İstanbul Sözleşmesi Neden Hedefte?

Yeni rejim, “Türk”, “erkek” kodları ve “Erdoğanist İslam yorumu” üzerine bina edilmek isteniyor. Bu binanın harcı ise, heteroseksist, muhafazakâr aile yapısı. Söz konusu aile yapısı üzerinden iktidarın dayattığı ideoloji mikro ölçekte sürekli ve sürekli yeniden üretilecek.  

Kadınların yoğun tepkisine rağmen çıkarılan kadın ve çocuk düşmanı yasalar ve LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemleri patriyarkal şiddeti açıkça besliyor. Kadınlara, çocuklara ve LGBTİ+’lara yönelik sistematik olarak ilerleyen şiddet, taciz, tecavüz ve katliam ülkenin en yakıcı sorunu haline gelmişken, siyasi iktidarın politikaları erkek şiddetinin önünü açmak anlamına geliyor.

Kadınlar ve LGBTİ+’ların yoğun mücadeleleri sonucu imzalanan İstanbul Sözleşmesi ve buna bağlı olarak çıkarılan 6284 sayılı yasa da yandaş medya eliyle iktidar koalisyonunun saldırısı altında. Zaten etkin uygulanmayan söz konusu sözleşme ve yasa tümden kaldırılarak kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar tamamen savunmasız bırakılmak isteniyor.

***

Kapitalizmin içinde bulunduğu yapısal kriz derinleşirken, iktidarın kadın düşmanı politikalarının bir yönü, sermayenin ucuz emek ihtiyacını karşılamaya yönelik hamlelere ihtiyaç duyması.

Dünya genelinde neoliberalizme eşlik eden kadın düşmanı politikalar ve muhafazakârlaşma kapitalizmin sömürü kanallarını derinleştirme amacını güdüyor.

Kadınların mevcut kazanımları yok sayılarak patriyarka güçlendiriliyor. Hane içerisine hapsedilen kadınlar, patriyarkanın dayattığı rollerle bağlantılı olan işlerde çok düşük ücretlere çalışmak zorunda bırakılıyor.

Neoliberalizmin dayattığı; kayıt dışı, güvencesiz, esnek, yarı zamanlı, parça başı işçilik gibi çalışma biçimlerini içeren yeni emek rejimi kadınlara, patriyarka ile meşrulaştırılarak dayatılıyor.

Ayrıca tasfiye edilen sosyal devlet uygulamaları ve derinleşen yoksulluk kadınların karşılıksız ev içi emeği ile dengelenmek isteniyor.

***

Bu politikaların başka bir yönü de, iktidarın kurguladığı yeni rejimi garanti altına alabilmek için yeni bir toplum formu yaratmaya çalışıyor olması. Yeni rejim,

“Türk”, “erkek” kodları ve “Erdoğanist İslam yorumu” üzerine bina edilmek isteniyor. Bu binanın harcı ise, heteroseksist, muhafazakâr aile yapısı. Söz konusu aile yapısı üzerinden iktidarın dayattığı ideoloji mikro ölçekte sürekli ve sürekli yeniden üretilecek.

“Ailenin reisi” olan erkekler, binlerce yıllık patriyarkal iktidarlar pekiştirilerek ve kadınların kazanımları tasfiye edilerek; yeni rejimde Erdoğan’ın kendisine biçtiği role benzer bir şekilde, ailenin mutlak egemeni konumuna getirilmek isteniyor.

Böylelikle, erkeklere verilen mikro ölçekteki egemenlik hakkı ile iktidar, baskı politikasını toplumun tüm hücrelerine yaymış oluyor.

Bu aileler içinde doğan çocuklar bütünüyle yeni rejimin öngördüğü biçimde yetişiyorlar, okullarda da aynı ideolojik bombardıman devam ediyor.

Bu bağlamda diyanet kurumu, milyar dolarlık bütçesi ile yeni rejimin oluşturduğu ideolojiyi yayma misyonunu yürütüyor. İktidarın verdiği güce ve yetkiye dayanarak kadın ve çocuk düşmanı hutbelerine her gün bir yenisini ekliyor. Merkezine aile ile erkek cinselliğini alan bu hutbeler, çocuk istismarının ve tecavüzün önünü açacak nitelikte ilerliyor. LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemleri ise olası bir katliamın önünü açacak bir biçimde dile getiriliyor. Hutbeler ve “fetva” niteliğindeki açıklamalarla yayılan bu ideoloji, diyanetin kurumlarınca fiiliyatta da uygulamaya geçiriliyor.

Müftülere verilen nikâh kıyma yetkisi ile “evlendirilen” çocukların durumu, din yoluyla meşrulaştırılmaya çalışılan çocuk istismarının bir boyutu olarak karşımıza çıkıyor.

“Aile ve dini rehberlik büroları” da; erkeklerin mutlak egemenliği altında kadın ve çocuk düşmanı muhafazakâr ailenin güçlendirilmesinde büyük role sahip.

Boşanmak isteyen kadınların zorunlu aile danışmanlığına yönlendirilmesi ve söz konusu danışmanlığın diyanet eliyle de yapılabilmesi bu fiiliyatın bir başka yönü.

Kadın özgürlük mücadelesinin oldukça yükseldiği günümüzde; kadınları söz konusu aile yapısına hapsetmek ise hiç kolay değil. Bunun yapılabilmesi için bizzat iktidar tarafından patriyarkal şiddetin önü açılıyor. İktidar koalisyonunun sık sık gündeme getirdiği kadın ve çocuk düşmanı söylemler, yasalar, uygulanmayan koruyucu önlemler erkekleri açıkça cesaretlendiriyor. Muhafazakâr aile ve erkek bu şekilde güçlendiriliyor.

***

İktidar koalisyonu, çoklu krizler sarmalında sıkışıp zorlandıkça; ömrünü uzatmak için dümeni faşizme doğru kırıyor.  Ancak, iktidar koalisyonu içinde derinleşen çatlaklar, kapitalizmin içinde bulunduğu yapısal kriz ve sürekli hareket halinde olan toplumsal dinamikler, iktidarı sıkıştırarak faşizmin kurumsallaşması önünde baraj oluşturuyor.

Toplumsal muhalefet dinamikleri henüz örgütsüz de olsa, iktidarın faşist uygulamalarına rıza göstermiyor. Üstelik kapitalizmin yapısal krizinin yarattığı yoksulluk ve açlık koşulları gittikçe derinleşiyor.

İktidarca dayatılan yeni rejimin toplumsal kodları dışında kalan oldukça kalabalık bir kitle, asimilasyon, baskı ve sindirme politikalarıyla biat etmeye zorlanıyor. Ancak iktidar, tüm baskı politikalarına rağmen kendisine muhalif olan bu kitleyi teslim alamıyor.

İktidar politikalarının karşısında oluşan toplumsal tepki Gezi direnişiyle patlama yaptı ve yeni bir toplumun nüvelerini ortaya çıkardı. Toplumsal muhalefet güçleri olarak adlandırabileceğimiz, içinde iktidar alternatifi olabilecek bir potansiyeli de barındıran önemli bir kitle Gezi’nin açığa çıkardığı bilinçle hareket halinde ve henüz pasif bir direnişle de olsa iktidarın kurmaya çalıştığı yeni toplum yapısını tehdit ediyor. Toplumsal muhalefet dinamiklerinin iktidarın faşist yürüyüşü önünde yarattığı tıkanıklık ise, şiddet yoluyla aşılmaya çalışılıyor. Bu şiddet tüm sokak hareketlerine karşı uygulanıyor. Kadınların meşru taleplerle çıktığı sokak eylemleri, patriyarkal şiddetin devamı niteliğinde ciddi bir polis şiddeti ile kuşatılıyor.

İktidar koalisyonunun faşizmi kurumsallaştırma çabalarının bir ayağı olan ve meclisten geçirilen bekçilik yasası; kadınların yaşam alanlarının daha da güvensizleştirilmesi anlamına geliyor.

Devlet şiddeti ve denetim mekanizmalarının toplumun tüm hücrelerine yayılması öngörülerek bekçilere verilen geniş yetkiler, en çok kadınların yaşamını tehdit ediyor.

İktidar koalisyonu çıplak devlet şiddetini arttırırken toplumsal alandaki şiddeti de açıkça serbest bırakıyor.

Korkunç boyutlara ulaşan LGBTİ+’lara yönelik nefret cinayetlerini, kadın ve çocuk cinayetlerini, şiddeti, tacizi, tecavüzü, doğaya ve hayvanlara yönelik işlenen suçları devlet eliyle önü açılan toplumsal çürüme ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.

Toplumun büyük çoğunluğunun evlerine kapanmak zorunda kaldığı pandemi günlerinde “infaz yasası” ile serbest bırakılan kadın katilleri, tecavüzcüler, şiddet ve istismar faillerinin yapabileceklerinin iktidar tarafından öngörülememesi elbette mümkün değil. Tüm tepkilere rağmen faillerin serbest bırakılması, iktidarın şiddeti serbest bırakma politikalarının bir boyutu.

***

AKP’nin iktidara geliş sürecinde kitle konsolidasyonu sağlamak için en çok dillendirdiği argümanlardan biri, kamu kuruluşlarında kadınlara karşı uygulanan başörtüsü yasağıydı. Ayrıca örgütlenme çalışmalarında da kendi tabanı ile kurduğu ilişkiyi büyük ölçüde kadınların emeği üzerinden yükseltmiş bir parti AKP.

Ancak tüm bunlara rağmen AKP iktidarı boyunca kadınlar, görünür biçimde geri plana itildiler. Parti içinde belli bir düzeye kadar yükselebilen az sayıdaki kadın ise parti içindeki erkeklerin tepkileriyle karşılaştı. Erkeklerin tepkileri, iktidar koalisyonunun kadın düşmanı politikalarıyla doğru orantılı şekilde arttı. Geçtiğimiz günlerde, Abdurrahman Dilipak’ın AKP içindeki kadınları da hedef göstererek hakaret etmesi bu durumun bir sonucuydu.

AKP iktidarı boyunca yüceltilen erkeklik, uygulanan kadın düşmanı söylem ve politikalar, parti tabanındaki kadınları da rahatsız ediyor.

Yükselen kadın düşmanı havaya karşı güçlü duruşuyla bir çekim merkezi haline gelen kadın hareketinin, iktidar koalisyonu tabanındaki kadınları da bir şekilde etkilediğini gözlemleyebiliyoruz.

Bu bağlamda, yükseltilen kadın düşmanı havadan rahatsızlık duyan İslami camiadaki kadınları, parti içinde tutma amacıyla KADEM kurulmuştu. Ancak KADEM’in, durduğu pozisyon itibariyle mecbur kaldığı en basit kampanya ve açıklamalar bile, AKP’li erkeklerin saldırılarına maruz kalıyor.

Dilipak’ın hakaretleri karşısında İstanbul Sözleşmesi lehinde tutum alan KADEM’in, parti tabanı içinde durumdan rahatsızlık duyan oldukça kalabalık bir kadın kitlesini rahatlatmayı da amaçladığını düşünebiliriz. Üstelik parti içinde oluşan çatlakta bir gedik daha açılmış oldu.

Erdoğan’a Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi yönünde bir rapor sunan, iktidar eliyle yüceltilen erkekliğin sözcülüğünü yapma amacı güden kadın düşmanı Türkiye Düşünce Platformu’nun “mayınlı alana girdik” diyerek bu tartışmadan geri adım atması da aynı çatlağın bir ürünü.

***

Biliyoruz ki tarih, büsbütün egemenlerin kurgularıyla ilerlemez. Tarih, egemenlere karşı ezilenlerin mücadelesi, yani birçok farklı kutbun diyalektiğiyle akar ve belirlenir. Tarihin akışını değiştirecek ve geleceği belirleyecek olan da işte burasıdır.

Siyasi iktidarın çoklu politikalarının hayata geçip geçemeyeceği veya ne kadarının hayata geçirilebileceği de toplumsal dinamiklerin mücadelelerine bağlı olacak.

Kadın kurtuluş mücadelesinin oluşturduğu güç alanına ve haklarını korumaktaki ısrarına baktığımız zaman tünelin ucunda gittikçe büyüyen ışık daha da belirginleşiyor.