan birleşik bir mücadelenin örgütlenmesini beklemek gerçekçi değil.

Bugün yapılması gereken en aşağıda ve yerel düzeyde mücadele birliklerini desteklemek, teşvik etmek gerekiyor. En kolay hareket tabandan birleşecektir. DİSK’in pandemi ve 1 Mayıs sürecinde aldığı tutum, işyeri düzeyindeki mücadele, hareketin nereden ilerleyeceğinin ipuçlarını verecek. Yine İstanbul İİSŞP (İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu), Gebze Sendikalar Birliği, Lüleburgaz, Balıkesir, İzmir, Bursa ve Eskişehir gibi yerlerde oluşan yerel platformların tutumu önümüzdeki dönemin gelişecek dinamikleri olacak. İşçi sınıfı da bütün bu süreçlerden deneyimler elde ederek çıkıyor. Yapılacak iş, işyeri, fabrika düzeyinde mücadelenin ilerletilmesinin yol ve yöntemlerini çoğaltmak, teşvik etmek ve desteklemek. Emek ve sermayenin karşı karşıya geleceği fabrikalarda düğüm çözülecektir. Çünkü artık ne işsizlik ne yoksulluk ne de baskılar sürdürülebilir değildir. Kim işçi sınıfından yana, kim onun karşısında önümüzdeki dönemde daha da netleşecektir.

Son olarak, sizin eklemek istedikleriniz varsa alabiliriz. Teşekkür ederiz.

Son olarak şunu söylemek isterim. İşçi ve emekçilere karşı iktidar ve sermaye kol kola topyekûn bir saldırı içindedir. Bu saldırı karşısında topyekûn bir mücadele ve direniş hattına ihtiyaç vardır. Bu süreçte işçi ve emekçilere ulaşan, aydınlatan ve içinde olanlar işçi sınıfı karşısında sorumluluklarını daha ilerden yerine getirebilir. Sadece sorunu tartışma düzeyine indirmek yerine, artık sürekli ve günlük bir çalışma ve mücadele ile bulunduğumuz her mevziden kibrit çöpü kadar da olsa tutum alınmalıdır. Bu sömürü, baskı ve zorbalık karşısında ancak direnerek ve mücadele ederek durumu değiştirebiliriz.