Mağrip’ten Maşrık’a Uzanan Bir Zugzwang

Kapitalizmin içinden çıkılamayacak hâldeki krizi ve buna bağlı olarak dünya çapındaki hegemonya krizi, çöküş ihtimalini giderek arttırsa da, sermaye güçleri için “krizi fırsata çevirmek” olarak da görülmekte. Dolayısıyla on yıllardır devlet fideliğinde et bağlayan Türkiye sermayesi “bu krizi de fırsata çevirmenin” ihtiyacını ve mecburiyetini duymakta. Bu ihtiyaç ve mecburiyetin üzeri, Osmanlı’nın “lebensraum”una dair pompalanan eklektik ve “esnek” neo-Osmanlı ideolojisi şalıyla kapatılmaya çalışılıyor, fakat şal oldukça transparan.

 

Koronavirüs salgını öncesi ve sırasında Orta Doğu’daki “aktifliğini” sürdüren AKP/Erdoğan iktidarı ile ortağı MHP, salgının kısmen de olsa hafiflemesini fırsat bilip vitesi artırmanın peşinde. Libya’ya yapılan çıkarmanın dengeleri değiştirmesi ve Suriye’ye yönelik ABD’nin çıkardığı Sezar Yasası iktidar cenahını gaza basmaya itiyor. Neo-Osmanlı düsturuyla ceddimizin “lebensraum”unda[1] yapılan bu “zorunlu” gidişatın altında yatan esas neden ise Türkiye sermayesinin çıkarları.

Sezar’ın Hakkı Sermayeye

Kurduğu “ortaklıklar” ve verdiği çeşitli tavizlerle Suriye’ye girmeyi ve dahası birçok noktayı da ele geçirmeyi başaran Türkiye, bir sonraki fırsata kadar var olan statükoyu koruma, derinleştirme çabasında. Bu minvalde daha önce PTT, hastane, okul gibi çeşitli “hizmetler” götürmenin yanı sıra ele geçirilen yerleri ilçeye dönüştürüp Türkiye’deki valilere bağlamayla ilhakın ilk adımları atılmıştı. Fabrikalardaki makinelerin sökülmesi, Afrin’deki zeytinlere el konularak Türkiye’ye gönderilmesi gibi adımlar da Türkiye sermayesinin ele geçirilen yerleri hammadde kaynağı ve pazar olarak kullanmak istediğini açıkça ortaya koymuştu.

Esad yönetimine destek sağlayan veya büyük miktarda para alışverişinde bulunan kişi ve kuruluşlara yaptırım uygulanmasını öngören Sezar Yasası ise Türkiye sermayesinin isteğini “derinleştirme” fırsatını sunuyor. Nitekim Türk askerinin bulunduğu bölgelerde Türk Lirası’nın kullanılmaya başlanması bu bölgelerin neredeyse tamamen Türkiye sermayesine bağlanması anlamına gelmekte. Böylece sermaye bir muradına daha ererken Türkiye’nin kalıcılığı da ABD’nin “üstü kapalı” desteğiyle bir süre daha garanti altına alınmış oluyor.

Libya’da “Oldubitti”ler

Maşrık’taki kalıcılığını bir süre için daha garantileyen AKP/Erdoğan-MHP iktidarı, Mağrip’e yönelerek bir kazanç elde etmeyi başardı. Trablus’un içlerine kadar sıkışan Sarrac hükümetine asker, on binlerce cihatçı, silah, tank, SİHA vb. yağdırarak ayakta kalmasını sağlayan iktidar, Sirte yakınlarına kadar ilerlemesini bile sağladı. Fakat Fransa, Rusya ve Mısır’ın uyarılarıyla Sarrac’ın “ordusu” Sirte yakınlarında durdu.

Türkiye’nin sağladığı “yoğun” desteğin, her ne kadar Hafter tecrübeli bir general olsa da tam anlamıyla bir ordu olamamış askeri topluluğa üstün gelmesi normal. Bu açıdan iktidarın “zafer havaları” çalması zâhiren doğru olsa da bâtınen birçok “yanlışı” barındırıyor. Nitekim bu “bâtın” Mısır’ın “Sirte-Cufra hattı kırmızı çizgimiz” diyip sınıra asker ve tank yığması, Rus jetlerinin Suriye’deki Hmeymim üssünden kalkarak Libya’da saldırılarda bulunması, Fransa ile yaşanan gerilim ve Türk ordusunun yerleşmeye çalıştığı Watiye üssünün hangi ülkeye ait olduğu “belirsiz” olan uçaklarca vurulmuş olması ile zâhir oldu. Dolayısıyla AKP/Erdoğan-MHP iktidarının “zaferi” kısa sürede kuşa döndü.

Fakat kuş haline dönmüş olsa da var olmaya devam eden “zafer”, iktidarın bir anlamda da sermayenin gözünü diktiği devasa Libya petrollerine sahip olabilmek için atılmış önemli bir adım. İktidarın tekrar askeri gücü kullanarak bir oldubittiyle petrollerin büyük bir çoğunluğunu barındıran Hafter’in hâkim olduğu bölgelere girmeyi hedeflediği aşikâr. Her ne kadar Fransa ile gerilim yaşansa da NATO’dan gelen destek açıklaması ile Trump ile var olan “iyi ilişkiler”, bir oldubitti için iktidara yeterli gözüküyor. Bu nedenle eller tetikte fırsatın doğması bekleniliyor.

İhtiyaç ve Mecburiyet

Gerek sahip olduğu petrol-doğalgaz rezervleri, gerek Türkiye sermayesinin Doğu Akdeniz’deki rezervlere dair emelleri için bulunduğu konum, gerekse de enerji hatları için taşıdığı önemden kaynaklı Libya, sermaye için mutlaka olunması gereken bir yer.

Suriye’de olduğu gibi Libya’da da elde edilecek “kazanımlar” ülke içindeki ekonomik krizi hafifletmek, sermayenin ihtiyaç duyduğu hammadde kaynakları ve yeni pazarlar için önemli olmakla birlikte “şu an” ve “gelecek” için de oldukça elzem.

Kapitalizmin içinden çıkılamayacak hâldeki krizi ve buna bağlı olarak dünya çapındaki hegemonya krizi, çöküş ihtimalini giderek arttırsa da, sermaye güçleri için “krizi fırsata çevirmek” olarak da görülmekte. Dolayısıyla on yıllardır devlet fideliğinde et bağlayan Türkiye sermayesi “bu krizi de fırsata çevirmenin” ihtiyacını ve mecburiyetini duymakta. Bu ihtiyaç ve mecburiyetin üzeri, Osmanlı’nın “lebensraum”una dair pompalanan eklektik ve “esnek” neo-Osmanlı ideolojisi şalıyla kapatılmaya çalışılıyor, fakat şal oldukça transparan.

Amma velâkin Türkiye sermayesinin bu ihtiyaç ve mecburiyeti, Libya’daki “tepkilerde” de görüldüğü üzere, Fransız, Rus, Mısır vd. sermayeleri için de geçerli. Türkiye sermayesi son yıllarda yapılan askeri yatırımlarla birlikte önemli “zor” gücüne sahip olsa da, yarış içerisinde olduğu diğer sermaye güçleriyle rekabette önemli eksiklere sahip. Fakat yarışı sürdürmek mecburiyetinde.

Öte yandan çeşitli sermayelerin attıkları mecburi hamleler, başta Lübnan’da olmak üzere korona öncesinde filizlenen Orta Doğu’daki halk hareketlerinin tekrardan canlanması ile belirleyici ve sonuç alıcı niteliklerini kaybetme olasılığını taşıyor. Dolayısıyla Türkiye sermayesinin “zugzwang”ı[2] da hedeflediğinin aksine halk güçlerinin “şah-mat”ına varacak olasılığı da taşımakta ve Orta Doğu’da olduğu gibi Türkiye’de de belirleyici olan halk güçlerini vereceği mücadele olacaktır.

[1]Lebensraum: Yaşam sahası. Bir ülkenin ekonomik ihtiyaçlarını sağlamak için, var olan sınırları dışındaki toprakları çeşitli tarihsel, kültürel sebepler göstererek elde etmek istemesidir.

[2]Zugzwang: Satrançta bir oyuncunun yapacak tek bir hamlesinin olması, o hamleyi yapmak zorunda olması.