Çocuk Dostu Kentlere İhtiyacımız Var

Çocuklar kentlerin, yaşamın ve bugünün parçasıdır. Hemen büyüyüp, çocukluktan çıksınlar diye uğraşmak yerine; doyasıya bir çocukluk yaşayıp oyunlarla gelişsinler, neşeli ve özgür çocuklar olabilsinler diye adımlar atılabilir. Bu da ancak onlara, zaten sahip oldukları hakkı teslim etmek ile mümkündür. 

Oyun, çocuğun hayatında merkezi bir öneme sahiptir. Genel algı, oyunun gereksiz ya da lüks olduğu yönünde olsa da çocuklar yaşam ve çevre ile bağlarını oyunla kurar, kendi gelişimlerini oyun üzerinden inşa ederler. Yetişkinlerin dünyasından bakıldığında “zaman kaybı” olarak görülebilen şey, çocuğun dünyasında, var olma biçimidir.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 31. maddesi, çocuğun oyun hakkı üzerinedir. Şöyle der madde: “Taraf Devletler çocuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun etkinliklerinde bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar.”

Ancak bütün çocuk hakları içerisinde, genellikle en gerilerde kalan, pek de gündeme alınmayan hakların başında gelir oyun hakkı. Bu sorunun birçok somut sebebi de vardır.

Özellikle de çocuklar için büyük bir gelişimsel değer olan açık hava oyunları, çocuğun çevreyle bütünleşmesinde, toplumsallaşmasında ve kamusal alana rahatlıkla geçebilmesinde önemli bir etkendir. Açık havada oyun oynayamamak; çocuğun hareket özgürlüğünün ve yaratıcılığının kısıtlanmasını, onların doğal ortamla olan sosyal-duygusal bağlarının da gelişimini olumsuz etkilemektedir.

Kentlerde Çocuklara Yer Yok

Türkiye’de çocuklardan bahsettiğimizde aslında nüfusun üçte birinden (nüfusun yüzde 27,5’i) bahsetmiş oluyoruz. Ve bu nüfusun büyük çoğunluğu kentlerde yaşıyor. Bu nedenle çocukların haklarını konuşurken, kentlerdeki çocukları ayrıca ele almak gerekir. Çünkü kentleşme kendisiyle birlikte birçok sorunu beraberinde getirmiş oluyor.

Kentleşme ve özellikle son yıllarda kentsel dönüşüm adı altında yapılan betonlaşma hamleleri ile birlikte bütün alanların ranta açılması, yerlerine AVM, otopark yapılması, büyük şehirlerde açık ve yeşil alanların, park, bahçe ve oyun alanlarının giderek azalmasına sebep oldu.

Bu durum bir yanıyla yeşil alanları kent sakinlerinden uzaklaştırıp, belli bir sınıfa tahsis ederken öbür taraftan ekolojik yıkımı hızlandırıp, çeşitli felaketlere kapı aralayan bir sorun haline gelmiştir. Çocukların oyun hakkını kullanabilecekleri alanların yok olması sorunu da bunlarla birlikte değerlendirilmeli.

Kentleşme ile birlikte azalan yeşil alanların yerine gelen AVM’ler; neoliberal sermaye mantığı gereğince oyunu da paralı ve kapalı mekânlara sıkıştırılmış standart bir biçime sokmaya çalışıyor. Kent içinde yeterli ve güvenli alanı kalmayan çocuklar, ancak hafta sonu gittikleri kapalı oyun salonları içerisinde birkaç saate sıkışmış oyunlar oynayabiliyorlar. Oyun hakkı çocuklardan, özellikle yoksul ve işçi sınıfı çocuklarından uzaklaştırılıyor.

Çocuk odaklı bir bakışı olmadığı gibi bu tarz mekanizmaları da olmayan yerel yönetimlerde ise çocuğun oyun hakkı yalnızca standart parkların, kentin herhangi bir yerine yapılması şeklinde açığa çıkıyor. Bu da çocuğun güvenli ve evine yakın bir açık alana ve parka erişimini kısıtlamış ve oyun hakkını ondan uzaklaştırmış oluyor. Belediyeler eylem planları içerisinde çocuk politikası ve çocuk haklarına yer vermediği için, buralara dair sağlıklı bilgilere erişmek, verileri alıp ihtiyaç, talep ve sorunları tespit etmek zorlaşıyor. Oy kullanamadığı gibi bu tür mekanizmalarda yer alıp söz söyleyemeyen çocuklar toplumun, kentlerin görünmezleri olarak varlıklarını korumaya çalışıyorlar.

Beton binalar, asfaltlar ve kaldırımlar arasında sıkışıp kalan çocukların oyun alanları yok oldukça, oyundan ve sokaktan uzaklaşan çocuklar kendilerini ekranlara ve evlere sıkışmış buluyorlar. Pandemi koşulları, artan istismar vakaları da eklenince çocuklar için oyun, evlerinde yalnız başlarına, ekrana bağımlı olarak ya da en fazla yine bir arkadaşlarının evinde oynanan, kısa süreli aktivite olmanın ötesine geçemiyor.

Parklara Çocuk Gözüyle Bakabilir miyiz?

Bütün çocukların açık havada oyun oynamaya ve oyun alanlarına erişim hakkı vardır. Çocuğun yaşadığı yer neresiyse orada bu hakkın var olmasını sağlamak ise yerel yönetimlerin görevlerinden biridir. Ancak yeterince bütçe, zaman ve alan ayrılmayan bu politikalar sebebiyle bu haklar görmezden geliniyor, ihmal ediliyor.

Türkiye’de, özellikle büyük şehirlerde çocukların oyun parklarına, yeşil ya da açık alanlara erişimi oldukça kısıtlı. Yapılan araştırmalara göre büyük kentlerde, betonlaşma arttıkça çocuk başına düşen oyun alanı sayısı da düşüyor. Yine bu kentlerde, çocuk nüfusunun az ekonomik gelirin yüksek olduğu yerlerde yeşil/açık alan ve park sayısı fazla iken; yoksul ve çocuk sayısının fazla olduğu yerlerde durum tam tersi. Bu da bize, zaten yeterince az olan alanların bir de eşitsiz dağıldığını gösteriyor.

Çocuk parklarının bulunduğu alanlar, çoğunlukla güvensiz, yeşilden ve topraktan uzak, yeterince ışıklandırılmamış ve trafiğe açık alanlara yakın hatta bazen o alanların tam ortasında bulunuyor. Çocuklar bina ve araba yoğunluğunun yüksek olduğu kent merkezleri dışında bulundukları mahalle/sokak içerisinde dahi oyun alanına ulaşamıyorlar. Kentlerde arabalara, çocuklardan daha fazla yer veriliyor ve hatta araç park yeri ve trafik sorunu, çocukların oyun alanı sorunlarından daha çok tartışılıyor.

Çocukların oyun ve hareket dünyaları çok geniş ve renkli olduğu halde, tek tip parklarla bu yaratıcılık kısıtlanıyor. Ülkemizde yapılan standart oyun parkları hem sağlık şartlarına uygun değil hem de her çocuğun oyun ihtiyacını karşılayabilecek, gelişimlerine uygun nitelikler taşımıyor. Oyun parklarının yapımında, özel gereksinimli çocukların varlığı ve ihtiyaçları dikkate alınmıyor. Gelişimlerini destekleyecek, fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılayıp sosyalleşmelerini sağlayacak, yaratıcılıklarını geliştirip hareket özgürlüğü tanıyacak mekânlar/materyaller tercih edilmiyor; gelişigüzel parklar inşa ediliyor. Buraların malzemeleri petrol içerikli plastik ve zeminleri de katmanlı olarak değil asfalt üstüne tek kat yumuşak zeminle yapılıyor; güvenli ve sağlıklı olması gözetilmiyor. Eski, kırık parklar sökülüp yenilenmiyor, bakımları yapılmıyor.

Ayrıca bu oyun parkları beton zemine ve ağaçsız yerlere, ısınan malzemelerden -ve ısındıkça daha da zararlı hale gelen – yapıldığı için oyun saatleri kısıtlanıyor. Bunlara ek olarak bu parklar, neredeyse yalnızca açık ve güneşli havalara uygun şekilde planlanıyor, kış ve yağmur şartlarında çocukların buralarda zaman geçirmeleri mümkün olmuyor.

Kentlerde, çocukların yan yana gelip oyun kurabilecekleri, koşup eğlenebilecekleri ve keşfedebilecekleri boş, geniş alanlar yok denecek kadar az. Okul bahçeleri sadece eğitim döneminde açık. Sokak araları, apartman önleri, çıkmaz sokaklar ise otopark olarak kullanılıyor.

Çocuğun Hakkı Çocuğa

Bütün bu sarmalın içerisinde çocukluklarını yaşamaya çalışan çocukları; evlerin dört duvarından, sıkıştırılmış oyun zamanlarından, özgürlükten uzak oyunlardan ve tek işlevi dayatan(kaydıraktan kay, salıncakta sadece sallan gibi) oyun alanlarından çıkarabilmek mümkün.

Bu konuda öncelikli olarak mahallelerde, mahalle sakinlerinin yer aldığı mekanizmalara çocukların da katılımını sağlayarak onların sorun ve taleplerinin dikkate alınması önemli ve samimi bir adım olacaktır. Nasıl bir mahalle ve kentte yaşamak istediğini çocuğun kendisine sormak, onun kente katılımını arttıracaktır.

Yetişkinlerin de içerisinde bulunduğu bu mekanizmalarla birlikte mahalledeki oyun alanlarının eksikliklerinin giderilmesi ve alternatiflerinin konuşulduğu toplantılar organize edilip bunlar gündemleştirilebilir. Muhtarların, yerel yönetimlerin ilgili birimlerinin, ebeveyn ve çocukların yanında şehir planlamacıları, bu alanda çalışan araştırmacılar, mahalle okulundan katılımcılar, mahalle kültür evleri ve yereldeki çocuk hakları örgütlenmelerinin de dâhil olduğu bu toplantılarda gündemleştirilecek temel talepler şunlar olmalı- bunlar elbette yerelin özgün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenebilir-:

  1. Mahallelerde çocukların ihtiyaçlarını karşılayacak genişlikte oyun alanı ve yeşil alanlar. Buraların ulaşımının kolay, yürüme mesafesinde yerler olması.
  2. Oyun alanlarının/parkların güvenli, yeşile yakın ve ekolojik (tahta, metal ve pamuklu ip ağırlıklı malzemeler olmak üzere), zemini uygun ve çocukların gelişimini destekleyici nitelikte inşası.
  3. Yeşille iç içe olması gereken bu oyun alanlarının temizliğinin düzenli olarak sağlanması, park içindeki oyun kumlarının hijyenik ve sağlığa uygun olması.
  4. Bu parkların planlanması ve tasarlanmasında çocukların da katılımının sağlanması.
  5. Özel gereksinimli çocukların kullanımına uygun, ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde parkların tasarlanması.
  6. Mahallelerdeki çıkmaz sokakların en az birinin çocuklar için oyun sokaklarına dönüştürülmesi.
  7. Mahallede bulunan okulların bahçelerinin çocukların kullanımına açılması.
  8. Okulu çevreleyen sokakların trafikten arındırılıp, haftanın en az iki günü çocuk oyun sokağına çevrilmesi. Bunların tabelalarla belirtilmesi.

Bütün bu taleplerin hayata geçirilmesi ile birlikte, çocuğun hakkını çocuğa verebilmiş, onu bu sürece dâhil edebilmiş, kentlerde çocuklara alan açmış ve çocuk dostu bir kent inşa etmiş oluruz.

Çocuklar kentlerin, yaşamın ve bugünün parçasıdır. Hemen büyüyüp, çocukluktan çıksınlar diye uğraşmak yerine; doyasıya bir çocukluk yaşayıp oyunlarla gelişsinler, neşeli ve özgür çocuklar olabilsinler diye adımlar atılabilir. Bu da ancak onlara, zaten sahip oldukları hakkı teslim etmek ile mümkündür.

Daha fazla park daha fazla yeşil alan hepimizin hakkı; daha az araba daha az bina herkesin yararına! Çocukların görünür olduğu kentler ancak böyle mümkün olabilir. Çocuğun hakkı arabaya değil, çocuğun hakkı binaya değil çocuğun hakkı çocuğa!